♥♥♥♥ TÜM GÖNÜL DOSTLARIMIZIN, BLOG SAYFALARINDAN YEMEK VE GEZİ PAYLAŞIMININ VEFALI ARKADAŞLARIMIZIN, MÜBAREK RAMAZAN BAYRAMINI KUTLUYOR, SAĞLIK SIHHAT BİRLİK DİRLİK ESENLİK İÇİNDE DAHA NİCELERİNE SEVENLERİ VE SEVDİKLERİ İLE ULAŞMALARINI DİLİYORUZ... ♥♥♥♥

SEYYAH & SOFRAM...

27 Mart 2009 Cuma

Ege Gezisi _ Edremit Sıdıka Erke müzesi

Ege Gezisi _ Edremit Sıdıka Erke müzesi

Sabah kahvaltımızı yapıp Ayvalık’taki otelimizden ayrıldık. Ne kadar dikkat etsek de, sanırım yol yorgunluğundan, burada da kendimizce bir tatsızlık yaşadık. Sizler bundan sonra kalacağınız konaklama tesisinde yazan özelliklerin hangilerinin olup olmadığını iyice sorgulayıp öğrenin. Bir arkadaşımızın yaptığı gibi, arabada yatıp yazdığı halde olmayan özellikleri varmış gibi istedikleri ücreti ödemeyip, ertesi gün bir başka konaklama yeri bulmuşlar. Temizliği, yaklaşımları, özenleri iyiydi, yemek ve kahvaltı (ekmek geç gelince bekledik !...) da fena sayılmazdı. Ama birçok yazılan teknik konu yoktu. Mesela internet var yazıyordu, yoktu (kızlarımız şokta…), odalarda saç kurutma makinesi yoktu(saçları üfürerek kurutacaksınız !...). Dört kişilik odada havlu sayısı azdı (sanırım bizleri sayamadılar gerçi oda 4 kişilik !..). Klima var diyordu, yoktu. V.s. gibi, küçük ama keyif kaçırıcı…



Gömeç, Burhaniye üzerinden sağı solu seyrederek Edremit’e ulaştık. Bazı yerlerde yol çalışmaları olması, bazı yerlerde ise yolu tek şerite düşmesi nedeni ile nispeten yavaş ve dikkatli gittik.
Edremit’e girdiğimizde sağ tarafta olan parkı (Yunus Emre Parkı) seyrederken birden yol kenarında Sıdıka Erka Müzesi yazısını gördük. Yavaş gitmemiz nedeni ile hemen sağa yanaşıp müze önüne park ettik. İçeri girip ücretlerimizi ödedik (adam başı 1,5 YTL), tam gezmeye başlayacağımız sırada hanım kızımız (Sema Hanım) fotoğraf çekmenin yasak olduğunu söylemesin mi?... Off ya… Gene mi…
Ne desek boş, başkandan izin gerekmiş… Müdüre hanımda sağ olsun ilgilendi (Reyhan Hanım) ama emir demiri kesiyor…
Bari dedik 1920 lerde yapılmış olan sancağı çekelim, neyse müsaade edildi resmini çekebildik.
Buradaki hiçbir eser niteliğindeki parça ilk defa gördüğümüz ya da hiçbir örneği olmayan özelliklerde değil. Fakat ne olduysa bir nedenden dolayı bizler gibi gezginlerin karşısına zaman zaman çıkan bu engel keyfimizi kaçırıyor. Şimdi evde gittiğimiz yerlere tekrar izlerken olmayan görüntüleri hafızamızda bulmaya çalışıyoruz.
Bir yardımcı olan görevli bayan (Sema Hanım) çok yardımcı oldu, hepimizden gelen sorulara sabırla açıklayıcı bilgiler verdi. Üst kata çıktığımızda baş oda ve sofa bulunduğunu gördük. Günlük yaşamın günümüze kalan yansıyan el emekleri, günlük yaşam alet – edevatları, giyim kuşamları hele bir gelinlik vardı ki, orada iken çok sorgulayıcı bir ailesiniz deyip bize Edremit hakkında yazılar içeren dergi önerdiler, onu satın aldık, bu resim de o dergiden. Alt katta da Kuvay-i Milliye dönemini yansıtan ürünler vardı.
Daha sonra bahçeye çıktık dış ortamda bulunan mutfak ve hamam eklentileri vardı. Burada fotoğraf çekmeye izin çıktı. Zamanında kullanılan mutfak eşyaları ile hamam yapısı ve malzemelerini çektik. Hamamın dışında duvarla birleştiği yerde alt tarafta bir ocak yapılmış. Ateşi oradan yakıp suyu ve hamamı ısıtıyorlarmış.
Bahçede bulunan havuzun alt kısmında gördüğümüz kapağı sorunca hemen açıp gösterdi. Meğer burası yemekler bozulmasın diye havuzdaki suyun soğukluğundan faydalanmak amacıyla bir bölüm yapılmış, yemek tencereleri buraya konulurmuş. Buna benzer bir yapıyı da Trabzon’da Atatürk Köşk’ünde kalorifer dilimleri arasında gördüğümüz söyleyince kendisinin de ilgisini çekti.
En son bahçede bir ailecek hatıra resmi çektirdik ama aklımız hala çekemediklerimizdeydi. Müdüre hanım bizleri odasına davet edip birer çay söyledi. Sohbet ilerledikçe bizlerin ilgisini daha yakından görmüş oldu.
Birkaç gün o civarda (Altınoluk’ta) kalacağımızı söyleyince, gezebileceğimiz ve de görebileceğimiz yerleri anlatmaya başladı. Not almaya yetişemeyince kendisine hediye edilen bir kitabı bize vermeyi önerdi. İnanın o an çok mutlu olduk. Adresini alarak (ne olur ne olmaz) getiremezsek bile muhakkak göndereceğimiz söyledik.
Müsaade isteyip yola devam ettik. Önerdiği bir yer olan Tahtakuşlar Etngrafik müzesine gittiğimizde o kitabın aynısı bulmadık mı?... Hemen bir tane aldık, Reyhan hanımın kitabını da bir zarar görmesin diye hemen çantaya yerleştirdik.
Bir ara Burhaniye’ye Karadeniz sofrasına çaya giderken uğrayıp bıraktık. Kendisi de bizler kadar memnun olduğunu söylemesi bizleri daha da mutlu etti.
Buradan hepsine tekrar teşekkürler…

Image Hosted by ImageShack.us
Şimdi gelelim kitaba;
Bizler bu kitaptan o civarda dolaşırken çok faydalandık. Bulabilirseniz almanızı öneriyoruz. Bulamazsanız da temin edebileceğiniz adresi veriyoruz.
Sema – İskender Azatoğlu
İdaköy Çiftlik evi yayını – 3

ISBN 975 – 92997 -3 - 9
Tel: 0266 – 387 34 02
www.idakoy.com
idakoy@idakoy.com.tr

24 Mart 2009 Salı

Ege Gezisi _ Bergama resimleri

Ege Gezisi _ Bergama resimleri

Akropoldan çıkıp yoldan aşağı doğru inip şehrin dış sokaklarına daldık. Oralarda bulunan birkaç eski yapıyı belki tekrar geldiğimizde göremeyebiliriz diye resimledik.
Ayrıca müzenin hemen hemen karşı tarafında bulunan eski ama restore edilmiş bir yapıyı görüp fotoğrafladık. Orası şimdi Anadolu öğretmen lisesi binası olarak kullanılıyormuş.
Gene müzenin az ilerisinde bulunan yapı ise emniyet müdürlüğü binası olarak kullanılıyormuş. Bir yanlış anlamaya meydan vermemek için ancak bunları çekebildim !...
Gene müzenin bahçesinde çok güzel bir ağaç vardı, hemen çocuklarımıza gösterdik. Bu bir Trabzon Hurması ağacıydı. Yeni yeni etlenen meyveleri dalları doldurmaya başlamıştı.
İşte o fotoğraflar…


22 Mart 2009 Pazar

Ege Gezisi _ Bergama _ Akropol

Ege Gezisi _ Bergama _ Akropol

Müze, Asklepieion ve Kızıl avlu bazilikası’nı dolaştıktan sonra yolu takip ederek yukarı doğru çıktık. Yol dar ama temizdi, manzara da seyre değerdi. Vardığımız zaman gene aynı park meselesi ile karşılaştık, üst kısımlara turist otobüs ve minibüsleri, altta bulunan tarladan bozma yerlere diğer yerli turistlerin arabaları ve tabi gene belediyespora dernek gelirleri alındı makbuzu… Birkaç aile itiraz etti ama dinleyen yok, bir kısmı da o sinirle vazgeçip geri döndü. Ya sabır dedik… Girişte Müze Kart’larımızı gösterip girerken bir başka güzellik (!)… Özel güvenlik elemanı ayaklarını girişte bulunan demirlere laubali tarzda uzatmış, bulunduğu yerin ülkenin temsil kapısı olduğun unutmuş, yanındakilerinse ondan farkı olmayacak şekilde davranışları ya sabır’ımızı arttırdı !...
Ne diyelim Bergama belediyesinin şehir içinde yaptığı güzel düzenleme ile ilgisi olmayan tarzla karşılaşmanın uygulayıcılarını tebrik etmekten başka yapacak bir şey aklıma gelmiyor !...
Rampa yukarı yürümeye başladık, ilk resimleri çekmeye ve etrafı incelemeye, ilginç gördüğümüz ayrıntılara bakmaya ve daha önce çıkarttığımız notları hatırlamaya çalıştık.



Yaklaşık 390 metrelik dik yamaçlar üzerine kurulan akropol üzerinde birkaç tane de saray kalıntısı, kütüphane, zeus altarının yeri vardı. Şehrin en yüksek yerinde kral ailesinin ve ileri gelenlerinin yaşadığı saraylar ve tapınaklar bulunurken, halkın ise aşağı şehirde yaşadığı anlaşılmaktadır. Akropol'de ayrıca, bu gün de dünyanın en dik tiyatrosu özelliğindeki 15 bin kişilik bir tiyatro, antik çağın ünlü 200 bin ciltlik Bergama Kütüphanesi’nin (Pergamon derisi" olarak adlandırılan parşömen üstüne yazılmış) kalıntılarıyla birlikte, saraylar ve tapınaklar bulunmakta. Kalenin doğu duvarı boyunca kralların oturdukları saraylar ve bağlı yapılar yer almakta. Bunlar Akropol'ün en yüksek kesimini kaplar ve bugün yalnız temelleri kalmış. Sarayların üst yapıları oldukça sade ve planları prestilli ev tipinde. Odalar sütun bir avlu çevresinde toplanmış.
Ayrıca çeşme kalıntıları, birçok derin su toplama kuyuları, alt kısımlarda geçitler, o geçitlere açılan yüksek yapılı odaları hayranlıkla seyrettik.
Sadece kalıntıları mı? Teras gibi bir yerden tüm Bergama ovasını denize kadar da seyretmek mümkün….

Zeus sunağı :
Zeus sunağı (oklarla sağa sola hareket ettirin)

20 Mart 2009 Cuma

Ege Gezisi _ Bergama Müzesi - 2.inci Bölüm

Ege Gezisi _ Bergama Müzesi
2.inci Bölüm


Ayrıca müze içinde cilalı taş, bronz, arkaik, klasik, Helenistik, roma ve Bizans dönemlerine ait buluntular sergilenmekteydi. Müzede sergilenin tüm bulgular kendine ve dönemine özgü değer taşımakta.
Gene müzenin içinde Osman Bayatlı (ilk müzenin ilk müdürü) adı verilmiş olan bir de etnografya salonu vardı. Yörenin giysileri, yaşam zaman ve mekân örnekleri, yörenin kendine has eski halı örnekleri ile silah vitrini düzenlenmişti.
M.S.3.üncü y.y. da yapılmış taban döşemesi mozaik, imparator Hadrianus heykeli, zamanında onlarca manda ve araba ile taşınarak gemilerle Almanya’ya kaçırılan Zeus atlarının bir örneği de sergileniyordu, seyrederken insan içinin yanmaması mümkün değil tabi…


18 Mart 2009 Çarşamba

Ege Gezisi _ Bergama Müzesi - 1.inci Bölüm

Ege Gezisi _ Bergama Müzesi
1.inci Bölüm


Önemli bir kültür mirasına sahip Bergama, bu özelliğinin yanı sıra çok şirin bir kasaba görünümü taşıyor.
Bergama’ya girip müzenin yerini öğrenip karşı tarafında bulunan park yerlerinden birine arabamızı bırakıp, girişe yönlendik. Müze Kart’larımızı gösterip girdik. Girmeden önce ilgili görevliler bize çok yardımcı oldu, diğer broşür ve harita ihtiyaçlarımız içinde yakınlarında bulunan turizm bürosunu (Bergama hükümet konağının önünde bulunan Atatürk anıt heykelinin alt kısmında) tarif ettiler.
Müze bahçesi epeyi büyümüş ağaçların gölgesinin serinliğinde gözümüze daha hoş geldi. Güzel düzenlenmiş bahçe içinde antik buluntular yerleştirilmişti. Ayrıca benzer bir avlu da müzenin ortasında yapılandırılmıştı. Müzenin bahçe ve avlusunda lahitler, steller (mezar taşı), sütün başlıkları, yazıtlar, arşıtrav parçaları (antik yunan mimarisinde sütunların üstünde uzanan kiriş), kabartma ve heykeller görülüp incelenebilmekteydi.

16 Mart 2009 Pazartesi

Serapis Mabedi - Kızıl Avlu

Kızıl avlu bazilikası

Bergama Müzesini gezdikten sonra, müze görevlisi bayanın da önerisi ile önce Asklepion’a da uğrayıp oradan Akropol’e geçerken yolumuz üzerinde bulunan Kızıl Bazilika’ya da uğradık. Bergama ilçesinde bulunan Kızıl Kilise (Serapis Mabedi - Kızıl Avlu) MS. II. Yüzyılda Roma döneminde Mısır Tanrılarından Serapis (Osiris) adına yapılmış "Ne yerde ne gökte" anlamı da taşımaktadır. Bergama Kilisesi İsa'dan sonra 313-500 yılları arasında önemli rol oynamış. Yapının üzerindeki mermer kaplamaları dökülmüş ve kırmızı tuğlalar ortaya çıkmış. Bu yüzden de halk arasında Kızıl Avlu veya Kızıl Kilise ismi yakıştırılmış.


Elde ettiğimiz bilgiler:
Binanın tamamının tuğladan yapılmış olması ve büyük ön avlusu sebebi ile tapınak halk arasında “ Kızıl Avlu” olarak adlandırılmıştır. Avlusu, yüksek duvarlarla dışarıya kapalı idi. İç kısmının sütunlu galerilerle çevrili olduğu kabul edilir. Tapınağa, avlunun batı cephesinde yer alan üç adet anıtsal kapıdan girilmektedir. Bu girişin halen bir kısmı ayaktadır.
Mısır Tanrılarına verilen önem sebebi ile tapınak Roma Dönemi aşağı Bergama kentinin tam merkezine inşa edilmiştir. Tapınağın avlusu ile bütünleşmesine engel teşkil eden Selinos çayında bugün halen kullanılmakta olan su tünelleri inşa edilmiştir.
Tapınağın önünde tapınak ile aynı aks üzerinde avluya doğru çıkma yapan bir propylon (tapınak avlusuna açılan gösterişli büyük kapı) ve gerisinde devasa bir tapınak kapısı yer almaktadır. Kutsal mekânın sadece ön tarafı pencerelerle aydınlatılmış, kült heykelinin bulunduğu arka kısmın yarı aydınlık olmasını sağlamak amacıyla pencere yapılmamıştır. Yanlardaki yuvarlak yapıların ve avluların bazı bölümlerinin altında uzayıp giden gizli geçitler ve merdivenler yer almaktadır… Muhtemelen bu geçitlerden ilerleyen tapınağın baş rahibi içi boş olan kült heykelinin baş kısmına yükselerek oradan halka tanrı adına telkinlerde bulunuyordu. Tapınağın üzerini örten, çok sağlam yapıda ahşaptan bir çatı iskeletinin bulunduğu söylenmektedir.
Kült (tapınma) ve sanat tarihi verilerine dayanarak tapınağın M.S II. yy’da muhtemelen İmparator Hadrian döneminde inşa edildiği ve Mısır tanrıları hem Serapis hem İsis’e itaf edildiği söylenebilir. Ancak tapınağın iki yanındaki yuvarlak yapıda kült (tapınma) mihraplarının bulunmasına karşılık yan tanrıların kimler olduğu bilinmemektedir.
Erken Bizans döneminde kutsal mekânın içine ilaveler yapılan tapınak Anadolu’daki erken yedi kiliseden biri olarak kullanılmaya devam etmiştir.

14 Mart 2009 Cumartesi

Ege Gezisi _ Bergama _ Asklepieion

Ege Gezisi _ Bergama _ Asklepieion

Bergama’ya vardığımız zaman müzenin karşı taraflarında bulunan park yerlerine arabamızı bırakıp, müzeye gitmiştik. Orada bulunan görevli hanımların önerisi ile önce turizm bürosuna gitmiş, gene orada görevli bayanın bize verdiği bilgiler, krokiler üzerinde gösterdiği gidilecek yerleri işaretlemişti.
Yolun tarifini alıp Bergama'nın merkezinden 2-3 km. ileride yer alan, tarihi kentin sağlık merkezi olarak bilinen Asklepieion’a ulaştık. Yolun sağ tarafında geniş bir araziyi düzeltip bir tarafına birkaç dükkan yerleştirilmiş alan arabamızı park ettik. Hemen yanımızda biri bitti. Park ücreti olarak 4 YTL. İsteyip bir de üzerinde hiçbir kısmı doldurulmamış bilmem ne spora (Bergama Belediyespor kulübü derneği cilt sıra no: 100605) park ücreti adı altında bağış yapıyormuşum… Belgeyi aldım en kısa zamanda ilgili mercilere ileteceğim. Bu kadar yerde arabamızı park ettik alınan hep 1 YTL civarıydı ve park ücreti fiş veriliyordu. Birçok yerde güzellikler var derken bazı yerlerde de fırsat bu fırsat deyip dağ başında tarlalara arabayı bırakınca alınmaya çalışılan ücret verilemeyen hangi hizmetin karşılığı olarak düzenleniyor !?..
Sinirimiz bozulsa da muhatap alınabilecek nitelik göremediğimiz için arkamızı dönüp devam ettik.




Ören yerine sütunlu yoldan giriliyor. İlk kısımdaki sütunlar köşeli taştan ve iki sıra halinde nispeten daha dar bir yol. Bu yola açılan kapı kalıntılarından buralarda bazı yerleşimin olduğunu düşündürüyordu. İkinci kısım ise yuvarlak antik başlıklı mermer sütunlarla döşenmiş nispeten daha geniş bir yol olup alt kısımlarında yağmur sularının geçeceği kanalı da göze çarpıyordu. Daha sonra öğrendiğimiz kadarıyla buraya açılan kapı kalıntılarının revaklarla kaplı dükkânlarla dolu olduğunu, ilerisinde sağ tarafta eski antik kütüphane yeri olduğu, bunların ilerisinde sol taraflarında ise Zeus’a ve Asklepion’a hitap edilmiş tapınaklar varmıştı.
Yolun orta son kısmında bir meydan ki burası tören meydanıymış ortasında antik kalıntı sütun etrafı çevrilerek korumaya alınmıştı. Bu meydanın etrafındaki tapınaklarda hastalar kalırmış ve yıkanmaları için kür yerleri varmış. Meydanın sağ tarafında nispeten bütünlüğü kalmış yuvarlak, üzeri nispeten örtülü tedavi – kür yeri vardı. Merdivenlerden aşağı inip (9 – 10 basamak kadar) etrafı gezdik. İç içe geçmiş birkaç dairesel yapı, orta kısmında çeşme kalıntıları, yapı içinde suların akacağı kanallar bulunuyordu.
Tedavi yerleri, kaplıca ve çamur banyosu havuzları, psikiyatrik uyku odaları gibi sağlıkla ilgili bölümler bulunuyor. Bugün için gezebildiğimiz tünel kutsal havuzlarla çeşmeleri birbirine bağlıyor. 80 m uzunluğundaki tünellerle hastalar su sesi dinleyerek rahatlıyordu. Tünel tıbbı tedavinin yapıldığı binada sona eriyor. Gezdiğimiz ören yerindeki anfitiyatro nerdeyse çok iyi durumdaydı.
Tiyatronun karşısında büyük bir incir ve çınar ağacını az ilerisinde yer seviyesinde yarım insan boyu aşağıda bir çeşme gördük. Dolaşmanı ve havanın sıcaklığından çocuklar ellerini yüzlerini yıkamak istediler. O sırada yanımıza gelen yabancı bir çiftle başladığımız konuşmada kızlarımız acaba yanlış mı anladık dediler. Tekrar sorduğumda, ellerindeki kitapta, bu çeşmeden su içilebileceği uluslararası standartlara uygun nitelikte olduğunu yazdığını, kendilerini içtiklerini dahi söylediler !...
Bizde kendi ülkemizde dış destekli kültür bilgisi eşliğinde uygulamamızı (elimizi yüzümüzü yıkayıp serinleyip suyunu içtik) yaptık !...


Buradan çıkıp Allianoi’ye de gitmek istiyorduk fakat burası kapalıymış ne yazık ki gidemedik ama bilgi isteyenler için :
Allianoi

12 Mart 2009 Perşembe

Çandarlı ve yol üstü

Çandarlı ve yol üstü

İzmir’den yola çıkıp devam ederken yol üstündeki Dikili’ye de uğradık. Sahiline kadar inip dolaştık zira iç kısımlar bize kalabalık ve yoğun geldi. Birkaç otel ve aparta baktık, kiminde yer yoktu kiminde ise mevcut durumuna göre istenen ücret fazlaydı. Amacımızda beğendiğimiz bir yer olursa bir gün kalıp dinlenmekti yani işimize gelmedi. Bizde o tek caddenin kalabalık trafiği arasından sıyrılıp ana yola çıktık.
Aynı yolda ilerlerken gördüğümüz Çandarlı yön levhasına göre sola dönüp temiz ama nispeten dar tek gidiş geliş olan yolda ilerlemeye başladık. İlçeye az ir mesafe kala jandarma kontrolünde durdurulduk, kontrol esnasında astsubay başçavuşlarla sohbete başladık. Bize birkaç yer önerdiler, teşekkür edip yola devam ettik.
Çandarlı, sahilde bir beldeymiş. Ana yol kaldırım taşları ile döşenmişti ama çok ta engebeliydi. Bu yolu takip ederek tarih öncesi izler M.Ö. 4000'li yıllara dek uzayan antik çağdaki adı Pitane olan beldenin elden geçirilerek yenilenmiş kalesini gördük ama ne yazık ki giriş yokmuş !..
İsmini Çandarlı Halil Paşa'nın burada (Manisa'da ikamet etmeyi seven padişah II. Murad'ı koruma amaçlı) bir kaleyi burada inşa ettirmesinden dolayı almış, top atışlarına karşı dayanıklı olması için taş bloklar ve temel payandaları yaptırmış.
Görüntüler aldıktan sonra önerilen sahil çay bahçesine gidip çaylarımızı söyledik. Sabahın erken bir saati olması, denizden gelen tatlı serin bir esintinin de eklenmesi ile demli çaylarımızın tadı hoşumuza gitti.
Çay ücretleri mi?.. Bir bardak çay 30 ykrş…


Çandarlı’dan ana yola çıkıp devan ederken yol kenarlarında ki tarlaların neredeyse sıvama açık sarıçiçeklerle dolu olması dikkatimizi çekti. Ne olabilir diye konuşurken bir tarlanın yanında toplaşmış birkaç kişi görünce durup sorduk. Meğer bunlar bamya tarlaları onlarda bamya çiçekleriymiş… Ne de olsa şeherli olunca bilmeyoz, nedek yani… Ama oradaki bayan işçilerin gülmesi görülmeye değerdi !...
Tekrar arabaya binip devam ederken gene yolun sağ tarafında ilerdeki tarlaların bu sefer de kıpkırmızı olduğunu gördük. Gene durduk, hemen makineyi ayarlayıp resimlemeye başladım. Meğer bunlarda tarlalara serilmiş olan naylon brandaların üzerlerine serilen kırmızıbiberleri kurutuyorlarmış. Benzerlerini Maraş ovasında ve Amik ovasında görmüştük.

10 Mart 2009 Salı

Ayvalık _ Taksiyarhis Kilisesi

Ayvalık _ Taksiyarhis Kilisesi

Alibey Adası ya da Cunda da dolaşırken, arka sokaklara girip eski yapıların resimlerini çekerken Aşağı Çeşme denen bir suları akmayan çeşmeye rastladık. Hemen ilerisinde de Aya Nikola (Taksiyarkis) Kilisesi’ni gördük. Vakıflar tarafından restore edilen yapı kapalıydı. Dış cephelerini bahçeden iç kısımlarını ise pencerelerden çektik.





Burası hakkında net.ten bulduğumuz bilgiler:

Taksiyarhis Kilisesi, Ayvalık merkezde İsmet Paşa Mahallesinde yer almaktadır. Kilise duvarında yer alan bir kitabeden 1844 yılında yapıldığı anlaşılmaktadır.
Eğimli bir tepenin düzleştirilip dolgu yapılması ile yola göre biraz daha yüksek bir alan üzerine inşa edilmiştir. Kilisenin toplam alanı 1200 m², olmasına karşın kilise 500 m²’lik alan üzerine inşa edilmiştir. Kilisenin yüksekliği 16m. çan kulesinin yüksekliği ise 30 metredir. Kilisenin dışarıdan boyu 22.00 m, eni ise 12.75m.’dir.
Kilise avlusuna iki sütunla taşınan yedi basamaklı kemerli bir giriş kapısından girilmektedir. Kapı üzerinde çan kulesi bulunmaktaydı. Fakat çan kulesi günümüzde mevcut değildir. Ana kapıdan (batı yönündeki ) başka avluya girişi sağlayan iki kapı daha bulunmaktadır. İkici kapı içten basamakla avluya girişi sağlarken üçüncü kapı
duvarla örülerek tamamen kapatılmıştır. Kapı sütunları ve merdiven basamaklarında sarımsak taşı kullanılmıştır. Bahçe giriş kapıları demirden olup orijinal kapılardır. Kiliseye giriş kapıları daha sonradan değiştirilmiştir
Dış cephesi diğer kiliselere nazaran çok sade ve mütevazı olan kilisenin dış cephesi dikkatlice incelendiğinde zaman içerisinde orijinalini anımsatmayacak kadar değişime uğradığı görülmektedir.
Bazilika şeklindeki kilise, dikdörtgen planlı uzun bir yapıdır Kilisenin batı ve doğu cepheleri diğer cephelere nazaran daha geniştir. Kilisede üç nefli naos ve nefler hizasında üç apsis bulunmaktadır. Kilisenin ana mekânı altışar taşıyıcı sütunla üç nefe ayrılmıştır.
Kemerlerle birbirine bağlı olan sütunların başlıkları Korint düzendedir. Orta nefin üzerine yerleştirilen yüksek kasnak beşik tonozla, yan nefler ise çapraz tonozla örtülüdür. Doğu-batı yönünde uzanan iç mekânda yan neflerden dışarı taşan yarım yuvarlak daire şeklinde apsislerle sonuçlanmaktadır. Kilisenin üç nefli naos (ana mekân) planı batı yönündeki “narteks” ile sınırlandırılmıştır. Kilisenin galerisi narteksin üzerinde yer alır. Galeriye çıkış kuzey ve güney yönlerinde yer alan merdivenlerle sağlanır.
Kilisenin alt ve üst duvarları kesme taştan yığma tekniği ile inşa edilmiştir. Tonoz, kubbe ve kemerler bağdadi tekniği ile yapılmıştır. Merdiven- ler ve pencere kemerleri ve söveleri de geleneksel sarımsak taşıdır. Kapı ve pencere şebekeleri demirdendir. İç mekândaki taşıyıcı sütunlar ve yıkılmış olan çan kulesi tuğladan yapılmıştır.
Tonoz, kubbe ve kemerlerde de kısmen tuğla kullanımına rastlanmaktadır. Kilisenin dış duvarlarında ise bölgede bu tür yapı duvarlarında sıkça kullanılan sarımsak taşı kullanılmıştır. Orta nefin üst bölümlerinde kısmen ahşap malzeme kullanılmıştır. Kilisenin üstü kırma çatıdır.
Beşik tonoz merkezinde Hz İsa ikonası yer alırken, sütunların üst kısmında Azizlerin ikonaları yer almaktadır. Alınlıklarda ise Meryem’e müjde ve Hz Adem ile Havva’nın yasak elmayı yemeleri resmedilmiştir
Ambon (vaaz kürsüsü) ise naosun solundaki üçüncü sütündadır ve yönü naosa doğrudur. Ambonun üzerinde ince işçilik ürünü İsa ve İncil yazarlarına ait (Matta, Markos, Luka veYuhanna) resimler bulunmaktadır.
Despot koltuğu naosun sağındaki dördüncü sütunda yer almaktadır. Koltuğun kenarlarında mermerden kuğu biçiminde süslemeler bulunmaktadır. Koltuğun iç kısmında ve üst kısmında birer ikona bulunmaktadır.
Naostan doğudaki en son sütunlar üzerindeki ikonostasis, apsisle naosu bir duvarla ayırmaktadır. Duvarın yapımında tuğla kullanılmış olup üzeri alçı sıva yapılmıştır. Üç nefide kapsayan bu duvar üzerindeki plasterlerin arasındaki kemerlere ikonalar yerleştirilmiştir Bu ikonalar Hz. İsa’nın çarmıha gerilişi, kutsal yemek, Hz. İsa’nın gökyüzüne yükselişi, vaftizi, ölümden sonra dirilişi, gibi Hıristiyanlığa ait birçok dinsel konularla ilgilidir. Tahribatlara rağmen ikonostasis mevcudiyetini korumuştur.
Bemaya geçilen orta kapının üzerinde kabartma iki melek figürü yer alır.Taksiyarhis kilisesi uzun yıllar Tekel deposu olarak kullanılmış olup daha sonra Anıtlar Yüksek Kurulu kararı ile boşaltılarak koruma altına alınmıştır. Her ne kadar doğal ve insani tahribata uğramış olsa da ilçede en iyi korunmuş kilise Taksiyarhis kilisesidir

8 Mart 2009 Pazar

Ege Gezisi _ Ayvalık

Ege Gezisi _ Ayvalık

Manisa’dan ayrılıp yol üzerlerinde ilginç gördüğümüz yerleri de gezerek Ayvalık’a vardık. Kalacak yer sorununu da bir şekilde çözdükten sonra biraz ilçede dolaşmak üzere ayrıldık.
Bu gezimizde şehirden bazı eski zeytinyağı fabrikalarını fotoğraflarını çektik. Oradan Alibey Adası ya da Cunda’ya geçtik. Ayvalık’ı açık denize karşı kapayan bu adaya bir köprü ile karayolundan geçmek mümkün oluyor. Her taraf ev site olmuş…
Gene arabamızı park ettiğimiz yerde bize verilen park fişine baktığımda bilmem ne spora bağış yapmışım !... İtiraz edince bu sefer normal otopark fiş verildi !...
Oradan sahilde bulunan çarşı içinde gezerek dolaşarak geçebildik (her taraftan davet, ısrar….).
Arka sokaklara girip eski yapıların resimlerini çekerken Aşağı Çeşme denen bir suları akmayan çeşmeye rastladık. Hemen ilerisinde de Aya Nikola (Taksiyarkis) Kilisesi’ni gördük. Vakıfla tarafından restore edilen yapı kapalıydı. Dış cephelerini bahçeden iç kısımlarını ise pencerelerden çektik.
Oradan çıkıp gene sokak aralarında eski yapı evleri resimleyerek çarşı içine ulaştık. Bir zeytinyağı üretim satışı yapan dükkana girip hem bilgilendik hem içini gezdik.
Otoparktan arabamızı alıp aynı yolla geri dönüp Sarımsaklı tarafına geçtik. Ara köprü yoldan geçerken de kıyıya yakın bir ada üzerinde eski tımarhane olduğu söylenen eski yıkıntı binayı resimledik. O civarlarda bulunan eski yel değirmenlerini, yol kenarına yerleştirilmiş bir uçağı, sarımsaklı plajında karavanlarını çekmiş bir aileyi, limandaki yelkenlileri fotoğrafladık.
Otele dönünce duşlarımızı alıp üstlerimizi değiştirip akşam yemeği için otelin bahçesine indik. Yemek sonrası yorgunluk çaylarını denizden gelen serin ve tatlı rüzgârın eşliğinde içtik.





Ayvalık, tarihte Kydonia adıyla bilinen ve uzun bir serüveni bulunan Ayvalık’ın, M.Ö. 330’lara kadar inen tarihi Roma ve Bizans uygarlıklarının ardından 15. yüzyıl ortalarında Osmanlı egemenliğini yaşamış.
Ertesi sabah kahvaltımızı yapıp Ayvalık’taki otelimizden ayrıldık. Ne kadar dikkat etsek de, sanırım yol yorgunluğundan, burada da kendimizce bir tatsızlık yaşadık. Sizler bundan sonra kalacağınız konaklama tesisinde yazan özelliklerin hangilerinin olup olmadığını iyice sorgulayıp öğrenin. Bir arkadaşımızın yaptığı gibi, arabada yatıp yazdığı halde olmayan özellikleri varmış gibi istedikleri ücreti ödemeyip, ertesi gün bir başka konaklama yeri bulmuşlar. Temizliği, yaklaşımları, özenleri iyiydi, yemek ve kahvaltı (ekmek geç gelince bekledik !...) da fena sayılmazdı. Ama birçok yazılan teknik konu yoktu. Mesela internet var yazıyordu, yoktu (kızlarımız şokta…), odalarda saç kurutma makinesi yoktu (saçları üfürerek kurutacaksınız !...). Dört kişilik odada havlu sayısı azdı (sanırım bizleri sayamadılar gerçi oda 4 kişilik !..). Klima var diyordu, yoktu. V.s. gibi, küçük (!) ama keyif kaçırıcı…

6 Mart 2009 Cuma

Ege Gezisi _ Ayvalık Tuz gölü ve Flamingolar

Ege Gezisi _ Ayvalık Tuz gölü ve Flamingolar

İzmir yönünden gelirken bir yandan yol alıp bir yandan da etrafı seyredip giderken yıllar önce de geçtiğimiz ama fark etmediğimiz bir yer ilgimizi çekti. Birbirine komşu genel olarak karemsi sularının renkleri açık maviden koyu kırmızıya kadar değişen havuzlar, Altınova’yı geçtikten sonra karşımıza çıktı. Hemen arabayı durdurup etrafını incelemeye başladım. Biraz dikkatli bakınca havuzlar ya da göller arasında insan yapımı patika yollar, göller arası suların geçişlerini sağlayan kapaklar, havuzlara su getiren ya da boşaltan kanallar ile denizle irtibatını sağlayan ana yolun altından da geçen bir kanal daha vardı. Bu havuzların koyu renkli olanların yan tarafında da bir vinç ve yanında da tepelemem bir yükleme alanı gördüm. Fotoğraf makinesi ile yaklaştırarak çektiğimde bu tepelerin tuz yığınları olduğunu gördüm. Etrafı daha dikkatli tararken bir havuzun yan tarafında yaklaşık 1 metrekarelik bir tahta parçasının üzerinde kristalleşmiş tuz yığınlarını olduğunu, belki de örnek olsun diye, fark ettim.
Etrafa biraz daha bakarken çok ilerdeki havuzlarda bazı hareketlenmeler fark edip meraklandım. Arabaya binip o tarafa en yakın yerde durup inip makineyi yakınlaştırmaya alıp bir de bakarım ki, havuz olduğu gibi Flamingo dolu…
Bizlerde, ne kadar zamandır aradığım bir fırsatı bulmanın getirdiği bir sevinç oldu. Hemen mümkün olan en yakın mesafeye gidip onları rahatsız etmeden resimlemeye gayret ettim. Bir kısmı sanki suya saplanmış şemsiye gibiydi. Uzun boyunlarının yarısını suya sokup bir kaç minicik lokma yiyecek için girişilen çabanın ritmini resimleyip arşivimde ölümsüzleştirmeye çalıştım.
Yanımızdan geçen o kadar araba benim fotoğraf çektiğim yeri görüp dikkatli bakmalarına rağmen hiç durmadı…

Dönüşte de buralara gelen birçok arkadaşlarla yaptığımız konuşmalarda ise, ya farketmediklerini ya da görmediklerini söylediler !...
Neyse herkesin tatil anlayışı yaklaşımı sözde de olsa doğaya muhabbeti farklı oluyor…
İşte o bize göre güzel görüntüler…


4 Mart 2009 Çarşamba

Ege Gezisi _ Manisa _ Üzüm Bağı

Ege Gezisi _ Manisa _ Üzüm Bağı

Aile dostumuz Mehmet Bey ve ailesi ile yaptığımız şehir gezisinden sonra bizleri babasının üzüm bağına da götürdüler. Şehrin az bir mesafe dışında olan üzüm bağına ulaştığımızda gerek havanın sıcaklığı gerek ise ortamın güzelliği ile iki türlü vurulduk. (!)



Bildiğiniz gibi buraların çekirdeksiz üzümlerin üretimi ve tadı bir başka. Bir insan boyunu geçmeyen asmaların üzerindeki salkımların boyu ½ metreyi ağırlıkları da birkaç kiloyu bulacak kadar büyük, maşallah. Bakımının ve sulamalarının yapılması ardından meyvelenen asmalardan toplanan üzümler daha sonra kurutuluyor, çeşitli aşamalardan geçip bizlerin sofralarına kadar ulaşıyor. Asmalar arasında dolaşıp tadına baktığımız üzümlerin güzelliğini kelimelere dökmek zor. İri taneli, ağzımıza aldığımızda sanki leblebi gibi diri ve sulu, sanki şekerli bir şerbet içiyormuşuz gibi tatlı, yedikçe yediren farklı bir rayihası olan, tezgâhlardan alıp yediklerimizin tadından oldukça farklıydı.
Ayva ağaçları meyvelerinin ağırlıkları ile ağırlaşan ve aşağıya doğru iyice eğilen dallarının üzerleri ayvalarla doluydu. Mısırlar iyice boylanmış, püskülleri koçan boylarını bulmuş, içleri bir avuca sığmayacak kadar da dolmuştu.
Tarlaların kenarından geçen minik dereden motopomplarla alınan sular tarlalarla yönlendiriliyordu.
Bu dolaşma esnasında minik bir gölet gördük. Kıyısında bulunan ev ile sazların suya yansıması ile harika bir görünüm ortaya çıkmıştı. Suda yansıyan görünümü resimlerken yakalanınca manzara önünde tüm bireylerin hatıra resimlerini çekmek zorunda (!) kaldım.
Torbaları üzüm salkımları ile doldurup Manisa’ya dönüşe geçtik. Eve dönüp bahçeden çaylarımızı yudumlayıp sohbeti demlerken bir baktık ki Nihan hanım bizlere fırında zeytinyağlı biber dolması yapmaya başlamış Hem gezici hem de yiyici bir aile (!) olarak bunu da fotoğrafladık. Tabi tahmin edeceğinizi gibi sadece fotoğraflama ile kalmadık… Ellerine sağlık çokta güzel olmuştu, yanında kimimiz soğukluklarla (soğuk yoğurt ve karpuzlarla) kimimiz de çayın yanında bahçenin serinliğinde sohbetin deminde kalite kontrollerini yaptık… Tam puan aldığını söylemeye gerek yok tabikim….

2 Mart 2009 Pazartesi

Manisa Kudret Narı

Manisa
Kudret Narı ve Kıvırma Böreği

Akşam oturup hasret giderirken kızlarımızın yaptığı bir sürpriz ile eşimin yaş gününü hep beraber neşe içinde kutladık. Ertesi sabah erkenden kalkıp bahçede kahvaltı hazırlıklarına girişildi. Evin içi hanımlarla dolu olunca biz beylere de seyretmek ve bahçede dolaşmak kaldı… Sevgili arkadaşımız Mehmet’in saygıdeğer anne ve babası sabahın erkeninden kalkıp bizlere taze taze sıcacık Kıvırma Böreği yapmış.
Kahvaltı masasının zenginliği yanında bol bol demli çaylarla afiyetle yenildi.
Bahçede Kudret narı yetiştiriyorlarmış. İlk defa olgunlaşmamış halini görmüş olduk. Olgunlaşarak kavuniçi rengi alan meyve, tabakta eziliyor, bir miktar balla karıştırılıp, sabahları aç karnına 1 çorba kaşığı yeniliyormuş. Üzerine hiçbir şey kullanılmıyor. Mide ülseri, bağırsak iltihabı, kabızlık ve gastrit için 40 gün süre ile tüketilmesi gerekiyor. İki şekilde tüketiliyor. Eylül ayında taze olarak çıkan kudret narı, olgunları balla karıştırılarak tüketilebiliyormuş.
Buradan sevgili dostlarımıza bir kere daha teşekkürlerimizi, selam ve sevgilerimizi yolluyoruz.