♥♥♥♥ TÜM GÖNÜL DOSTLARIMIZIN, BLOG SAYFALARINDAN YEMEK VE GEZİ PAYLAŞIMININ VEFALI ARKADAŞLARIMIZIN, MÜBAREK RAMAZAN BAYRAMINI KUTLUYOR, SAĞLIK SIHHAT BİRLİK DİRLİK ESENLİK İÇİNDE DAHA NİCELERİNE SEVENLERİ VE SEVDİKLERİ İLE ULAŞMALARINI DİLİYORUZ... ♥♥♥♥

SEYYAH & SOFRAM...

31 Mayıs 2008 Cumartesi

İstanbul Turu - Rahmi M. Koç Müzesi - 1.nci bölüm

İstanbul Turu
- Rahmi M. Koç Müzesi -
1.nci bölüm


Turumuza haliç kıyısında bulunan Koç müzesi ile devam etmek istedik.
Rahmi M. Koç Müzesi, eski İstanbul`un merkezinde Haliç Kıyılarında, iki tarihi binaya sahip. Endüstriyel arkeolojinin örneği olan bu binalar belki de içerisinde sergilenen endüstriyel objelere ev sahibi olabilecek en uygun mekanlar.

Rahmi M. Koç Müzesi Lengerhane Binasında kurulmuş. 1991 yılında alınan Lengerhane Binasının restorasyonu Garanti Koza firması tarafından yapılmış. Orijinal binaya camlı bir rampa ile geçilen yeraltı galerisi ilave edilmiş ve Aralık 1994`de açılmış. Müzenin ilk bölümünün süratle büyümesi ile 1996 yılında Haliç`in kıyısında, Lengerhane Binasının tam karşısında, bir harabe olarak duran Hasköy Tersanesi alınmış. 14 terk edilmiş bina ve tarihi kızak orijinaline sadık kalınarak restore edilmiş ve müzenin ikinci kısmı Temmuz 2001`de açılmış. Müze halihazırda 11.250 m2`lik kapalı alana sahip.






Arzu edenler için web sayfa adresi:
Rahmi M. Koç Müzesi

NOT: İleriki günlerde de Ankara'da da bulunan Koç müzesinin de yazı ve resimlerini ekleyeceğiz...

29 Mayıs 2008 Perşembe

İstanbul Turu - PİERRE LOTİ -

İstanbul Turu

- PİERRE LOTİ -

Hafif yağmurlu serin erken bir tatil sabahında Eyüp Sultan’ı ziyaret ettikten sonra, Piyer loti’ye doğru yollandık. Otobüsümüzden inip girişte bulunan simitçiden sıcak simitlerimizi aldık, bir kısım arkadaşlarımız havanın da nispeten serin olmasından dolayı, kahve ve çay içmek için kahveye girdiler. Bizler ise gezmeci takımı ellerimizde fotoğraf makineleri ile bir yandan Haliç'i ve manzarayı seyredip resimlemeye koyulduk.
Bir ara yukarı doğru giden yoldan yürüyüş yapıp etrafı keşfetmeye başladık.
Burası hakkında elde ettiğimiz bilgiler ve görüntüler:


Eyüp Sultan Camii'nin yanındaki mezarlıkların arasından upuzun merdivenleri tırmanmaya başlarken, bir yandan Haliç'i seyrediyor, bir yandan da ortamın yaydığı mistik huzuru soluyorsunuz. Yolun sonunda karşınıza tarihi Pierre Loti Kahvesi çıkıyor. Birkaç yüz yıllık geçmişe sahip kahve eşsiz manzarasıyla sizi alıp eski zamanlara, Cenevizlilere, Osmanlılara götürüyor.. 19. yüzyılın sonlarına kadar Rabia Kadın Kahvehanesi olarak bilinen, Fransız yazar Pierre Loti kahveyi mekan tutmaya başladıktan sonra Pierre Loti Kahvesi olarak anılan kahve, yıllardır aşıkların, kendisiyle buluşmak ve şehirden kaçarak spritüel bir huzur solumak isteyenlerin durağı. Pierre Loti, 1850-1923 yılları arasında yaşamış ünlü Fransız yazar ve oryantalist. Deniz subayı olan Loti, Türkiye'ye ilk kez 1876 yılında gelmiş ve bir yıl kalmış. Eyüp sırtlarındaki tarihi kahveyi de o yıllarda keşfetmiş. Haliç'in büyüsü mü bilinmez ama, Pierre Loti'yi oraya çeken bir diğer unsur da Aziyade ismindeki evli bir Osmanlı hanımıymış.

Fransa'da evli olduğu söylenen Pierre Loti ile Aziyade arasında büyük bir aşk olduğu yıllarca efsane gibi dilden dile aktarılmış. Pierre Loti aynı isimli romanında Aziyade'ye olan aşkını gizlememiş. İşte o gün bugündür kahvenin adı Pierre Loti olarak anılmış. Kahvenin bulunduğu tepeye de Loti'nin anısı Pierre Loti Tepesi adı verilmiş.. Bu tarihi kahvenin hemen bitişiğindeki eski merdivenlerden çıkınca sağ tarafta, istanbul Büyükşehir Belediyesi'nin 1997 yılında Pierre Loti Tepesi'ndeki yapıları istimlak ederek bölgeyi turizme kazandırmak amacıyla başlattığı projenin ürünleri karşımıza çıkıyor; metruk evlerin yerine Osmanlı-Türk mimarisine uygun yapılan ahşap konaklar. Mevcut yapıları muhafaza edilen turistik kompleksin yapımı 2000 yılında tamamlandı. Otel olarak hizmet veren altı konağa, Pierre Loti'ye yakın semtlerin isimleri verilmiş; Ayvansaray, Sütlüce, Eyüp, Balat, Hasköy ve Fener konakları. Turquhause Butik Otel olarak turizme açılan konaklar 68 odalı ve130 yatak kapasitesine sahip. Tarihi konaklarda bir gece konaklamanın bedeli 60-100 dolar arasında değişiyor. İç mekanlar tesislerin içinde bulunduğu tarihi atmosfere uygun objelerle dekore edilmiş. Restoran ve kafenin tavanları kalemkarlar ve nakkaşlar tarafından özenle süslenmiş.

Tesisin bulunduğu bahçe zevkli bir peyzaj çalışmasıyla ziyaretçilerin rahatça gezebilecekleri bir alana dönüştürülmüş. Pierre Loti'de konakların yanı sıra tarihi eserlerde restore edilmiş. Örneğin, 250 yıl önce idris-i Bitlisi tarafından yaptırılan Sıbyan Mektebinin restorasyonu tarihi mimari'nin korunmasına katkı açısından önemli. Bahçedeki Niyet Kuyusu'na iki rekat namaz kılıp, niyet duasını okuduktan sonra gelenler kuyunun içine baktıklarında kaybettikleri değerli bir şeyin nerede olduğunu gördüklerine inananlar, bu umutla hâlâ kuyunun içini gözleyenler var. Tesisin girişinde Attan Düşen Ali Paşa'nın kabri de bulunuyor. Rivayete göre , rahmetli Paşa'nın padişahla arası açılmış, görevinden azledilmiş. Bir süre sonra padişah tarafından iade-i itibara mazhar olmuş ancak bu kez attan düşüp vefat etmiş. Pierre Loti Turistik Tesisleri'ne gelenler Halic'in muhteşem siluetini izlemenin yanı sıra Miniatürk'ü yukarıdan görme şansına da sahipler.

Kaynak: Şehr-i İstanbul Dergisi

27 Mayıs 2008 Salı

İstanbul Turu - Eyüp Sultan Külliyesi -

İstanbul Turu
- Eyüp Sultan Külliyesi -

Eyüp’ün merkezinde, Haliç kenarındadır. Külliye, camii, türbe, hamam ve günümüze ulaşmayan medrese ve imaretden oluşmaktaydı. Külliyenin ilk inşa edilen kısmı türbedir. Bu türbe, sahabe olan ve Hz. Muhammed`i Medine`ye ilk geldiğinde evinde misafir eden Hz. Ebu Eyüb el-Ensari`ye aittir. Halk arasında "Eyüp Sultan" olarak adlandırılan bu zat, Emeviler`in 668-669`daki İstanbul kuşatmasına katılmış ve şehid olmuştur. Mezarının bulunduğu yer İstanbul`un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmed`in hocası Akşemseddin tarafından bir rüyada keşfedilmiştir. Fatih, bu mezarın üzerine türbe inşa ettirmiştir.

1459 yılında, yine Fatih Sultan Mehmed tarafından, türbenin yanına cami, medrese, imaret ve hamam yaptırılmış, böylece külliye oluşmuştur. Caminin 17.50 metre çapında bir ana kubbesi ve 1723 yılında eskilerine göre daha uzun olarak inşa edilen iki minaresi vardır. Camii içi süslemeleri oldukça sadedir. Bu açıdan 18. yüzyıl camilerinden farklıdır. Ama mihrabındaki altın yaldızla kaplanmış süslemeler dikkat çekicidir.


Külliyenin en önemli öğesi, diğer bütün külliyelerden farklı olarak, türbedir. Türbe sekizgen planlı ve tek kubbelidir. Türbe dışındaki ve iç duvarlarındaki çiniler, ahşap sandukanın üzerindeki simle işlenmiş yazılarla süslü örtü ve sandukanın önünde bulunan saf gümüşten korunağın her biri, birer sanat şaheseri sayılmaktadır.

Külliyeye dahil olan hamam günümüze kadar ulaşabilen en eski Osmanlı hamamıdır. Medrese ve imaret ise günümüze ulaşmamıştır. Ayrıca, Eyüb Sultan`a verilen büyük değerden ötürü, bir çok kimse mezarının burada olmasını istemiş; bunun neticesinde de külliyenin etrafı yüzlerce yıl boyunca türbe ve mezarlarla kaplanmıştır. Etrafında bulunan bu türbeler ve mezarlarla Eyüp’ün simgesi haline gelmiştir.

25 Mayıs 2008 Pazar

İstanbul Turu - Dolmabahçe Sarayı - 4 -

İstanbul Turu
- Dolmabahçe Sarayı -
4.üncü bölüm (son)


Sarayın bulunduğu yöre, 17. yüzyıla kadar Boğaziçi’nin koylarından biriydi. Bu bölgenin Altın Post`u aramaya çıkan Argonotlar`ın efsanevi gemisi Argos’un demirlediği, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi sırasında Haliç’e indirmek üzere gemilerini karaya çıkardığı yer olduğu ileri sürülür.
Osmanlılar Döneminde kaptan paşaların donanmayı demirledikleri, geleneksel denizcilik törenlerinin yapıla geldiği doğal bir liman görünümünde olan bu koy, 17. yüzyıldan başlayarak dönem dönem doldurulmuş ve Dolmabahçe adıyla padişahların Boğaziçi’ndeki has bahçelerinden biri konumuna getirilmiştir.




Tarihsel süreç içinde çeşitli padişahlar tarafından yaptırılan köşk ve kasırlarla donatılan Dolmabahçe; zamanla "Beşiktaş Sahil Sarayı" adıyla anılan bir saray görünümü kazanmıştır. Beşiktaş Sahil Sarayı, Sultan Abdülmecid Döneminde (1839-1861) ahşap ve kullanışsız olduğu gerekçesiyle 1843 yılından başlayarak yıktırılmış ve aynı yerde günümüze dek gelen Dolmabahçe Sarayı’nın temelleri atılmıştır.

Yapımı, çevre duvarlarıyla birlikte 1856 yılında bitirilen Dolmabahçe Sarayı 110.000 m2’yi aşan bir alan üstüne kurulmuş ve ana yapısı dışında onaltı ayrı bölümden oluşmuştur. Bunlar saray ahırlarından değirmenlere, eczanelerden mutfaklara, kuşluklara, camhane, dökümhane, tatlıhane gibi işliklere uzanan bir dizi içinde, çeşitli amaçlara ayrılmış yapılardır. Bu yapılar arasına Sultan II. Abdülhamid Döneminde (1876-1909) Saat Kulesi ve Veliahd Dairesi arka bahçesindeki Hareket Köşkleri eklenmiştir.


Dönemin önde gelen Osmanlı mimarları Karabet ve Nikogos Balyan tarafından yapılan sarayın ana yapısı; Mabeyn-i Hümâyûn (Selâmlık), Muayede Salonu (Tören Salonu) ve Harem-i Hümâyûn adlarını taşıyan üç bölümden oluşur. Mabeyn-i Hümâyûn; devletin yönetim işleri, Harem-i Hümâyûn; padişah ve ailesinin özel yaşamı, bu iki bölümün arasında yer alan Muayede Salonu ise; padişahın devlet ileri gelenleriyle bayramlaşması ve kimi önemli devlet törenleri için ayrılmıştır.

Tüm yapı, bodrumla birlikte üç katlıdır. Biçimde, ayrıntılarda ve süslemelerde gözlenen belirgin batı etkilerine karşılık bu saray, bu etkilerin Osmanlı ustalarca yorumlanmış bir uygulamasıdır. Öte yandan, gerek kuruluş gerekse oda ve salon ilişkileri açısından geleneksel Türk evi plan tipinin çok büyük boyutlarda uygulandığı bir yapı bütünüdür. Beden duvarları taştan, iç duvarları tuğladan, döşemeleri ahşaptan yapılmıştır. Çağın teknolojisine açık olan saraya, 1910-12 yıllarında elektrik ve kalorifer sistemi eklenmiştir. 45.000 m2’lik kullanılır döşeme alanı, 285 odası, 46 salonu, 6 hamamı ve 68 tuvaleti vardır. Döşemelerin ince işçilikli parkelerinin üstünde, önce sarayın dokumevinde, sonra da Hereke’de dokunmuş 4454 m2 halı serilidir.

24 Mayıs 2008 Cumartesi

İstanbul Turu - Dolmabahçe Sarayı - 3 -

İstanbul Turu
- Dolmabahçe Sarayı -
3.üncü bölüm


Uzun koridorlar geçilerek varılan harem bölümünde, sultan yatak odaları ve sultanın annesinin bölümü ile diğer kadın ve hizmetkârların bölümleri bulunmaktadır. Sarayın kuzey eklenti bölümü şehzadelere tahsis edilmişti. Girişi Beşiktaş semtinde olan yapı Resim ve Heykel Müzesi olarak hizmet vermektedir. Cumhuriyet döneminde, Atatürk’ün İstanbul ziyaretlerinde ikametgâh olarak kullanılan sarayda en önemli olay 1938’de Atatürk’ün ölümüdür. Halkın ziyaretine açık tutulan Atatürk’ün naşı buradan Ankara’ya gönderilmişti. Halen saraydaki saatler bu büyük Türk’ün anısına ölüm saatinde durdurulmuştur. Dolmabahçe sarayı haftanın belirli günlerinde ziyarete açık olup, görülmesi şart olan İstanbul hazinelerinden bir diğeridir.



(Devamı Yarın...)

23 Mayıs 2008 Cuma

İstanbul Turu - Dolmabahçe Sarayı - 2 -

İstanbul Turu
- Dolmabahçe Sarayı -
2.nci bölüm


Sarayın giriş tarafı Sultanın kabul ve görüşmeleri, tören salonunun diğer tarafındaki kanat ise harem bölümü olarak kullanılmıştı. İç dekorasyonu, mobilyaları, ipek halı ve perdeleri ve diğer tüm eşyası eksiksiz olarak, orijinaldeki gibi günümüze gelmiştir. Dolmabahçe Sarayı mevcut hiçbir sarayda bulunmayan bir zenginlik ve ihtişama sahiptir. Duvar ve tavanlar devrin Avrupalı sanatkârlarının resimleri ve tonlarca ağırlığında altın süslemeleri ile dekore edilmiştir. Önemli oda ve salonlarda her şey aynı renk tonuna sahiptir. Bütün zeminler birbirinden farklı, çok süslü ahşap parke ile kaplıdır. Meşhur Hereke ipek ve yün halıları, Türk sanatının en güzel eserleri, birçok yerde serilidirler. Avrupa ve Uzak doğunun ender dekoratif el işi eserleri sarayın her yerini süslerler. Pırıl, pırıl kristal avize, şamdan ve şömineler sarayın pek çok odasında güzelliklerini sergilerler. Dünyadaki saraylar içerisinde en büyük balo salonu buradakidir. 36 m. Yüksekliğindeki kubbesinden ağırlığı 4.5 ton olan devasa kristal avize asılı durur. Önemli siyasi toplantılarda, tebrik ve balolarda kullanılan bu salon, önceleri alttaki, fırına benzer bir düzen ile ısıtılırdı. Saraya kalorifer ve elektrik sistemi daha sonraları eklenmiştir. 6 Hamamdan Selamlık bölümündeki, eşi olmayan, güzel oymalı alabaster mermerleri ile dekorludur. Büyük salonun üst galerileri orkestra ve diplomatlar için ayrılmıştı.

(Devamı Yarın...)

22 Mayıs 2008 Perşembe

İstanbul Turu - Dolmabahçe Sarayı - 1 -

İstanbul Turu
- Dolmabahçe Sarayı - 1 -
1.nci bölüm

Dolmabahçe Sarayı, Avrupa sanatı üslûplarının bir karışımı olarak 1843-1856 yılları arasında inşa edilmiştir. Sultan Abdülmecit’in mimarı Karabet Balyan’ın eseridir. Osmanlı Sultanlarının her devirde birçok sarayı bulunurdu. Ancak esas saray Topkapı, Dolmabahçe Sarayının tamamlanmasından sonra terk edilmiştir. Dolmabahçe Sarayı 3 katlı, simetrik planlıdır. 285 odası ve 43 salonu vardır. Denizden 600 metrelik bir rıhtımı, kara tarafında ise birisi çok süslü 2 abidevi kapısı vardır. Bakımlı ve güzel bir bahçenin çevrelediği bu sahil sarayının ortasında, diğer bölümlerden daha yüksek olan tören ve balo salonu yer alır.

(Devamı Yarın...)

20 Mayıs 2008 Salı

İstanbul Turu - İslam eserleri müzesi -

İstanbul Turu
- İslam Eserleri Müzesi -

Sultan Ahmet Camii’nden çıktıktan sonra yolun karşı kısmında bulunan İslam Eserleri Müzesine de gitmek istedik. Bu arada tur arkadaşlarımız oranın meşhur olduğu söylenen bir köftecisine gitmek üzere sözleşmişler ama bizim aklımız sadece gezmede olduğundan, ne kadar çok yer görebilirsek diye, bizler gitmeyip müzeyi tercih ettik. İyi ki de tercihimizi bu yönde kullanmışız zira çok hoşumuza gitti.



Hipodrom’un batısında, Sultan Ahmet Camii’nin karşısında yer alan Kanuni'nin sadrazamı İbrahim Paşa Sarayı 16. yy. zengin ve tipik özel sarayların günümüze gelen tek örneğidir. Bu güzel yapı Türk ve İslam Eserleri Müzesi olarak ziyarete açıktır.
Türk ve İslam eserlerini topluca kapsayan ilk Türk müzesi olma özelliğine sahip.1914 yılında Evkaf-ı İslamiye Müzesi adıyla Süleymaniye Külliyesi İmaretler bölümünde kurulan müze, 1965-1983 yılları arasında onarılan İbrahim Paşa Sarayı'na taşınmış ve 1983 yılında ziyaretçilere açılmış. Sultan Ahmet Meydanı batısında yer alan İbrahim Paşa Sarayı (16 yy.) 1983 yılından beri Türk ve İslam Eserleri Müzesiymiş. Sultan sarayları dışında günümüze gelen tek özel saraymış. Kemerler üzerine yükseltilmiş yapı 3 taraftan ortadaki terası çevreler. Terastan müzenin ilk bölümüne merdivenlerle ulaşılıyor. Odalar ve salonlarda İslam dünyasının değişik ülkelerinde meydana getirilmiş nadir sanat eserleri sergilenmekte. Taş ve pişmiş toprak, metal ve seramik objeler, cam eşyalar, el yazma kitaplar devirlerinin en kıymetli örnekleriymiş. Büyük salonların bulunduğu geniş camekanlı kısımda, 13-20 yy.ların el işi Türk halılarının şaheser örnekleri sergileniyor. Bu eşsiz koleksiyon dünyanın en zengin koleksiyonuymuş. 13 yy. Selçuklu halıları ve sonraki asırlara ait diğer parçalar itina ile sergilenmişler. Halı bölümünün alt katı son birkaç asrın Türk günlük yaşamı ve eserlerinin sergilendiği Etnoğrafik bölümdür.Müzede, Halı Bölümü, El Yazmaları ve Hat Sanatı Bölümü, Ahşap Eserler Bölümü, Taş Sanatı Bölümü, Keramik ve Cam Bölümü, Maden Sanatı Bölümü, Etnografya Bölümü bulunmakta, biz zamanımızın darlığından pek rahat dolaşamadık ama gidecek olanlara muhakkak öneriyoruz.

18 Mayıs 2008 Pazar

İstanbul Turu - Sultan Ahmet cami ve meydanı -

İstanbul Turu
- Sultan Ahmet cami ve meydanı -

Yerebatan sarnıcından çıktıktan sonra Sultanahmet meydanını yürüyerek geçtik. Obelisk İstanbul'un en önemli meydanlarından biriymiş. Bizans devrinde Hipodrom olarak bilinirmiş. “Hipodrom” At binenlerin, atların meydanı anlamına gelir. Osmanlı döneminde buraya At Meydanı denirmiş. İstanbul’un en önemli abideleri Ayasofya, Sultan Ahmet Camii, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Yerebatan Sarnıcı burada, Hipodromun çevresinde bulunmakta. Gene burada bulunan Alman çeşmesinin, Mısır’dan getirilen Obelisk, Yılanlı Sütun ve Örme Obelisk’in resimlerini çektik. Alman Çeşmesi, Kayzer Wilhelm'in ziyaret hatırası olarak yapılmış.
Meydanın sonuna doğru yer alan camiye vardık, birkaç resim çektik, gezdik ve edindiğimiz bilgileri de sizlerle paylaşalım;


Sultanahmet Camii, 1609-1616 yılları arasında sultan I. Ahmet tarafından İstanbul'daki tarihi yarımadada, Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa'ya yaptırılan cami. Mavi, yeşil ve beyaz renkli İznik çinileriyle bezendiği için Avrupalılarca "Mavi Cami (Blue Mosque)" olarak adlandırılır.

Ayasofya'nın müzeye dönüştürülmesiyle, İstanbul'un ana camii konumuna ulaşmıştır. Yapının mimari ve sanatsal açıdan dikkate şayan en önemli yanı, İznik çinileriyle bezenmesidir. Bu çinilerin süslemelerinde sarı ve mavi tonlardaki geleneksel bitki motifleri kullanılmış, yapıyı sadece bir ibadethane olmaktan öteye taşımıştır.

Sultanahmet, Türkiye'nin altı minareli ilk camisidir. Bir efsaneye göre dönemin padişahı I. Ahmet, başta minareleri altından yaptırmak istemiştir. Ama kaplamada kullanılacak olan altının değeri padişahın bütçesini fazlasıyla aşınca, caminin mimarı Sedefkar Mehmet Ağa bu emri güya yanlış işiterek, "altın" sözcüğünden "altı" yaparak, camiyi 6 minareli inşa ettirmiştir.

Sultanahmet Camii'nin 1895 yılındaki hali;
Ayasofya ve Sultanahmet Camii Caminin ibadethane bölümü 64 x 72 metre boyutlarındadır. 43 metre yüksekliğindeki merkezi kubbesinin çapı 23,5 metredir. Caminin içi 260 pencereyle aydınlatılmıştır. Yazıları Diyarbakırlı Seyyid Kasım Gubarî tarafından yazılmıştır. Çevresindeki yapılarla birlikte bir külliye oluşturur.

Avlunun batı girişinde, demirden ağır bir kordon bulunmaktadır. Bu kordon avluya atıyla giren padişahın kafasını çarpmaması için eğmesini gerektiriyordu. Bu, padişahın bile camiye girerken kendisine çeki düzen vermesi gerektiğini göstermek amaçlı sembolik bir eylemdi.

(Bu vesile ile, 19 Mayıs Bayramı, ülkemize ve yurt dışında bulunan tüm Türk vatandaşlarımıza kutlu olsun...)

16 Mayıs 2008 Cuma

İstanbul Turu - Yerebatan sarnıcı -

İstanbul Turu
- Yerebatan sarnıcı -

Yerebatan Sarayı (Bazilika Sarnıcı)

Ayasofyadan çıktıktan sonra sağa dönüp yoldan karşıya geçtik ve gene girişte sıra ile karşılaştık. Ve gene tur rehberleri önden gidip turları için toptan bilet aldıklarından geri kaldık. Bu sefer girişte ücret ödedik, buraya girişte bayram indirimi yoktu !... Bizde iyice alışmıştık hani ….
Biletlerimizi alıp merdivenlerden aşağı indik. Hemen orada solda maketi inceleyip genel olarak etrafı seyrettik. Burası eskiden civardaki saraylara su sağlamak için I Justinyen (527-565) devrinde yapılmış, yüksekliği 10 metreyi aşan 1500 yıllık bir su sarnıcı. 80.000 metreküp su alabilen ve 140´70 metrekarelik bir alana yayılan sarnıç, 6. yüzyılda öncelikle saray ihtiyaçlarını karşılamak üzere yapılmış.
28 x 12 sıralı sütunların toplamı 336 adet olup, 170 x 70 metre boyutlarındaymış. Bazıları sade, çoğu Korint uslubunda sütun başlıkları ile süslü. Su seviyesi mevsimlere göre değişirmiş.
1984 büyük tamirat sırasında zemin temizliği yapılmış, 1 metreden fazla çamur temizlendiğinde orijinal tuğla taban ve 2 sütun altında meduza kafası mermer bloklar ortaya çıkarılmış. İnşa edilen gezi yolu ile de sarnıç içini dolaşmak mümkün olmuş.
İki sütunun tabanını oluşturan pagan kalıntıları olan Medusa kafalarının, hıristiyanlar tarafından ebediyen suyun altında gizlenmesinin amaçlandığı düşünülmekteymiş. Sarnıçta toplanan yağmur suyunda yaşayan sazan balıklarının dekoratif ve kirlenmeye karşı bir önlem olduğu söylendi ki bizim epeyi ilgimizi çekti.


14 Mayıs 2008 Çarşamba

İstanbul Turu - Ayasofya -

İstanbul Turu
- Ayasofya -

Topkapı sarayında çıkıp, soğukçeşme sokağını gezdikten sonra Ayasaofya’ya yollandık. Gene bayram nedeni ile girişler ücretsizdi. Turların rehberleri tarafından girişte toptan alınan biletlerin arasında rica ederek bizler de tekil giriş biletlerimizi aldık. İçeri girip etrafı seyretmeye başladık. Yer yer gene tamirat ve tadilatlar vardı. İçerisi hem yerli hem yabancı ziyaretçilerle doluydu. Bol resim çekip yapının tarihi görünümünü ve yapım tekniklerini tartıştık. İnternette epeyi bilgi vardı, çektiğimiz fotoğrafların bir kısmının eşliğinde o bilgileri sizler için derledik.


Ayasofya Müzesi

Birkaç yüzyıl, dünyanın en büyük kilisesi olma özelliğini taşıyan Ayasofya, bugün Londra'daki St. Paul's, Roma'daki St. Peter's ve Milan'daki Doumo'nun ardından dünyanın dördüncü büyük eski kilisedir. Büyük Osmanlı mimarı Mimar Sinan'ın, hayatını Ayasofya'nın teknik başarılarını geçmeye adadığı söylenmektedir.
Ayasofya'nın bulunduğu yerde daha önce de aynı adı taşıyan iki kilise yapılmış, ancak bunlar yangın nedeniyle yok olmuşlardır. İmparator İustinianos, Roma İmparatorluğunu'nun eski siyasal bütünlüğünü sağlamaya çalışırken, bu iddialı planlarına uygun şekilde, görülmemiş büyüklükte bir kilise yaptırmaya girişti. Matematikçi Tralles'li Anthemius ve geometri bilgini Miletus'lu İsidoros'u kilisenin mimarı olarak görevlendirdi. Tamamlandıktan kısa süre sonra bir kısmı depremde çöken kilise, destek duvarları ve onarımlarla eski haline getirildi.

Bir Bizans efsanesine göre, İustinianos ayindeyken elinden kutsal ekmeği düşürür ve eğilip alana kadar, bir arı ekmeği alıp uçurur.
Bunun üzerine, bütün arı sahiplerinin kovanlarda bu ekmeği aramalarını buyurur. Birkaç gün sonra bir arıcı, elinde diğerlerine hiç benzemeyen bir petekle çıkar gelir ve işte bu petek, Ayasofya'nın planı olur. Ermeni edebiyatında, Ermeni mimar ve ustaların emeğinin geçtiğine dair kayıtlar vardır.

Görünümü ve boyutları insanda hayret uyandıran Ayasofya'nın yapımı süresince, imparatorluğun dört bir yanından eserler getirtildi ve inşasında 100 ustanın emrinde, 10.000 işçi çalıştı.

Binanı dış görünüşünden çok, içinin etkileyiciğine önem verilmiştir. Yüzölçümü 7570 metrekare olan müzenin uzunluğu 100 metreyi geçer. Bizans tarihinde Ayasofya'nın çok önemli bir yeri vardır; imparatorların taç giyme törenleri, zafer kutlamaları hep bu dikkate değer yapıda gerçekleşmiştir.
Bizans döneminde yaşanan önemli bir olay da ikonoklastik dönemde, tüm kutsal resimlerin kiliseden silinmesidir. 1204'te, Dördüncü Haçlı Seferleri sırasında da büyük bir yağmaya sahne olmuştur.

Tanrı'ya inanan insanların yaptığı bu etkileyici yapı, müslüman Türkler tarafından da en görkemli ibadethane olarak benimsendi. Mimar Sinan, restorasyonunun yapılmasıyla görevlendirildi. Minare, mihrap, minber gibi İslami elementler eklenerek camiye çevrildi, Allah, Muhammed, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan ve Hüseyin levhaları asıldı, resimlerin ve mozaiklerin üzerine çekilen badana koruyucu işlev gördü. 916 yıl boyunca kilise olarak kullanılan Ayasofya, 481 yıl boyunca da cami olarak kullanıldı ve 1935 yılında, bazı Müslümanların cami ve Ortodoksların kilise olarak kullanılmasını istemelerine rağmen, Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle müzeye çevrildi.

Ayasofya'daki mozaiklerin çoğu ikonoklastik dönemden sonra yapılanlardır. Batı kanadındaki eski girişten, imparator ve ailesi için yapılan büyük ve güzel kapıdan girildiğinde karşılaşılan mozaikte; iki imparator, Konstantinos ve İustinianos'un, kucağında İsa'yı tutan Meryem'e, İstanbul surlarını ve Ayasofya'yı armağan ettikleri resmedilmiştir.

Sütunlar dünyanın farklı yerlerinden toplanıp, buraya getirilmiştir; Efes'teki Artemis Tapınağı'ndan, Heliopolis'teki Güneş Tapınağı'ndan, Baalbek'ten... Sütun başlıkları büyük bir ustalıkla oyulmuştur. Apsiste, kucağında çocuk İsa ile Meryem ve yine apsiste ünlü Cebrail mozaiği vardır. Kuzey duvarındaki nişlerde üç Hıristiyan aziz, İgnatios, Hrisostomos ve İgnatios Teoforos, kubbenin pandantiflerinde ise melekler resmedilmiştir. Bir başka ilgi çekici bölüm de Ortodoks kiliselerinde gynaeceum denilen, yukarıda yapılan kadınlar kısmıdır. İmparatoriçenin, imparator ailesinden kadınların,sıradan kadınların ve sinodların bölmelerinin bulunduğu bu galeriden, kuşbaşı kilisenin içi görülmektedir.

Türkler Ayasofya'ya çok değer vermişler, pek çok padişah, şehzade ve hanım sultan türbesini caminin bahçesinde yapmışlardır. Ayasofya'yla ilişkisi olan herkesin, Bizanslılar, Latinler, Ermeniler ve Türkler'in katkıda bulunduğu bir folklorik nitelikte, efsanelerin oluşturduğu edebiyat vardır.

Kökeni Bizans olan bir efsaneye göre, savaşı kazanan Türkler Ayasofya'ya geldiğinde patrik dua etmekteymiş ve güneyde Ayasofya kitaplığı önünde bir kapıyı çekip ortadan kaybolmuş. Bu kapı bir daha açılmamış. Ancak kubbenin üzerine yeniden haç konduğunda açılacak ve o anda patrik geri gelip duasını tamamlayacakmış.

Farklı imparatorluklarda ayakta kalan, farklı milletler tarafından benimsenen ve farklı kültürlere esin kaynağı olan Ayasofya, Pazartesi dışında hergün 9.30 - 16.30 arasında gezilebilir.

12 Mayıs 2008 Pazartesi

İstanbul Turu - Soğuk Çeşme Sokak -

İstanbul Turu

- Soğuk Çeşme Sokak -

Topkapı sarayından çıktığımızda karşımıza çıkan tarihi çeşmeden sonra sağa dönerek yolumuz üzerindeki sokağa daldık. Burası bir tarafında Topkapı Sarayı, diğer tarafında Ayasofya Müzesi, iki mabet arasında; sağ tarafta sarayın dış kapısı olan Bab-ı Humayun, solunda ise anıtsal bir cami kapısı girişinden başlayarak heybetli Gülhane girişine kadar uzanan arnavut kaldırımlı tarihi sokak…
Eski Osmanlı sokaklarının dar, insancıl ve de sevimli havasını solumak isteyenler korunmuş bir mekan. Restore edilerek pansiyon haline getirilen evler…
1986 yılında ise Soğukçeşme, Turing tarafından eski haline uygun şekilde restore edilerek adeta yeniden hayat kazanmış ve 19.yy Osmanlı tarzında dekore edilen evleriyle, çiçekler içinde, trafiğe kapalı bir sokak halinde turizme açılmış…
Soğukçeşme binalarından 3.Bina, Sayın Fahri Korutürk’ün doğduğu evmiş. Aynı zamanda 8.Binada yer alan 2 Paşa Suite odası, İspanya Kraliçesi ve Yunanistan Prensi'nin 2000 yılı baharında kaldığı odalarmış…


10 Mayıs 2008 Cumartesi

İstanbul Turu - Topkapı Sarayı 7 Teşhir ve Satış Salonu–

İstanbul Turu
- Topkapı Sarayı 7 Teşhir ve Satış Salonu–


Sarayı dolaşmamız bittiğinde gene ilk giriş avlusunda sağ tarafta satış ve sergi salonu vardı. Hafif yağmaya başlayan yağmurdan da kaçalım diye kendimizi buraya atalım dedik ama içeriye girince de çıkmayı bilemedik.
O kadar güzel cam el işi ürünler vardı ki. Bizim ailecek ilgimizi gören oradaki ilgili bir hanım yanımıza geldi. Karşılıklı bayramlaşmamızdan da mutlu oldular ve bize yardımcı olabileceklerini söylediler. O kadar güzel bilgiler verdiler ki, bizlerin ilgisini görünce cam el yapımı ürünlerin yapıldığı atölyelere davet ettiler ama ne yazık ki şansımız olmadığını söyledik. Onlarda bizler kadar üzüldüler.
Buradan hepsine teşekkür ediyor sevgilerimizi iletiyoruz…


Bu arada TÜM ANNELERİN ve ANNE ADAYLARININ ANNELER GÜNÜNÜ KUTLUYOR, SAĞLIKLI, SEVGİ VE HUZUR DOLU NİCE GÜNLERE, SEVENLERİ VE SEVDİKLERİ İLE BERABER ULAŞMALARINI DİLİYORUZ.....

8 Mayıs 2008 Perşembe

İstanbul Turu - Topkapı Sarayı 6 Silah salonu Bakanlar odası –

İstanbul Turu
- Topkapı Sarayı 6 Silah salonu Bakanlar odası –


Geniş saçaklı “Divan-ı Hümayun” bölümünün yanındaki büyük yapı devlet hazinesiymiş. 8 kubbeli bina eski silahların modern biçimde sergilendiği zengin bir koleksiyon vardı. Sultanların kullandığı zırh ve silahlarla, saray ve ordu mensuplarının değişik çağlarda kullandıkları silahlar, diğer ülkelerden ele geçirilenlerle birlikte sergileniyordu.
Hükümet üyelerine tahsis edilmiş Divan bölümü yanında sarayın tek kulesi Adalet Kulesi yükseliyor. Divan toplantıları Sadrazam başkanlığında toplanan Vezirler ve katipler ile yapılırmış. Sultanlar toplantıya katılmaz ancak, duvarda harem bölümüne açılan yüksek, perde ile kapalı bir pencereden toplantıyı dinleyebilirmiş. Elçi kabullerinde ziyafet sofrası bu salonda kurulurmuştu.




6 Mayıs 2008 Salı

İstanbul Turu - Topkapı Sarayı 5 Arka bahçe –

İstanbul Turu
- Topkapı Sarayı 5 Arka bahçe –


Hazine binalarının yanında bulunan koridordan 4. Avluya geçiliyor. Bizi sarayın ince göz alan bezemelerinin yerine; hakim olduğu İstanbul’un en güzel manzaraları karşılıyor. 4. Avlu daha çok yazlık köşklerin yer aldığı padişahın dinlenmek ve eğlenmek için kullandığı bir arka bahçe. Sağdaki teras boğazın Marmara denizine dökülüşünü seyrediyor. Ağır Avrupa izleri taşıyan, terasın hemen yanı başındaki köşk ise Sofa köşkü. Köşkün etrafından dolanarak lale bahçesine ulaşıyoruz. Lale devrine adını veren bahçe burası işte. Her tür lalenin yetiştirildiği bu bahçe Osmanlıların belki en önemli ve kritik dönemine ismini vermiştir.
Merdivenler ile sol taraftaki teraslara doğru ilerliyoruz. Burada Haliç’e bakan terastan önce ufak bir bahçe düzenlenmiş bahçenin sağ tarafında ise hekimbaşının odası yer almaktadır. Devam ettiğimiz zaman bu sefer Haliç’e hakim olan terasa varıyoruz. Revan ve Bağdat köşkleri kendi içlerinde ufak birer saray kadar şaşalı ve zarif şekilde padişahların dinlenmeleri ve bu dünyanın en güzel manzarasını seyretmeleri için kurulmuşlar. Bu terasta ayrıca fıskiyeler ile çevrili büyük bir mermer havuz ve Sultan İbrahim tarafından inşa ettirilmiş olan sünnet odası yer almaktadır. Bütün sarayda olduğu gibi sünnet odasında de İznik’te yapılan en güzel ve değerli çiniler kullanılmış. Sünnet odası ile Bağdat Köşkü arasında ise göz alan yine Sultan İbrahim tarafından yaptırılmış altın yaldızlı bronz kameriye bulunur. Bu kameriyenin altında sultanlar iftarlarını açarlar ve mehtabı seyrederlermiş. Sarayın bugün gezilen en uç noktası işte burasıdır.




4 Mayıs 2008 Pazar

İstanbul Turu - Topkapı Sarayı 4 Arz odası –

İstanbul Turu
- Topkapı Sarayı 4 Arz odası –


Üçüncü avluda, hemen girişte karşımıza gelen, iki kapılı oda şeklindeki müstakil bina Arz odasıymış.
Arz odasına bu günkü anlamda, Padişahın makam odası gibi denebilir. Divanda alınan kararlar kadifeden ve mühürlü keselerde bu odada arz edilirmiş. Yabancı elçilerin kabul işi de burada olurmuş. Padişah tahtında oturur, elçi iki iriyarı görevli koltuklamış, yani kollarını sıkı sıkıya kavramış olarak huzura getirilirmiş. Elçinin getirdiği bir mektup varsa onu okur veya sözlü yarım saatlik bir konuşma yapar, tercüman onu özetleyerek; yanında bulunan Sadrazama 3-5 dakikalık özet bir tercüme ile anlatır, Sadrazam da üç cümle ile Padişaha arz edermiş. Elçinin mutlaka Padişaha eğilerek selamlaması kanunmuş.
Arz odasının iki kapısından sağdakinin üstünde bulunan yazı, Sultan 3ncü Ahmed'in el yazısı, Sol kapı üstündeki yazı ise, Sultan 2nci Mahmud'un el yazısıymış.
Babüssade önünde etrafı, dört pirinç baba ve ince sarı zincirlerle çevrili bir bölüm vardı. Burası Sancağı şerifin gönderinin dikildiği yermiş. Herhangi bir sefer için hareket edileceği gün, Sancağı Şerif gönderinde ve kılıfında olarak buradaki yerine dikilirmiş. Eğer padişah sefer iştirak edecekse normal oraya dikilirmiş. Eğer padişah gitmeyip bir Serdar yani komutan tayin etmişse, Padişah Sancağı ona burada teslim edermiş.



2 Mayıs 2008 Cuma

İstanbul Turu - Topkapı Sarayı 3 Mutfak -

İstanbul Turu
- Topkapı Sarayı 3 Mutfak -


Fatih Sultan Mehmed tarafından 1478’de yaptırılan Topkapı Sarayı, Sultan Abdülmecid’in Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırmasına kadar yaklaşık 380 sene Devletin idare merkezi ve Osmanlı sultanlarının resmi ikametgahı olmuş. Kuruluş yıllarında yaklaşık 700.000 m.² lik bir alanda yer alan Saray’ın bugünkü alanı 80.000 m.² miş.
E bu kadar geniş bir alanda ne kadar çok kişinin yaşadığı da kabaca tahmin edilebilir (herhalde !...).
Mutfaklarda toplam 200 aşçı ve yardımcısı, 200 Buzcu, Yoğurtçu ve kasap çalışırmış.
Sağdaki revak arkasında mutfak binaları bulunuyor. Mutfak gereçlerinin sergilendiği bölümde ise dev kazanlar, saray mutfağı kullanım eşyaları (tabaklar, kaseler, tencere kapakları) sergileniyordu. Yabancı ülkelerden saraya hediye edilen gümüş maketler, III. Ahmet Çeşmesi, İzmir Saat Kulesi maketi gibi çeşitli gümüş eşyaların bulunduğu salonu da ilgiyle gezdik.
Bizimi en çok mutfakta kullanılan malzemeleri tartmak için kullanılan ağırlıklar ilgimizi çekti. Ne malzemeler kullanılmış, ne kadar fazlaymış ki o kadar farklı tipte ağırlıklar tartı için kullanılmış.