♥♥♥♥ TÜM GÖNÜL DOSTLARIMIZIN, BLOG SAYFALARINDAN YEMEK VE GEZİ PAYLAŞIMININ VEFALI ARKADAŞLARIMIZIN, MÜBAREK RAMAZAN BAYRAMINI KUTLUYOR, SAĞLIK SIHHAT BİRLİK DİRLİK ESENLİK İÇİNDE DAHA NİCELERİNE SEVENLERİ VE SEVDİKLERİ İLE ULAŞMALARINI DİLİYORUZ... ♥♥♥♥

SEYYAH & SOFRAM...

14 Eylül 2010 Salı

Yolüstü su sarnıçları

Yolüstü su sarnıçları
SARNIÇ (YOL DURAĞI)

Günümüzde yol durakları olarak nitelendirilen sarnıçlar Anadolu’da antik çağlardan bu yana yağmur sularını depolamak amacıyla inşa edilen yapı türüdür. Kalelerde, yerleşim alanlarında, yol boylarında ve tarımsal alanlarda, bazen kayalara oyularak, bazen de taşlarla örülerek inşa edilen sarnıçlar, hem içme suyu gereksinimini karşılamak için hem de hem de tarımsal faaliyetlerde kullanılırdı.
16.yüzyılda, özellikle Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos seferi sırasında yöremizde çok sayıda sarnıç inşa edildiği bilinmektedir.
Muğla sınırlarında en sık rastlanan sarnıç türü daire planlı, kubbeyle örtülü bir kurguya sahiptir. Kubbe başlangıcı seviyesinde yağmur sularının sarnıçta toplanmasını sağlayan su olukları bulunmaktadır. Sarnıçtan hem su alınabilmesi hem de suyun kontrolünde ve temizliğinde kullanılan merdivenler, bu yapıları tamamlayan diğer unsurlardır.





NOT: Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…

Bu konuda bulduğum bir yazı;

Bodrumlu olan ve Bodrum’a seyahat eden herkesin sıklıkla gördüklerinin başında sarnıçlar gelir. Neredeyse buranın alamet-i farikalarından birisi olmuştur desek sanırım yanlış bir şey söylemiş olmayız.

Bodrum yarımadasının her yanında o kadar çok sarnıç var ki. Mesela, Yalı Beldesi ile Bodrum arasındaki yol güzergahında dikkat edilecek olursa, yolun her iki kenarında sarnıçlar görülür. Eğer buradan geçmişseniz en azından bir ikisi dikkatinizi çekmiştir. Ben her seferinde dikkatlice etrafı izleyerek gider gelirim. Araba kullanmadığım için bunu kolaylıkla ve güvenli bir şekilde yapabiliyorum. Bir defasında, yol boyunca ne kadar sarnıç var sayayım dedim. Meğer Yalıçiftlik ile Bodrum girişi Yokuşbaşı arasında tam 15 tane varmış. Bunlar sadece yol kenarında olanlar. Yol boyunca sarnıçların yoğunluğunu görünce, acaba bunun bir sebebi var mı, varsa ne ola ki dedim. Ya bu sarnıçlar yol boyunca yapılmışlar ya da yol sarnıçların olduğu yerlerden geçirilmiş. Öyle ya da böyle, yol ile sarnıçlar arasında bir ilişki olabilir.

Genellikle dairesel formlu Kümbet şeklinde yapılmışlardır. Ancak az sayıda da olsa, küçük bir tüneli andıran ve dikdörtgen temel üzerine oturtulanlarına da rastlanır. Sarnıçlar, su toplama yeri ve depoları olarak yapılmış ve kullanılmışlardır. Bir kısmı bu amaçla halen kullanılmakla birlikte, Bodrum merkezdekiler başta olmak üzere yarımadada turizmin yoğun olduğu yerlerde kapılarına bir demir parmaklık konulduğu ve kilit vurulduğu görülür. Demek ki tüfek icat olunca sadece mertlik bozulmamış. Derin kuyu pompaları icat olunca da sarnıçlara sırt çevrilmiş.

Çok fazla olmasa da bazı sarnıçların giriş kapısının üzerinde kim tarafından, hangi yıl yaptırıldığı gibi bilgiler bulunur. Mühendislik diliyle söylemek gerekirse; sarnıçlar birer sanat yapısıdırlar. Sarnıçlar, üstte bir kubbe ve altta suyun toplandığı bir yerden ibarettir. Kubbelerinin yapımında, sağlamlığı arttırmak için harcının içine keçi kılı konulduğunu duymuştum ama bunun doğruluğunu kesinleştirmiş değilim. Genellikle kubbenin üzerinde bir fallus bulunur. Bunun yöresel adı sibektir. Sarnıçların kubbe şeklindeki kısmına düşen yağmur damlaları, yerden bir metre kadar yükseklikte, 30-40 cm kadar genişlikte ve içe meyilli olan kısma gelerek burada toplanırlar ve belli aralıklarla yerleştirilmiş olan deliklerden sarnıcın içine akarlar. Bu delikler aynı zamanda sarnıcın içinin havalanması işlevini de yerine getirirler. Ortalama bir sarnıcın çapı 7 m. civarındadır. Bu da yaklaşık 38 m2 bir taban alanı oluşturur. Kapı hizasına kadarki derinliği ise 2-2,5 m kadardır. Böylece 75 m3 civarında bir su toplama ve depolama haznesi oluşmuş olur. Bu yöreye düşen ortalama yıllık yağış miktarı 650 mm olduğuna göre demek oluyor ki, kubbe kısmına düşen yağıştan toplanan miktar; 38 m2 x 0.65 m = 24.7 m3 Geriye kalan miktar ise topraktan girer içeriye. Toprakta suyun akış yönüne dikkat edilerek açılan kanallardan gelen su, toprak seviyesindeki delikten sarnıcın içine dolar. Sarnıç suyla dolu olduğunda, kapısından suyu almak kolaydır. Su azaldıkça, içeride aşağıya doğru yapılmış olan bir merdivenden inilerek su alınır. Önlerinde hayvanların sulanabilmeleri için bir yalak bulunur. Yalaklar, genellikle taş ya da ağaç gövdesi oyularak, daha yakın zamanda yapılanları ise güncel yapı teknikleri kullanılarak yapılmışlardır.

**
Sarnıçlara kimsenin tenezzül ettiği yok artık. Kimisi bir yol kenarında, kimisi ağaçlar arasında, orada burada bakımsız ve unutulmuşlar. Eskiden su ihtiyacı kuyulardan, bir çok evde bulunan ve çatıdan gelen suların toplandığı evlerdeki sarnıçlardan ve bu kümbet sarnıçlardan karşılanır, böyle olunca da suyun kıymeti bilinirdi. Sonra şebeke suyu geldi, suyun ne kadar değerli bir şey olduğu biraz unutuldu, su daha dikkatsizce kullanılır oldu. Sanılıyor ki bu su hep böyle akacak…

Yarımadanın önemli ama unutulmuş yapılarından olan sarnıçlara ithaf olsun bu yazı ve buradan onlara selam olsun…

**

Lütfen bakınız : (Sayın Sabahattin Bilsel'in fotoğraf galerisi için )
Sayın Sabahattin Bilsel'in fotoğraf galerisi için

Sabahattin Bilsel's Galleries
Sabahattin Bilsel's Galleries

12 Eylül 2010 Pazar

Sevgili Dr. Engin Karaşin … Hoşça kal Dostum…

Sevgili Dr. Engin Karaşin …






NOT: Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…


Hoşça kal Dostum…

Yıllar içinde tanıştığımız kişilerin küçük bir kısmı ile zamanla tanışma tanışıklığa, aşamalı olarak arkadaşlığa ve en önemli düzey olan dostluğa ulaşıyor. Bu dostluk ise yakınlık derecesine göre bir zaman geliyor gönül dostluğuna erişiyor.
Sevgili Dr. Engin ve ailesi de bizler için öyle oldu.
Bulunduğumuz ilçede yedek subaylık görevini ifa etmek için ayrıldığında ailesini emanet edip teslim edecek, ailesinin de bunu kabul edeceği kadar bir yakınlık oluştu.
Süreç içinde uzmanlık için ayrıldığında bizler de başka bir ile tayin olduğumuzda araya giren mesafeler bu dostluğu aksatmadı. Gün oldu telefonlaştık gün oldu bir vesile ile İstanbul’da denkleştik. Ama hayat kendi içinde bizleri kendi mecrasında sürüklerdi durdu.
Bundan birkaç yıl önce gene bir Türkiye turuna çıktığımızda o zamanki rotamız Marmara ve civar illeri idi. Adapazarı, Kocaeli, Bursa, Balıkesir derken Altınoluk’ta yazlıklarında sevgili eşi Mediha hanım, oğulları Alper, İstanbul hanımefendisi saygıdeğer annesi ve babası ile birlikte baldızı ile de kısa da olsa zaman geçirmiş, geçmişi anıp hasret gidermiştik.
Oradan ayrılıp Keşan’da görev yaptığı hastanede buluşmuş, ısrarı ile (iyi ki) bir yerlerde bir masa etrafında çok güzel anlar yaşamıştık.
Gene aynı yazlıkta birkaç sene sonra Ege turumuzu esnasında Altınoluk’a kadar çıkıp bir ev kiralamış güzel bir sabah kahvaltısında anılarımızda yer eden sohbetlerde bulunmuştuk.
Bugün ise gönül dostumuz, aile dostumuz, sevgili arkadaşım Dr. Engin Karaşin’in bir kalp krizi ile hayata veda etmiş olduğun öğrenmem içimi acıttı, yaktı….
Şu son bir ay içinde değer verdiğim sevdiğim artık sayısını tutmak istemediğim miktarda yakın gördüğümüz dostlarımızı kaybettik. Bu sefer öyle kötü oldum ki…
Benim de kalp rahatsızlığım dolayısıyla geç haber vermelerine rağmen bizim için yeni şiddetli bir haber oldu !...
Sonraki birkaç saat nasıl geçti bilmiyorum…
Sevgili Dr. Engin Karaşin, sen bizler için dost ötesi bir gönül arkadaşıydın, sevgi dolu, sır küpü, güzel sesi ile Türk Sanat Müziği icra ederken dinleyenlere verdiğin haz ile anılarımızda ettiğin yer daim olacak. Her anışımızda kulaklarını çınlatacağız…
Değerli ve sevgili ailesine, O’nu seven dostlarına sabır, metanet diliyor, kendisine Allah’tan Rahmet ihsan etmesini dua ediyoruz…
Kendine iyi bak demeyi çok isterdim!…
Hoşça kal Dostum…

9 Eylül 2010 Perşembe

Tokat yolu kümbet ve han

Tokat yolu kümbet ve han

Mübarek Ramazan Bayramınız kutlu olsun, Allah her seneye sağlıkla ulaşmayı nasip etsin...




NOT: Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…

7 Eylül 2010 Salı

Tokat'tan Manzaralar

Tokat'tan Manzaralar



NOT: Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…

5 Eylül 2010 Pazar

Pozantı Şekerpınarı ve ÇIFTEHAN Kaplıcaları


Pozantı Şekerpınarı ve ÇIFTEHAN Kaplıcaları



NOT: Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…


Pozantı Şekerpınarı

Adana Ankara yolu üzerinde Pozantı ile Çiftehan arasında koca bir dağı yarığından buz gibi bir su kaynağı vardır. Hemen yanında da bir tesis bulunur. Yıllardır buradan geçerken muhakkak uğrar mola verir buz gibi suyundan içeriz.
Bu sefer de uğradık, burada aklımda yanlış kalmadıysa Çakıt deresi üzerinde kaynaktan çıkan su ile kesiştiği noktada yapılan eski bir köprünün yenilendiği de gördük.
Şimdilerde ise yeni yapılan duble yol nedeni ile bu kısmın üzerinde geçiyor yukarıdan seyrediyor ama ne yazık ki iniş ve giriş yok !...

ÇIFTEHAN ve TARIHÇESI

Şekerpınarı’ndan çıkıp yola devam edince yol üzerinde bulunan Çiftehan’a da uğrar, buradan elma ve üzümden yapılan pestil elmadan geçmeyiz. Kaplıcaları da eskiye oranla daha düzenlenmiş ve düzgün yapılanma ile ilgi çekici olmuş.


KLEOPATRA'DAN GÜNÜMÜZE CIFTEHAN
Çiftehan adini kasaba girişindeki iki handan aldığı söylenmektedir. Anadolu'nun bati kapısı olan Çiftehan: sıcak su kaynakları nedeni ile m.ö ilk çağlarda başlamak üzere dikkatleri çekmeye başlamıştır. Bu güne kadar sıcak su kaynağının ne zaman ortaya çıktığı bilinmemektedir ilk olarak m.ö 324 yılında kral Ömer Niğde ilini topraklarına katması ardından Çiftehan sıcak suyu ile dikkatleri çekmiştir. Bu dönemde güvenlik nedeni ile Çiftehan merkezinde bir yapılanma oluşmasına rağmen Çiftehan'ın görev ve amaçları ve tepelerinde yeraltı kaya tabyaları yaptırmıştır. Bölge eti Frig ve Roma dönemlerine yerleşim yeri olmuştur.
Roma imparatorluğu döneminde Kapadokya'nın en önemli eyaleti olması nedeni ile Çiftehan bir önemli kapı görevini görmüştür. Bölgede yapılan arkeolojik kazılara göre etiler zamanından beri yerleşme sahası olarak kullanılmıştır.
Mısır kraliçesi Kleopatra'nın Tarsus’ta yasam sürerken sık sık bu kaplıcaya gelerek uzun süre kaldığı suyun gençleştirici, güzelleştirici ve dinlendirici etkinliklerinden faydalandığı söylenmektedir. Çiftehan kaplıcalarının eski havuzun temel kısmı roma dönemine aittir. Bu gün ayakta bulunan ve kullanılmakta olan havuzlu banyolar Selçuklu Türkleri zamanında yapılmıştır. Havuzlu banyo Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşımaktadır.

Roma imparatorluğu döneminde Antakya ardından hıristiyanlığın Toros dağlarını aşıp tutunduğu en önemli yerleşim birimi Çiftehan ve Ulukışla kesimleridir. Hıristiyanlığın ilk ve önemli yerleşim birimleridir. Bizans döneminde Çiftehan Sasani ve Arap akınlarına maruz kalmıştır.
Bizans imparatorları ülkenin doğu kesimini özellikle Toros geçitlerinin ağzında bulunan Çiftehan ve ardındaki Niğde koruma ve vuruş haline getirmek amacı ile burada önemli askeri üsler kurulmuştur. Ulukışla ve Çiftehan arasına kurulmuştur. Ulukışla ve Çiftehan arasına LÜLÜ kenti kalesi ve mağara tabyaları inşaa edilmiştir.

3 Eylül 2010 Cuma

Antakya - Prina yakıtı

Antakya - Prina yakıtı


Prina zeytinyağı fabrikalarının bir artığı olup, Akdeniz ülkelerinde görülen önemli bir biyokütle çeşididir. Prina düşük maliyetle oldukça büyük miktarlarda elde edilebilir. Bitkisel yağlar ve prina, kükürt içermeyen alternatif yakıtlar olarak dikkate alınabilir. Prina aslında bir atık madde olduğu için diğer atıklar gibi uygun ve kabul edilebilir bir kullanım olmaması halinde problemler yaratabilir. Enerji üretiminde verimli ve uygun bir şekilde prina kullanımı iki probleme birden çözüm sağlamaktadır; temiz enerji üretimi ve zeytinyağı tesislerinin atığı olan bu maddenin tekrar kullanımı.
Ortalama olarak 100 kg zeytinden 15-22 kg zeytinyağı ve 35-45 kg prina elde edilebilmektedir.

1 Eylül 2010 Çarşamba

Antakya Demirköprü

Antakya Demirköprü



NOT: Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…

Küçük halamın damadının köyü olan, Suriye sınırına oldukça yakın bulunan köye davetliydik. Cümbür cemaat toplanıp gittik. Bahçede bulunan birçok değişik meyve ağaçları arasında toprakla sıvanmış kara kovanlarda arılar bal yapmakla uğraşırken, tandırda yapılan biberli ekmekler, fırınlanmış közlenmiş patlıcanlar domatesler ve biberlerle yapılmış olan patlıcan salatası, kuru kabak, salatalık, patlıcan ve dolmalık biberlerden yapılmış olan bol acılı ve ekşili dolmalarda sofrayı süslüyordu. Yıllardan sonra salatalık dolmasını yemek bizlere güzel bir sürpriz oldu.
O kadar insana, mecburen, yetti…
Yemekten sonra etrafı dolaşmaya çıktık, sınırın diğer tarafında Salkin, İskat, İdlıp kentleri ve Çekara köyü gözle görülebiliyordu. Ekilmiş olan pamuk tarlaları artık çiçeğe dönmeye başlamıştı.
Gene burada Suriye ile Türkiye sınırında Yarseli Barajının ortak kullanılan pompa istasyonu da bulunuyor.
Köy içinde küçük bir pazar yerel ürünlerin alış verişinde taze ürünlerin bulunup alınması için kurulmuştu.
Gece olunca sınırın her iki tarafında bulunan yerleşim yerleri ışıl ışıl seyredilebiliyordu.
İşte, güzel bir günün hatırası olan resimler…