♥♥♥♥ TÜM GÖNÜL DOSTLARIMIZIN, BLOG SAYFALARINDAN YEMEK VE GEZİ PAYLAŞIMININ VEFALI ARKADAŞLARIMIZIN, MÜBAREK RAMAZAN BAYRAMINI KUTLUYOR, SAĞLIK SIHHAT BİRLİK DİRLİK ESENLİK İÇİNDE DAHA NİCELERİNE SEVENLERİ VE SEVDİKLERİ İLE ULAŞMALARINI DİLİYORUZ... ♥♥♥♥

SEYYAH & SOFRAM...

14 Eylül 2010 Salı

Yolüstü su sarnıçları

Yolüstü su sarnıçları
SARNIÇ (YOL DURAĞI)

Günümüzde yol durakları olarak nitelendirilen sarnıçlar Anadolu’da antik çağlardan bu yana yağmur sularını depolamak amacıyla inşa edilen yapı türüdür. Kalelerde, yerleşim alanlarında, yol boylarında ve tarımsal alanlarda, bazen kayalara oyularak, bazen de taşlarla örülerek inşa edilen sarnıçlar, hem içme suyu gereksinimini karşılamak için hem de hem de tarımsal faaliyetlerde kullanılırdı.
16.yüzyılda, özellikle Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos seferi sırasında yöremizde çok sayıda sarnıç inşa edildiği bilinmektedir.
Muğla sınırlarında en sık rastlanan sarnıç türü daire planlı, kubbeyle örtülü bir kurguya sahiptir. Kubbe başlangıcı seviyesinde yağmur sularının sarnıçta toplanmasını sağlayan su olukları bulunmaktadır. Sarnıçtan hem su alınabilmesi hem de suyun kontrolünde ve temizliğinde kullanılan merdivenler, bu yapıları tamamlayan diğer unsurlardır.





NOT: Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…

Bu konuda bulduğum bir yazı;

Bodrumlu olan ve Bodrum’a seyahat eden herkesin sıklıkla gördüklerinin başında sarnıçlar gelir. Neredeyse buranın alamet-i farikalarından birisi olmuştur desek sanırım yanlış bir şey söylemiş olmayız.

Bodrum yarımadasının her yanında o kadar çok sarnıç var ki. Mesela, Yalı Beldesi ile Bodrum arasındaki yol güzergahında dikkat edilecek olursa, yolun her iki kenarında sarnıçlar görülür. Eğer buradan geçmişseniz en azından bir ikisi dikkatinizi çekmiştir. Ben her seferinde dikkatlice etrafı izleyerek gider gelirim. Araba kullanmadığım için bunu kolaylıkla ve güvenli bir şekilde yapabiliyorum. Bir defasında, yol boyunca ne kadar sarnıç var sayayım dedim. Meğer Yalıçiftlik ile Bodrum girişi Yokuşbaşı arasında tam 15 tane varmış. Bunlar sadece yol kenarında olanlar. Yol boyunca sarnıçların yoğunluğunu görünce, acaba bunun bir sebebi var mı, varsa ne ola ki dedim. Ya bu sarnıçlar yol boyunca yapılmışlar ya da yol sarnıçların olduğu yerlerden geçirilmiş. Öyle ya da böyle, yol ile sarnıçlar arasında bir ilişki olabilir.

Genellikle dairesel formlu Kümbet şeklinde yapılmışlardır. Ancak az sayıda da olsa, küçük bir tüneli andıran ve dikdörtgen temel üzerine oturtulanlarına da rastlanır. Sarnıçlar, su toplama yeri ve depoları olarak yapılmış ve kullanılmışlardır. Bir kısmı bu amaçla halen kullanılmakla birlikte, Bodrum merkezdekiler başta olmak üzere yarımadada turizmin yoğun olduğu yerlerde kapılarına bir demir parmaklık konulduğu ve kilit vurulduğu görülür. Demek ki tüfek icat olunca sadece mertlik bozulmamış. Derin kuyu pompaları icat olunca da sarnıçlara sırt çevrilmiş.

Çok fazla olmasa da bazı sarnıçların giriş kapısının üzerinde kim tarafından, hangi yıl yaptırıldığı gibi bilgiler bulunur. Mühendislik diliyle söylemek gerekirse; sarnıçlar birer sanat yapısıdırlar. Sarnıçlar, üstte bir kubbe ve altta suyun toplandığı bir yerden ibarettir. Kubbelerinin yapımında, sağlamlığı arttırmak için harcının içine keçi kılı konulduğunu duymuştum ama bunun doğruluğunu kesinleştirmiş değilim. Genellikle kubbenin üzerinde bir fallus bulunur. Bunun yöresel adı sibektir. Sarnıçların kubbe şeklindeki kısmına düşen yağmur damlaları, yerden bir metre kadar yükseklikte, 30-40 cm kadar genişlikte ve içe meyilli olan kısma gelerek burada toplanırlar ve belli aralıklarla yerleştirilmiş olan deliklerden sarnıcın içine akarlar. Bu delikler aynı zamanda sarnıcın içinin havalanması işlevini de yerine getirirler. Ortalama bir sarnıcın çapı 7 m. civarındadır. Bu da yaklaşık 38 m2 bir taban alanı oluşturur. Kapı hizasına kadarki derinliği ise 2-2,5 m kadardır. Böylece 75 m3 civarında bir su toplama ve depolama haznesi oluşmuş olur. Bu yöreye düşen ortalama yıllık yağış miktarı 650 mm olduğuna göre demek oluyor ki, kubbe kısmına düşen yağıştan toplanan miktar; 38 m2 x 0.65 m = 24.7 m3 Geriye kalan miktar ise topraktan girer içeriye. Toprakta suyun akış yönüne dikkat edilerek açılan kanallardan gelen su, toprak seviyesindeki delikten sarnıcın içine dolar. Sarnıç suyla dolu olduğunda, kapısından suyu almak kolaydır. Su azaldıkça, içeride aşağıya doğru yapılmış olan bir merdivenden inilerek su alınır. Önlerinde hayvanların sulanabilmeleri için bir yalak bulunur. Yalaklar, genellikle taş ya da ağaç gövdesi oyularak, daha yakın zamanda yapılanları ise güncel yapı teknikleri kullanılarak yapılmışlardır.

**
Sarnıçlara kimsenin tenezzül ettiği yok artık. Kimisi bir yol kenarında, kimisi ağaçlar arasında, orada burada bakımsız ve unutulmuşlar. Eskiden su ihtiyacı kuyulardan, bir çok evde bulunan ve çatıdan gelen suların toplandığı evlerdeki sarnıçlardan ve bu kümbet sarnıçlardan karşılanır, böyle olunca da suyun kıymeti bilinirdi. Sonra şebeke suyu geldi, suyun ne kadar değerli bir şey olduğu biraz unutuldu, su daha dikkatsizce kullanılır oldu. Sanılıyor ki bu su hep böyle akacak…

Yarımadanın önemli ama unutulmuş yapılarından olan sarnıçlara ithaf olsun bu yazı ve buradan onlara selam olsun…

**

Lütfen bakınız : (Sayın Sabahattin Bilsel'in fotoğraf galerisi için )
Sayın Sabahattin Bilsel'in fotoğraf galerisi için

Sabahattin Bilsel's Galleries
Sabahattin Bilsel's Galleries

12 Eylül 2010 Pazar

Sevgili Dr. Engin Karaşin … Hoşça kal Dostum…

Sevgili Dr. Engin Karaşin …






NOT: Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…


Hoşça kal Dostum…

Yıllar içinde tanıştığımız kişilerin küçük bir kısmı ile zamanla tanışma tanışıklığa, aşamalı olarak arkadaşlığa ve en önemli düzey olan dostluğa ulaşıyor. Bu dostluk ise yakınlık derecesine göre bir zaman geliyor gönül dostluğuna erişiyor.
Sevgili Dr. Engin ve ailesi de bizler için öyle oldu.
Bulunduğumuz ilçede yedek subaylık görevini ifa etmek için ayrıldığında ailesini emanet edip teslim edecek, ailesinin de bunu kabul edeceği kadar bir yakınlık oluştu.
Süreç içinde uzmanlık için ayrıldığında bizler de başka bir ile tayin olduğumuzda araya giren mesafeler bu dostluğu aksatmadı. Gün oldu telefonlaştık gün oldu bir vesile ile İstanbul’da denkleştik. Ama hayat kendi içinde bizleri kendi mecrasında sürüklerdi durdu.
Bundan birkaç yıl önce gene bir Türkiye turuna çıktığımızda o zamanki rotamız Marmara ve civar illeri idi. Adapazarı, Kocaeli, Bursa, Balıkesir derken Altınoluk’ta yazlıklarında sevgili eşi Mediha hanım, oğulları Alper, İstanbul hanımefendisi saygıdeğer annesi ve babası ile birlikte baldızı ile de kısa da olsa zaman geçirmiş, geçmişi anıp hasret gidermiştik.
Oradan ayrılıp Keşan’da görev yaptığı hastanede buluşmuş, ısrarı ile (iyi ki) bir yerlerde bir masa etrafında çok güzel anlar yaşamıştık.
Gene aynı yazlıkta birkaç sene sonra Ege turumuzu esnasında Altınoluk’a kadar çıkıp bir ev kiralamış güzel bir sabah kahvaltısında anılarımızda yer eden sohbetlerde bulunmuştuk.
Bugün ise gönül dostumuz, aile dostumuz, sevgili arkadaşım Dr. Engin Karaşin’in bir kalp krizi ile hayata veda etmiş olduğun öğrenmem içimi acıttı, yaktı….
Şu son bir ay içinde değer verdiğim sevdiğim artık sayısını tutmak istemediğim miktarda yakın gördüğümüz dostlarımızı kaybettik. Bu sefer öyle kötü oldum ki…
Benim de kalp rahatsızlığım dolayısıyla geç haber vermelerine rağmen bizim için yeni şiddetli bir haber oldu !...
Sonraki birkaç saat nasıl geçti bilmiyorum…
Sevgili Dr. Engin Karaşin, sen bizler için dost ötesi bir gönül arkadaşıydın, sevgi dolu, sır küpü, güzel sesi ile Türk Sanat Müziği icra ederken dinleyenlere verdiğin haz ile anılarımızda ettiğin yer daim olacak. Her anışımızda kulaklarını çınlatacağız…
Değerli ve sevgili ailesine, O’nu seven dostlarına sabır, metanet diliyor, kendisine Allah’tan Rahmet ihsan etmesini dua ediyoruz…
Kendine iyi bak demeyi çok isterdim!…
Hoşça kal Dostum…

9 Eylül 2010 Perşembe

Tokat yolu kümbet ve han

Tokat yolu kümbet ve han

Mübarek Ramazan Bayramınız kutlu olsun, Allah her seneye sağlıkla ulaşmayı nasip etsin...




NOT: Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…

7 Eylül 2010 Salı

Tokat'tan Manzaralar

Tokat'tan Manzaralar



NOT: Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…

5 Eylül 2010 Pazar

Pozantı Şekerpınarı ve ÇIFTEHAN Kaplıcaları


Pozantı Şekerpınarı ve ÇIFTEHAN Kaplıcaları



NOT: Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…


Pozantı Şekerpınarı

Adana Ankara yolu üzerinde Pozantı ile Çiftehan arasında koca bir dağı yarığından buz gibi bir su kaynağı vardır. Hemen yanında da bir tesis bulunur. Yıllardır buradan geçerken muhakkak uğrar mola verir buz gibi suyundan içeriz.
Bu sefer de uğradık, burada aklımda yanlış kalmadıysa Çakıt deresi üzerinde kaynaktan çıkan su ile kesiştiği noktada yapılan eski bir köprünün yenilendiği de gördük.
Şimdilerde ise yeni yapılan duble yol nedeni ile bu kısmın üzerinde geçiyor yukarıdan seyrediyor ama ne yazık ki iniş ve giriş yok !...

ÇIFTEHAN ve TARIHÇESI

Şekerpınarı’ndan çıkıp yola devam edince yol üzerinde bulunan Çiftehan’a da uğrar, buradan elma ve üzümden yapılan pestil elmadan geçmeyiz. Kaplıcaları da eskiye oranla daha düzenlenmiş ve düzgün yapılanma ile ilgi çekici olmuş.


KLEOPATRA'DAN GÜNÜMÜZE CIFTEHAN
Çiftehan adini kasaba girişindeki iki handan aldığı söylenmektedir. Anadolu'nun bati kapısı olan Çiftehan: sıcak su kaynakları nedeni ile m.ö ilk çağlarda başlamak üzere dikkatleri çekmeye başlamıştır. Bu güne kadar sıcak su kaynağının ne zaman ortaya çıktığı bilinmemektedir ilk olarak m.ö 324 yılında kral Ömer Niğde ilini topraklarına katması ardından Çiftehan sıcak suyu ile dikkatleri çekmiştir. Bu dönemde güvenlik nedeni ile Çiftehan merkezinde bir yapılanma oluşmasına rağmen Çiftehan'ın görev ve amaçları ve tepelerinde yeraltı kaya tabyaları yaptırmıştır. Bölge eti Frig ve Roma dönemlerine yerleşim yeri olmuştur.
Roma imparatorluğu döneminde Kapadokya'nın en önemli eyaleti olması nedeni ile Çiftehan bir önemli kapı görevini görmüştür. Bölgede yapılan arkeolojik kazılara göre etiler zamanından beri yerleşme sahası olarak kullanılmıştır.
Mısır kraliçesi Kleopatra'nın Tarsus’ta yasam sürerken sık sık bu kaplıcaya gelerek uzun süre kaldığı suyun gençleştirici, güzelleştirici ve dinlendirici etkinliklerinden faydalandığı söylenmektedir. Çiftehan kaplıcalarının eski havuzun temel kısmı roma dönemine aittir. Bu gün ayakta bulunan ve kullanılmakta olan havuzlu banyolar Selçuklu Türkleri zamanında yapılmıştır. Havuzlu banyo Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşımaktadır.

Roma imparatorluğu döneminde Antakya ardından hıristiyanlığın Toros dağlarını aşıp tutunduğu en önemli yerleşim birimi Çiftehan ve Ulukışla kesimleridir. Hıristiyanlığın ilk ve önemli yerleşim birimleridir. Bizans döneminde Çiftehan Sasani ve Arap akınlarına maruz kalmıştır.
Bizans imparatorları ülkenin doğu kesimini özellikle Toros geçitlerinin ağzında bulunan Çiftehan ve ardındaki Niğde koruma ve vuruş haline getirmek amacı ile burada önemli askeri üsler kurulmuştur. Ulukışla ve Çiftehan arasına kurulmuştur. Ulukışla ve Çiftehan arasına LÜLÜ kenti kalesi ve mağara tabyaları inşaa edilmiştir.

3 Eylül 2010 Cuma

Antakya - Prina yakıtı

Antakya - Prina yakıtı


Prina zeytinyağı fabrikalarının bir artığı olup, Akdeniz ülkelerinde görülen önemli bir biyokütle çeşididir. Prina düşük maliyetle oldukça büyük miktarlarda elde edilebilir. Bitkisel yağlar ve prina, kükürt içermeyen alternatif yakıtlar olarak dikkate alınabilir. Prina aslında bir atık madde olduğu için diğer atıklar gibi uygun ve kabul edilebilir bir kullanım olmaması halinde problemler yaratabilir. Enerji üretiminde verimli ve uygun bir şekilde prina kullanımı iki probleme birden çözüm sağlamaktadır; temiz enerji üretimi ve zeytinyağı tesislerinin atığı olan bu maddenin tekrar kullanımı.
Ortalama olarak 100 kg zeytinden 15-22 kg zeytinyağı ve 35-45 kg prina elde edilebilmektedir.

1 Eylül 2010 Çarşamba

Antakya Demirköprü

Antakya Demirköprü



NOT: Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…

Küçük halamın damadının köyü olan, Suriye sınırına oldukça yakın bulunan köye davetliydik. Cümbür cemaat toplanıp gittik. Bahçede bulunan birçok değişik meyve ağaçları arasında toprakla sıvanmış kara kovanlarda arılar bal yapmakla uğraşırken, tandırda yapılan biberli ekmekler, fırınlanmış közlenmiş patlıcanlar domatesler ve biberlerle yapılmış olan patlıcan salatası, kuru kabak, salatalık, patlıcan ve dolmalık biberlerden yapılmış olan bol acılı ve ekşili dolmalarda sofrayı süslüyordu. Yıllardan sonra salatalık dolmasını yemek bizlere güzel bir sürpriz oldu.
O kadar insana, mecburen, yetti…
Yemekten sonra etrafı dolaşmaya çıktık, sınırın diğer tarafında Salkin, İskat, İdlıp kentleri ve Çekara köyü gözle görülebiliyordu. Ekilmiş olan pamuk tarlaları artık çiçeğe dönmeye başlamıştı.
Gene burada Suriye ile Türkiye sınırında Yarseli Barajının ortak kullanılan pompa istasyonu da bulunuyor.
Köy içinde küçük bir pazar yerel ürünlerin alış verişinde taze ürünlerin bulunup alınması için kurulmuştu.
Gece olunca sınırın her iki tarafında bulunan yerleşim yerleri ışıl ışıl seyredilebiliyordu.
İşte, güzel bir günün hatırası olan resimler…

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Antakya Atçana – Alalakh

Antakya Atçana – Alalakh

NOT: Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…



Hatay'ın neresini kazarsanız bir tarih çıkar. Hatay'ın neresine bakarsanız "Cennerin izlerini görürsünüz. Hatay'ın hangi kapısını çalarsanız sizi farklı bir kültür karşılar. Hatay, sadece Hatayııları değil, bu ülkenin tüm yurttaşlarını, tarihte de bütün kavimleri bağrına basmış ender kentlerden biridir.

Antakya'dan yola çıkıp Reyhanlı'ya doğru gittiğiniz zaman kuzeyde uzanan Amik ovasını, biraz yukarılara doğru bakarsanız Amanosları görürsünüz. Yolun Güney bölgesinde ise Suriye sınır bölgesindeki köyler ve zeytin ağaçları gözünüzün önünden hızla geçer. Amik Ovası'nda

tarlalar arasında yükselen toprak tepeler, bu tepelerin yakınlarında ağaçlar arasında yemyeşil köyler görürsünüz. Höyükler, yani tarihin toprak altında saklandığı kasalar geçmişten, yemyeşil köyler ise günümüz hayatından kesitleri gösterir.

Amik ovasında yer altında saklı tarih kasaları "Höyükler"de ilk kazılar British Museum adına 1936-1939 ve 1946-1949 yıllarında Sir Leonard Woolley tarafından yürütülür. 1912 yılında Karkamış'a kazılar yapmak üzere gelen Leonard Woolley, bu kazılar sırasında yakın arkadaşı ve meslektaşı (sonradan ünlü ingiliz casusu Arabistanlı Lawrence olarak tarihe geçen) Lawrence ile birlikte bir kaç kez Antakya'yı ziyaret edip araştırmalar yapar. Karkamış'ta elde ettiği bulgular Woolley'in tüm dikkatini daha önce ziyaret ettiği Antakya'ya yöneltir. Ege uygarlıkları ile Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları arasındaki ilişkileri ortaya çıkarmak amacıyla, 1937 ilkbaharında ekibiyle birlikte Teli Atçana'ya gelir. Kazı alanının yanındaki eve yerleşirler. Daha sonraları, arkeolog Max Mallowan, 1930'da evlendiği eşi ünlü romancı Agatha Christie ile beraber, hocası Woolley'i ziyaret amacıyla Atçana'ya gelirler ve bugün harabe halinde olan bu evde bir süre kalırlar.

Woolley'e yakın tarihlerde, 1932-1938 yılları arasında Chicago Üniversitesi'nden Robert Braidwood ve ekibi tarafından yapılan araştırmalarda 178 adet höyük keşfedilmiştir. 1995 yılında Chicago Üniversitesi'nden Prof. Dr. Kutlu Aslıhan Yener ve ekibi tarafından başlatılan çalışmalar, 2003 yılından itibaren T.C. Kültür Bakanlığı ve Mustafa Kemal Üniversitesi desteğiyle devam etmektedir. Bugün tüm Hatay'da belirlenen höyük sayısı 346'ya ulaşmıştır.

Bu kazılardan en önemlisi ve hala keşfedilmeyi bekleyen Alalakh (Teli Atçana), Amik Ovası'nda, Asi nehri kıyısında yer alan 750 x 325 m boyutlarında ve 9 m yüksekliğinde büyük bir höyüktür. Bu höyükte 17 saray katmanı tespit tespit edilmiş, bugüne değin ulaşılan 7 adet saraydan çeşitli Orta ve Geç Tunç çağı kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Üstten başlayarak 7. tabakada Yamkhad Kralı Yarim-lim'e (M.Ö. 18. yüzyıl) ait sarayın bulunduğu Alalakh'ın, Yamkhad Krallığı'na bağlı Mukiş ilinin yönetim merkezi olduğu, daha üstte ki 4. tabakada ise Nikmepa'ya ait (MÖ 15./14 yüzyıl) sarayın bulunduğu Alalakh'ın ise Mittani devletine bağlı küçük bir Hurri krallığının başkenti olduğu anlaşılmıştır. Alalakh, M.Ö. 1370 yılında Hititler'in güçlü kralı i. Şuppiluliuma tarafından ele geçirilmiştir.

Alalakh kazılarını yürüten Prof. Dr. K. Aslıhan Yener büyük bir tutkuyla kazı alanını hem anlatıp, hem dosyasındaki bilgileri bizimle paylaştıkça, şu an üzerinde bulunduğumuz höyüğün ve nicelerinin, tarihin aydınlatılması açısından ne kadar önemli olduğunu öğreniyoruz. Amik Ovası'nda bir kaçı dışında henüz dokunulmamış yüzlerce höyük olduğunu, bunların koruma altına alındığını da bu arada çalışmalarda gözlemci olarak bulunan bakanlık yetkilisi anlatıyor.

K. Aslıhan Yener, Mustafa Kemal Üniversitesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Anadolu tarihi ile ilgilenen yabancı üniversitelerden aldığı destekle Hatay'ın en önemli ören yeri olan Teli Atçana höyüğünde toprak altında keşfedilmeyi bekleyen 10 sarayın en sonuncusuna ulaşmayı amaçlıyor. Onun, Teli Alalakh konusunda yazacağı kazı raporunu şimdiden merakla bekliyoruz. Şippiluliuma ile ii. Ramses arasında nasıl bir savaş yaşandı? Kim kazandı? Fırtına Tanrısı'nın o dönemde yaşayan insanların üzerindeki etkisi ne idi?

K. Aslıhan Yener; kazı alanının açık hava müzesi haline getirilmesi ve turizme açılmasını beklediklerini söylerken, Ortadoğu'nun önemli yerleşkelerinden biri olan Teli Atçana'da elde edilen buluntuların kayıtları için kazı ekibi harıl harıl çalışmaya devam ediyordu.


http://www.hatay.gov.tr/gezilecekyerler/Alalakh/Alalakh.asp

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Çevlik – Samandağ

Çevlik – Samandağ



NOT: Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…



Samandağı’na bağlı Kapısuyu köyünün üç mahallesinden biri olan Çevlik’te turizm sezonu boyunca denizden yararlanılır.

26 Ağustos 2010 Perşembe

Beşikli Mağara (Antakya - Samandağ - Çevlik)

Beşikli Mağara
(Antakya - Samandağ - Çevlik)

Titus Tüneli'nin deniz tarafındaki girişine göre sağ tarafta, 100 m kadar uzaklıkta kaya mezarları vardır. Burada kayalara oyulmuş mağaraları içinde bulunan çok sayıda mezarın en çok ilgi çekeni, çukurun tabanındaki geniş mağaradır. İçinde çok sayıda mezar bulunan bu mağara diğerlerinden farklı yapılmış yüksek ve gösterişli bir mezar yüzünden halk arasından ''Beşikli Mağara'' olarak anılmaktadır.

NOT: Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…



Beşikli Mağara

Samandağ Çevlik köyünde deniz kenarında 300 hektarlık alana yayılan "Seleukeia Pieria" ya da bir diğer söylenişle "Pieria'daki Seleukeia" antik kentinin en önemli kalıntılarından birisi olan Beşikli Mağara tamamen kayaya oyulmuş mezar kompleksidir. Yöre halkı tarafından mezar adasının içinde yan yana aynı boyutlarda işlenerek biçimlendirilmiş üzeri düz çatılı iki taş sandukalı mezardan ötürü Beşikli Mağara olarak adlandırılmıştır. 18. ve 19. yüzyıl seyyahlarınca seyahat kitaplarında Krallar Mezarı olarak tanımlanmış, W.Bartlett tarafından gravürleri çizilmiştir.

Mezar adasının bulunduğu alan, eski çağda ölüler şehri olarak adlandırılan bir nekropol (mezarlık) alanı olarak düzenlenmiş, mezar adasının bulunduğu kayalık yamacın kuzey, doğu ve güney yanında kayalık içine işlenmiş mezar odaları çevrelenmiştir.

Mezar alanına giriş batı yanda bulunan merdivenlerle sağlanmıştır. Bu merdivenlerin bir kısmı halen görülebilmektedir. Beşikli mağarada 1938 yılında Amerikan - Fransız kazı heyeti tarafından kazı temizlik çalışması yapılmış ve mezar anıtının çok eski çağlarda soyulduğu ve tahrip edildiği anlaşılmıştır. 1998 yılında ve 2002 yılından bu yana Yrd. Doç. Dr. Hatice Pamir başkanlığından yürütülen arkeolojik çalışmalar sonucunda anıtın ayrıntılı belgeleme çalışması yapılmış ve Samandağ Kaymakamlığı'nın destekleri ile alanın çevre düzenlemesi gerçekleştirilmiştir.

Beşikli Mağara olarak adlandırılan anıt mezar, birbirine bağlantılı dört mekandan, tabana ve yan duvarlara oyulan toplam 93 mezar yatağından oluşmaktadır. Önde yer alan giriş mekanının cephesinde 4 sütunlu ve üç girişli cephe düzenlemesi yer almaktadır. Ön giriş mekanı küçük dikdörtgen planlıdır ve iki ana mekanı açılmaktadır. Mekanın tavanı üç bölümlü olarak tasarlanmış, her bir bölümün köşeleri kabartma istiridye, yan kenarlarda ise kabartma sarmaşık dalı motifi ile süslenmiştir. Ön giriş mekanının tabanında ve batı yan duvarında mezar yatakları açılmış, mezar yataklarının üst kısmı kapatma plakaları ile kaplanmış olduğu anlaşılmaktadır.

Ön giriş mekanı, kuzeyde ve doğuda bulunan daha büyük boyutlu iki ayrı odaya açılmaktadır. Doğudaki odanın girişi, güney ve kuzey köşesinde kayadan oyulmuş yuvarlak gövdeli sütunlar ve bu sütunların üzerinde yükselen tonoz kemeri i kapı düzenlemesine sahiptir. Kareye yakın bir plana sahip doğu odanın merkezinde dört sütunlu merkezi alanın tavanı kabartma istiridye ve sarmaşık dalı motifi işlenerek bezenmiştir. Merkezde yer alan sütunlara ait gövdeler tahrip olmuş sadece iyon düzeninde kaide ve başlıkların az bir kısmı koruna gelmiştir. İki sütun başlığının yan yüzlerinde kabartma olarak işlenmiş daire içinde haç motifleri yer almaktadır. Doğu odada 23 adet tabana açılan mezar, 7 adet duvarda işlenmiş niş içinde mezar yatağı (arcosolium - Hıristiyan yeraltı mezarlıklarında sık rastlanan bir çeşit mezara verilen ad) yer almaktadır.

Doğu odanın istiridye motifli tavanı.
Odanın doğusundaki ve kuzeyindeki kayaç duvarların içine açılan mezar yataklarının tavanı tonozlu nişler şeklinde işlenmiştir. Bunlardan 2 mezar yatağı oldukça süslü işlenmiş; güneydoğu duvardaki mezar yatağının tavanı dışa açılan istiridye motifi, istiridye motifinin sonlandığı noktada 40 cm kalınlıkta içten dışa doğru üç kademede açılan kabartma bant kuşağı vardır. Tavan kasetine estetik bir şekilde katılan bu bantların üzerinde, sarmaşık dalı kabartması, dala konmuş kuş ve kertenkele, uçan kuş kabartması figürleri işlenmiştir. Oldukça tahrip olmuş olan figürler zorlukla seçilmektedir. Doğu duvardaki ikinci niş üzerinde ve kuzeybatı köşede yer alan mezar yataklarında da aynı bezeme düzeni görülür; fakat bantların üzeri işlenmeden sade bırakılmıştır. Doğu odanın kuzeybatı köşesi, daha küçük dörtgen bir odaya açılmaktadır. Bu odanın sadece kuzey ve doğu duvarında, üstü beşik tonoz çatılı iki arcosolium (Hıristiyan yeraltı mezarlıklarında sık rastlanan bir çeşit mezara verilen ad ) yer almakta, tabanda mezar yatağı bulunmamaktadır. Girişin kuzeyinde yer alan dörtgen planlı oda sade olarak işlenmiş ancak son derece ilginç bir mekan düzenlemesine sahiptir. Ön girişten açılan mekana, kayadan işlenmiş iki yanında iki pencere açıklığı bulunan bir kapıdan girilmektedir. Öte dünya için bir ev gibi planlanmış odanın merkezinde üzeri düz çatılı baldahin (tepelik,tenteli gibi) şeklinde tasarlanmış, doğu­batı aksı üzerinde birbirinden bağımsız duran iki sandukalı mezar yer almaktadır. 3.62 m uzunlukta, 1.50 m genişlikteki mezarların yüksekliği 1.93 m'dir. Bu mezarlar tamamen kayadan oyularak biçimlendirilmiş, tabandan 1.30 m yüksekliğe kadar lahit teknesi, lahit teknesinin dört köşesinden yükselen dörtgen köşeli sütunlar ve sütunların üzerinde yer alan düz çatılıdır. Sütunların arasındaki boşluklar beşik kemeri i pencereler şeklinde biçimlendirilmiştir. Yöre halkının beşiğe benzettiği bu sandukalı mezarlarda ve odanın diğer kısımlarında hiçbir süsleyici öğe kullanılmamıştır.

Odanın kapı şeklinde giriş duvarı hariç, tüm duvarların yan yüzlerine mezar yatakları (arcosolium) işlenmiştir. Keza, odanın tabanına tamamen mezar yatakları açılmıştır. Bu oda, batısında bulunan bir diğer odaya açılmaktadır. Dörtgen planlı odanın duvarlarına ve tabanına mezar yatakları açılmıştır. Kuzeydeki bu odada duvarlarda ve tabanda olmak üzere toplam 52 adet mezar tespit edilmiştir. Mezarların üzerlerinin kaplama taş plakalar ile kapatıldığı ele geçen kalıntılardan anlaşılmaktadır.

4 mekanlı olarak işlenmiş bu mezar odası Hipogeum olarak adlandırılan yeraltı mezar odalarına, genel düzenlenişi bakımından benzerlikler göstermektedir. Hipogeum mezar odaları Hellenistik dönemden beri yakın doğuda sık kullanılmış bir mezar tipidir. Bu mezarlarda mezar yatağı (locu/i) sayısı 250'ye kadar çıkmaktadır. Yapılan araştırmalarda mezara ait bir yazıt ele geçmemiştir. 1930'lu yıllarda yapılan temizlik çalışmalarında ve 2005 yılında Hatay Arkeoloji Müzesi elemanları ile birlikte yapılan temizlik çalışması sırasında mezar anıtına ait buluntular mezar anıtının kullanımını en erken Roma dönemine M.S.1 yy'a tarihlendirmemize olanak sağlamaktadır. Keza nekropol alanının doğusundaki mezar anıtlarında da M.S. 1. yy'a ait olabilecek malzemeler ele geçmiştir. Beşikli Mağara içinde yer alan çeşitli kabartmalar, haç motifi gibi veriler anıtın Hıristiyanlık döneminde de kullanıldığını yansıtmaktadır. Tüm bu verilerin ışığı altında Beşikli Mağara nekropol alanı M.S.1. - 7. yy arasında kullanılmış bir nekrapol alanıdır. Böylesine büyük ve diğer nekropol alanlarından ayrılmış kendi içine kapalı bir alan olarak kullanılmış olması, bu mezar anıtının daha çok şehrin önde gelen kişileri için ya da kentin önde gelen ailesine ait bir aile mezar odası olarak kullanılmış olduğunu düşündürmektedir.

Bugün büyük ölçüde modern tahribata ve doğal tahribata açık olan mezar anıtının günümüzden çok öncesinden itibarecı tahrip görmüş olduğunu; seyyahların seyahatnamelerinde adı geçen Beşikli Mağara mezar anıtının en azından 18. yüzyıl öncesinde tamamen açılmış ve soyguncular

tarafından talan edilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Antik kayıtlara göre M.S. 6". yüzyılda yaşanan iki büyük deprem felaketi ile yerle bir olan kentten günümüze kalan en önemli kalıntılardan biri olan Beşikli Mağara genel düzenlenişi ile nadir bir eserdir. Seleukeia Pieria'nın Roma döneminde Doğu Akdeniz'in iki büyük liman şehrinden birisi olduğuna, Antik kaynaklara göre zenginliği ve refahı ile birçok kenti geride bırakmış bir kent olduğuna tanıklık eden bu anıt, kentin gücünü ve özgün yaratıcılığını yansıtan bir eser olarak değerlendirilmelidir. Bizlere miras kalmış olan bu anıt çok daha fazla özen ve ilgiye layık bir eser olarak gelecek kuşaklara aktarılmayı fazlasıyla hak etmektedir.

Yrd.Doç.Dr. Hatice Pamir
M.K.Ü. FenEdebiyat Fak.Arkeoloji Bl.

Kaynak:Hatay aylık kültür ve keşif dergisi

http://www.hatay.gov.tr/gezilecekyerler/besiklimagara/besiklimagara.asp

24 Ağustos 2010 Salı

Titüs tüneli (Antakya - Samandağ - Çevlik)

Titüs tüneli
(Antakya - Samandağ - Çevlik)


NOT: Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…


Tarihi kayıtlara göre, "dünyanın ilk tüneli" olarak tanımlanan Titus Tüneli, Roma döneminde dağlardan inen suların sürüklediği tortuların limanı doldurmasını önlemek için çalışmalara İmparator Vespasianus (MS.69-79) zamanında başlanmış, oğlu İmparator Titus (MS.79-81) zamanında da tamamlanmıştır. Bu çalışma sonucunda da limanın dolması önlenmiştir. Bu mühendislik harikası olan tünel, 1000 kişilik esir ordusu tarafından 10 yıl boyunca çalışılarak açılmış.

Tünel Titus zamanında tamamlandı ve derenin önü bir duvarla kapatılarak sel suları , yüksekliği 7 mt. genişliği 6 mt olan bu tünel vasıtası ile uzaklara akıtıldı, böylece limanın dolması engellenmiş oldu. 130 m'si tünel, kalanı açık kanal halinde olan tünelin uzunluğu girişten Çevliğe kadar 1380 m'dir

Günümüzde tünelin üzerinde blok taşlardan yapılmış, bugün de kullanılabilir durumda olan tek kemerli bir Roma köprüsü bulunmaktadır.

Titus Tüneli'ni gezerken ıslak olan zemine dikkat etmek gerekmektedir. özellikle kapalı olan 130 metrelik kısım oldukça karanlık ve kaygandır. Tünel içerisine girildiğinde biraz beklenip gözlerin karanlığa alıştırılması gerekmektedir. Tünel kenarının sağ tarafında bulunan kanalın kenarında el yordamı ile ilerlemeye çalışılmalıdır. Ve mutlaka bir el feneri bulundurmakta fayda vardır.

**
Samandağ, M .Ö. 310’da Seleukosların kurduğu önemli bir liman kentidir. İlk yerleşimi Paleolitik çağda başlamış olan Seleucia Pieria antik kenti, devletin liman kenti, Antakya ise başkenti olmuştur. Seleukos Roma döneminde donanma üssü olarak kullanılmıştır.
Samandağ'ın eski adı, Seleucia Pieria'dır (Selefkiye). Makedonyalı Büyük İskender'in fetihlerinden sonra, İskender'in komutanlarından biri olan Seleucus Nicator tarafından kurulmuştur (M.Ö.300 civarı) ve adını kurucu hanedandan alır. İskender'in ölümünden hemen sonra imparatorluğu parçalara ayrılmış ve haleflerden biri Lübnan, Filistin ve Suriye'yi de içine alan Selevkos İmparatorluğu olmuştur. Ancak bu imparatorluğun topraklarında birçok "Seleucia" kurulmuştu (Birisi bugün Mersin'in ilçesi olan Silifke, bir diğeri Mezopotamya'da Dicle Nehri kıyısındaki bir diğer Seleucia).

22 Ağustos 2010 Pazar

Teknepınar (Batıayaz) - Hz. Musa Ağacı - Vakıflı Köyü

Teknepınar (Batıayaz) - Hz. Musa Ağacı - Vakıflı Köyü




Musa Dağı'nın eteklerinde kurulmuş, Samandağ ilçesine bağlı bir köydür. Samandağı ilçesine 10, Antakya merkeze 20 km uzaklıktadır. Yaklaşık Nüfusu 2000 olmakla birlikte yaz aylarında daha kalabalıklaşır. Temiz havası, kaynak suları ve doğal güzelliklerinin yanısıra kültürel anlamda da zengin eserlere sahip bir yayla köyüdür. Eski bir Ermeni kilisesi, cami avlusunda 1000 yıllık bır çınar ağacı ve eski Ermeni yapıları bulunmaktadır. Çağlayan ve Karapınar mesire yerleri kayaların altından çıkan buz gibi sularıyla tanınmıştır.

Hz. Musa Ağacı

Hıdırbey Köyü'nün merkezindedir. Samandağ'dan dar bir asfalt yol ile ulaşılır. Devasa bir çınar ağacıdır. Ağacın gövde çapı 7.50 metre, çevresi 20 metre, yüksekliği ise 17 metredir. Ağacın dalları yaklaşık 1.5 dönümlük bir alanı kaplar. Ağacın içi oyuktur. Ağacın içine girip çıkmak mümkündür. Bu sayede ağacın içi “çaputlu ziyaret”e dönüşmüştür. Ağacın öyküsü ise şöyledir: Hz. Hıdır ve Hz. Musa denizden çıkarlar ve birlikte Hıdırbey Köyü'ne gelirler. Hz. Musa asasını su kenarına koyar ve buradan su içer. Daha sonra yoluna devam ederek kendi adı ile bilenen Musa Dağı'na çıkar. Döndüğünde asasının yeşerdiğini görür. O yeşeren ağacın bu ağaç olduğu söylenir.


Vakıflı Köyü

35 hane ve 160 nüfuslu eski bir Ermeni köyüdür. Kendine has özellikleriyle, her yıl Ağustos ayının ikinci Pazar’ında kutlanan Meryem Ana Yortusu ve üzüm bayramıyla ünlüdür. Bu zamanda dünyanın çeşitli yerlerinde gelen misafirlerin de katıldığı şenlikler yapılır.

20 Ağustos 2010 Cuma

Affan Kahvesi, Haytalı ve Eski Antakya

Affan Kahvesi, Haytalı ve Eski Antakya


NOT:
Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…
**
Alıntı Bilgi Notu:

Affan Kahvesi ve Haytalı

Affan Kahvesi ve Haytalı Bazı tatlar vardır; ismi anılınca bir şehri hatırlatır, bir terim olarak da özünde sayısız kavramlar taşır. Bugün bir efsane haline gelmiş, aslında Adana kültürünün bir parçası olan "bicibici" ya da yerel adıyla "haytalı"nın Hatay'da markalaşmış adresini ziyaret ediyoruz. inci Kıraathanesi, 1930 yılında Fuat Sahillioğlu tarafından yaptırılan iki katlı taş binanın alt katındadır. Yapımında Halep'ten gelen işçi ve ustaların emeği olan kahveye, Kurtuluş Caddesi üzerinde Aftan Mahallesi'nde olduğundan Aftan Kahvesi de denmektedir. Kahve, kuruluşundan bu yana Sahilli Ailesi fertlerince işletilmektedir. Kahvenin içindeki kalabalık arasından, son derece sessiz ve huzur verici bir mekan olan botanik bahçesine girdiğinizde sizi su şıkırtıları ve birkaç masa karşılar. Asma dallarının gökyüzünü kapattığı, sarmaşıkların duvarları tamamen kapladığı, küçücük havuzunda suların şıkırdadığı bu şirin bahçe, şehrin gürültüsünden ve kalabalıktan uzaklaşmak iseyenler için bire bir. Sarmaşıkların ulaşmadığı diğer duvarında ise eski Antakya fotoğrafları sergilenmektedir. Neredeyse her Antakyalının tanıdığı Aftan Kahvesi'ni özel kılan şeylerden biri de elli yılı aşkın bir süredir aynı lezzette sunulan haytalısıdır.
Ferdi Numan Sahilli ile Affan Kahvesi ve haytalı üzerine sohbet ediyoruz. Numan Bey, haytalılarını bu kadar lezzetli ve farklı kılan sırrı tam olarak vermese de, birkaç ipucunu bizimle paylaşıyor "Üretiminde süt, nişasta ve gül şurubu kullanılan haytalının tam lezzetine varmak için bekletilmeden yenmesi gerekir. Aksi taktirde haytalı sertleşir ve şurubundaki yoğun gül kokusu havaya karışır" diyen Numan Bey, kullanılan malzemenin kaliteli olmasının lezzeti artıran faktör olduğunu belirtiyor. Haytalıyı muhallebi, gül şurubu ve dondurmanın bütünleşmesi olarak tanımlayabiliriz. Mısır veya Suriye'den özelolarak getirilen vanilya ile yapılan muhallebi küçük küpler şeklinde kesilip, dondurma ve gül şurubuyla karıştırılarak bir kase içinde servis yapılıyor. Kasenin yanında verilen el yapımı kaşıklar ise sunuma ayrı bir özellik katıyor. Haytalı üretilmeye başlandığından bugüne müşterilerin hizmetinde tarihe tanıklık etmiş, artık üretilmeyen bu metal kaşıkların kaybolmaması için oldukça titiz davranılıyor. Haytalıya olan yoğun talebi karşılamak için çabaladıklarını söyleyen Numan Sahilli, birkaç şube açarak işi daha da büyütmek istediklerini ifade ediyor. Bu kültürü yaşatmanın hem kendilerine hem de Antakya'ya kazanımlar sağlayacağının bilincinde olduklarını, yerli ve yabancı turistin akınına uğrayan kahvenin yoğun temposu na tüm çalışanlarla birlikte ayak uydurmaya çalıştıklarını ve çok yorulduklarını ancak, müşterinin memnun ayrıldığını gördüklerinde tüm yorgunlukların unutulduğunu da sözlerine ekliyor. bir mekan olması dolayısıyla zaman zaman film ve klip çekimlerinde sahne olarak da kullanılmıştır.
Numan Bey'e Affan kelimesinin anlamını sorduğumuzda, Arapça bir sözcük olabileceğini, tam anlamını kendilerinin hatta amca ve dedelerin in de bilemediğini ancak, ma-affan kötü anlamına geldiğine göre affan herhalde iyi anlamınadır şeklinde bir yorum getiriyor.
Aftan Kahvesi'nden haytalının içimize işleyen lezzetiyle ayrılırken bize sunulan ve bize ait olan lezzetlerin değerini bir kez daha hatırlıyor ve Hatay mutiağında yerini almış haytalıyı mekanında tatmanızı öneriyoruz.


Kaynak : Hatay Aylık Kültür ve Keşif Dergisi

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Antakya Tadları

Antakya Tadları



NOT:
Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Hatay - Antakya Arkeoloji Müzesi

Hatay - Antakya Arkeoloji Müzesi

NOT:
Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Antakya Uzun Çarşı

Antakya Uzun Çarşı


NOT:
Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…

12 Ağustos 2010 Perşembe

Antakya yapı özellikler 2.nci Bölüm

Antakya yapı özellikler 2.nci Bölüm

NOT:
Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…

10 Ağustos 2010 Salı

Antakya yapı özellikler 1.nci Bölüm

Antakya yapı özellikler 1.nci Bölüm


NOT:
Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…

8 Ağustos 2010 Pazar

Antakya

Antakya

NOT:
Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…

6 Ağustos 2010 Cuma

Softa Kalesi

Softa Kalesi

Mersin Bozyazı ilçesinin 10 km doğusunda, Mersin yolu üzerinde “Fidik” olarak isimlendirilen tepede bulunan kalenin kuruluş tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber, Antik Çağlarda kalenin yapıldığı sanılmaktadır. Bizanslılar kaleyi kullanmış ve eklerle de genişletmişlerdir.

Osmanlı döneminde de kullanılan kale, kesme ve moloz taştan yapılmıştır. Sur duvarları ile su sarnıçlar, hamam kalıntıları günümüze gelebilmiştir.





(NOT:
Alt kısımda resimlerin üzerinde çıkan reklamı sağ üst tarafta bulunan ÇARPI işaretine basarak kapatabilirsiniz…)


**

Mamure kalesi ile karşı karşıyadır. İkisi arsında yerin altından yol olduğu söylenmektedir.

Çift sıra inşa edilmiş surlarıyla dikkat çeken Softa Kalesi, İlçenin 10 km doğusunda Mersin yolu üzerinde “Fidik” denilen tepe üzerinde kurulmuştur. Eski çağlardan beri korsanlar ve Romalılar tarafından kullanılan kale, burçlu görünümünü Orta Çağ'da almıştı. Eski çağlarda onarım görmüş ve sonra Türkler tarafından kullanılmıştır. Surların içinde birkaç su sarnıcı ile Orta Çağ'a ait hamam kalıntıları bulunmaktadır.
Çok yüksek yerde olduğu için çıkılması biraz güçtür. Mamure (Anamur) kalesi ile yeraltından ve deniz içinden bir bağlantısı olduğu, yürüme yolu iki kaleyi birbirine bağladığı söylenmektedir. Tarihi eserin fazla olduğu söylentiler arasındadır.

Kalenin içine inişin çok yüksek ve dipte olmasından dolayı içine kadar inilmesi zordur. Halk arasında esrarengiz kale olarak anılmaktadır.

Rivayete göre: Altın aramaya çıkan 2 kişi, kaleye varır. Kalenin içine inmek için harekete geçer. Kendini halatla bağlayan kişi aşağıya inmeye, diğeri de yukarıda beklemek için anlaşır. Halata bağlanan aşağıya inmeye çalışır. Bayağı sarktıktan sonra iki yılanın tam çukura iniş yerinin bitiminde toprağa yakın kavga ettiğini görür ve uzun bir süre bekler. Ama bir Türlü yılanlar kavgayı kesmez. Onun üzerine yukarıya çıkar ve amacına ulaşamaz. Daha sonra denemelerde de aynı tabloyu görür. Bir daha denemez. Bu kalenin o bölümünün yılanlar tarafından korunduğu rivayet edilir.

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Anamurium 3

Anamurium 3



Ören yerinin günümüze kadar gelen yapılarının çoğunluğu M.S. 1.yüzyıl sonrasına tarihlendiriliyor.

Geç dönemlere ait tiyatro, odeon, palaestra, hamam, su kemerleri, kiliseler görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Kentin dağa doğru olan yamacının bulunduğu alanda ise sayıları 350′ye varan mezarlıklar bulunuyor.

Ayrıca Anamur burnunun kuzeydoğu yakasında, ortalama 250 metre genişliğinde, güneyden kuzeye doğru uzanan 1700 metre uzunluğundaki eğimli bir arazi üzerinde Roma-Bizans kenti var.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Anamurium 2

Anamurium 2





Anamurium

Kentin ne zaman kurulduğuna dair herhangi bir bilgiye ulaşılamadığı gibi, Roma imparatorluk Çağı öncesine giden kalıntılara da bugüne kadar henüz rastlanmamıştır.
Fakat, ilk olarak Hititliler tarafından MÖ 12. yüzyılda kurulmuş olduğu sanılmaktadır.
Kentin adı sadece bir liman listesinde geçtiği için, MÖ 4. yüzyılda var olduğu bilinmektedir.
Anamurium'un adının "rüzgarlı yer" anlamında kullanıldığı da antik kaynaklarca ifade edilir.
MS l. yüzyılda kentin çevresine ilk surların yapıldığı, bir süre Kommagene Kralı Antiochos'un (38-72) yönetimine bırakıldığı tarihi bilgiler arasındadır.
Daha sonra, Romalılar’ın egemenliği altına girmiştir.
Kıbrıs'a yakın olması nedeniyle, özellikle Romalılar zamanında bir ara istasyon konumunda olan Anamurium, aynı zamanda kara yoluyla Toroslar'daki en önemli Roma kentlerinden biri olan Germanikopolis (Ermenek) ile bağlantılıydı.
Böylece, bölgedeki doğal kaynakların ihraç edildiği önemli bir ticaret kenti olmuştu.
Anamurium, MS 260 da Sasaniler tarafından ele geçirilmiş.
4. ve 5. yüzyıllarda korsanlar tarafında sık sık tahrip edilmiş.
Bizans döneminde de piskoposluk merkezi olmuş.
MS 650 yılında Arap akınlarına uğrayan kent, bu tarihten sonra terk edilir.
12. ve 13. yüzyıllarda Anadolu Selçuklularının Mamure Kalesini ele geçirmelerinden sonra, bölge Türk egemenliğine girer.
Anamurium 19. yüzyılda İngiliz Francis Beaufort'un Akdeniz'de yaptığı Keşifler sonucunda batı dünyasına tanıtılmıştır.
1960 yılında Toronto Üniversitesinden Elisabeth Alfoldi Rosenbaum tarafından kazılar başlatılmıştır.
Daha sonra Kanada'lı Prof. James Russel tarafından kazılar ve diğer bilimsel çalışmalar sürdürülmüş 2000 yılında kazılara son verilmiştir.
Kalıntılar Anamurium kumsalından başlıyor ve tepeye doğru tırmanıyor.
Anamurium kenti yukarı ve aşağı kent olmak üzere iki bölüme ayrılır.
En göz alıcı yapıları surlar, 3 adet hamam, 60 m. genişliğinde tamamlanamamış bir tiyatro, 900 kişilik oturma yeri bulunan odeon (konser salonu) ve paleastra aşağı kenttedir.
Liman Caddesi'nin her iki yanındaki kaldırımların belirli bölümlerinde yer yer zemin mozaikleri bulunmuş olup, bunların bir kısmı müzede sergilenmektedir.
Müzede sergilenen mozaikler içerisinde; barışçı kral Isaah adına düzenlenmiş mozaikte, palmiyenin iki yanında yer alan leopar ve oğlak betimlemesi nekropol kilisesi tabanında bulunmuştur.

Nekropol (Şehir Mezarlığı)
Kentin surları dışında kalan mezarlığı, Anadolu'nun en iyi korunmuş örneklerinden biridir.
Tonozlu mezarların tek ve iki katlı örneklerinin bir kısmının duvarlarında freskler ve mozaikler bulunmaktadır.
Genel olarak mezarlarda lahit odası, ziyaret mekanı ve diğer eklenti mekanları yer alır.
Beşik tonozlu en eski mezarların temelleri büyük kireç taşlarından inşa edilmiştir.
Nekropol'de görülen ikinci mezar tipinde geleneksel plana eklenti mekanlar oluşturulmuştur.
Üçüncü mezar tipi ise bir bahçe içerisinde eski tip mezarlara yeni bir ünite olarak eklenmiş yapılardan Anamurium Nekropol meydana gelir.
Bunların dışında edikula formunda, dört cephesi kemerli ve kesik koni biçiminde mezar tipleri de yer alır.

Hamam
Anamurium’un en iyi korunmuş yapısı, Anamurium hamamı, Romalılar zamanında yapılmıştır.
Zemini mozaiklerle kaplı, iki katlı olan hamamın giriş kapısı önündeki yazıtta şöyle yazılıdır: "Hamama hoş geldiniz, iyi temizleniniz".

Odeon
Odeon, Anamurium harabeleri içerisinde, denizden 500 m uzaklıkta sol tarafta bulunmaktadır.
Roma tarzındaki oturma yerleri, yarım daire şeklinde taştan kademeli olarak yapılmıştır.
Odeon'un orkestra yerinin tamamı mozaiklerle kaplıdır.
Platformun her iki yanında "paradoi" veya "paradoks" denilen iki giriş kapısı bulunmaktadır.
Bu kapılar konser salonuna girişi sağladığı gibi sanatçıların da salona girişini sağlamaktaydı.

Tiyatro
Kentin yukarı kesiminde yer alan tiyatrodan günümüze sadece duvarlar kalmış.
Surlar
500 m genişliği ve 1.7 km uzunluğu olan kenti, çepeçevre surlar çevreliyor.
Surlar, yolun sonunda tepeye kadar çıkıyor ve kentin akropolünü de çevreliyor.
Surların bu bölümü oldukça iyi durumda.

Müze
Müzede sergilenen Anamurium buluntularının en ilginç grubunu pişmiş toprak insan yüzlü yağ kandilleri oluşturur.
Bunun dışında süs eşyalarından oluşan bronz ve kemikten yapılmış bazı mezar armağanları, Roma çağına ait olan tunçtan yapılmış tanrıça Athena biçimli bir kantar ağırlığı, Bizans çağına ait halk sanatını yansıtan çeşitli malzemelerden yapılmış objeler diğer önemli buluntular arasında yer alır.
Anamurium kumsalı ünlü caretta caretta kaplumbağalarının yumurtalarını bıraktıkları 17 Akdeniz kumsalından biri olma özelliğine de sahiptir.


24 Temmuz 2010 Cumartesi

Anamurium 1

Anamurium 1





Anamurium 1

Antik dönemde Roma ve Yunan kenti, büyük bir ticaret merkezi bir liman şehriydi.Toroslardan kesilen keresteler limandan Akdeniz'in doğu medeniyetlerine Fenikelilere ve Mısır'a satılırdı.Zaman zaman korsan saldırılarıyla zor durumda kalan kent halkı iç bölgelere bugünkü Ören beldesine ve eski adı Çorak olan Anamur ilçe merkezine taşınınca kent terk edilmiş, Bizans'ın sona ermesiyle de kullanılmaz olup harabeye dönmüştür.11. yüzyılda yöreye gelen Türkler de kente ilgi göstermemişlerdir.Bugün kentte hala Odeon,hamam,zindan ve yüzlerce ev ve mozaikler sapasağlamdır. Odeon'da ara sıra konserler verilmekteymiş.

**
ANAMURİUM/ANEMOURİON Kenti antik KİLİKİA bölgesi kentlerinden.Konumu ve dokusu ile çok ilginç araştırmaların sonucu bir sürü soru işareti ile dolu, gezenleri ben dahil şaşırtan,çok etkileyici bir yerleşim...
Prof.Dr.Bilge UMAR adın aslının LUVİ dilinden ANNİMURA olma ihtimalini güçlü görüyor.MA -URA ve ANNİ ise luvi -hitit dillerinde "anne"anlamına gelmekte olduğu için Anadoludaki benzerleri ile de bağlantı kurulması hiç zor değil.Yalnız anai kökünün yamaç anlamına geldiğini de düşünmeliyiz.Deniz kenarında yamaç izlenimi veren bir kent burası.
Kısaca yine özbeöz bir Anadolu yerleşimi ile karşı karşıyayız.Ve yer yer oldukça sağlam ve ilginç kalıntıları ile de ANEMOURİON'un ayrı bir gizemi,sihiri var.

20 Temmuz 2010 Salı

Damlataş Mağarası

Damlataş Mağarası


Damlataş Mağarası, Alanya'nın içinde ve deniz kıyısında bulunmaktadır. Merkeze 3 km. uzaklıktadır. Toplam uzunluğu 30 m. olan mağara; kuru ve yatay mağara tipindedir. 200 m'lik bir alanı kaplamaktadır. Çok sayıda sarkıt ve dikitin eşsiz bir görüntü verdiği mağara, 15 m. yüksekliktedir.

Birbirinden güzel binlerce sarkıt ve dikitlerle süslü bu mağara hemen koruma altına alınıp mağara hakkında araştırmalara başlanmıştır.

Damlataş Mağarası hakkında ilk araştırmalar, Galip Dere tarafından yapıldı. Galip Dere, gazetelerin birinde 2. Dünya Savaşı zamanında atılan gaz bombalarından korunmak için bir mağaraya sığınan Almanlar’ın içinde astımlı olanların şifa bulduklarına dair bir haber okur. Mağaranın sağlık açısından faydası konusunda resmi incelemeler başlar. Doktor ve kimyagerlerden oluşan ekibin incelemelerinden sonra mağaranın astıma iyi geldiği tespit edilir.

Damlataş Mağarası'nın kapısından içeri girince 45-50 m. uzunluğunda bir geçit, 13-14 m. çapında ve 15 m. yüksekliğinde silindirik bir boşluk, ayrıca 15000 senede oluşmuş sütunlar vardır. Mağaranın iki katlı olan boşluğu 2500 metreküp hava ihtiva etmektedir. İçindeki ısı yaz-kış 22.3 derecedir. Mutlak nem 19.6 derece nispi nem %98'dir. Mağara dış tesirlerden arınmış olup havasında bol miktarda asit karbonik vardır. Hava basıncı deniz seviyesinden biraz aşağıda olmasına rağmen 760 mm.'dir. Mağara boşluğunun tamamı 180-200 metrekaredir. Mağara etrafındaki kalınlık 10 m.'yi bulduğu için çökme ihtimali yoktur. Senenin 5-6 ayında devamlı damlar.

Damlataş Mağarası'nın Tıbbi Fonksiyonu: Mağaranın astıma iyi gelen dört vasfı olduğu tespit edilmiştir. Mağaranın ortamında bulunan normalden 8-10 misli fazla karbondioksit, yüksek oranda nem, alçak sühunet, radyoaktivite gibi unsurların ilk ikisinin astıma iyi geldiği, diğer ikisinin de yardımcı faktör olarak kabul edildiği bilinmektedir. Alanya'ya astım tedavisi için gelen hastaların, öncelikle bir doktordan mağaraya girmesinde bir sakınca olmadığına dair rapor alarak, mağaranın ilgili memuruna başvurması gerekmektedir. Tedavi süresince sembolik bir ücret ödenir.

Damlataş Mağarası turizme açıktır.

18 Temmuz 2010 Pazar

Alanya Kalesi Yolu ve Manzaralar

Alanya Kalesi Yolu ve Manzaralar


Alanya

Alanya Kuzeyinde Toros Dağları Güneyinde Akdeniz’in bulunduğu küçük bir yarımada üzerinde kurulmuştur. Antik çağda Pamfilya ve Klikya arasındaki çizgide yer aldığı için bazen Pamfilya bazen de Klikya olarak anılmıştır.

Alanya'nın ilk iskanı ile ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Prof Dr Kılınç KÖKTEN ‘in 1957 yılında Kent merkezine 12 Km uzaklıkta yer alan Kadıini Mağarasında yaptığı araştırmalar, bölge tarihinin Üst Paleolitik (M.Ö.20,000,-17,000,) dönemine kadar uzandığını göstermektedir.

Alanya’nın ilk kez ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu henüz bilinmemektedir. Kentin bilinen en eski adı Korakesium dur. Bizans döneminde ise Kalanoros ismi verilmiştir. 13, YY da Anadolu Selçuklu Hükümdarlarından 1, Allaaddin Keykubat’ın (1200-1237) kaleyi alması ile şehrin ismini Alaiye olarak değiştirmiştir. 1935 yılında Kenti ziyaret eden Atatürk ise Alanya adını vermiştir. (Korekesium’dan İlk kez bahseden M.Ö.4, Yüzyıl antik coğrafyacılarından Scylax’dır Bu dönemde bölge Anadolu’nun önemli bir bölümünü istila eden Perslerin egemenliği altındadır. Daha sonra ünlü antik çağ yazarı Strabon, Piri Reis, Seyyep, İbn-i Batuta ve Evliya çelebi bölgeyi gezen seyyahlar olup eserlerinde kentten bahsetmektedirler.

Bölgenin ilk çağları ve Bizans dönemi hakkında fazla bilgimiz yoktur.M.S.7.yüzyılda arap akınları sırasında kent savunması daha da önem kazanmış,akınlara karşı korunmak amacıyla kale yapımlarına öncelik verilmiştir.Bu nedenle Alanya ve çevresindeki pek çok kale ve kilise M.S.6 ve 7.yüzyıla tarihlenmektedir.

Anadolu Selçuklu hükümdarlarından 1. Alaaddin Keykubad, Alanya kalesinde hüküm süren ve hristiyan sülalelerinden olan Kyr Vart’ ı 1221 yılında yenilgiye uğratarak Kaleyi ele geçirmiştir. Hükümdar kendi adına burada bir saray yaptırmıştır.Selçuklu’lar başkent Konya’nın yanısıra Alanya’yı ikinci bir başkent ve kışlık merkez olarak kullanarak imar faaliyetlerinde bulunmuşlardır.

1243’deki Moğol saldırıları 1277’de Mısır Memlüklerinin Anadolu’ya girmeleri Selçukluları yıpratmış, 1300 yılında Selçuklu Devleti parçalanmış ve bölge Karamanoğulları tarafından beşbin altın karşılığında Memlük Sultanına satılmış daha sonra 1471 yılında Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı Devleti sınırları içerisine alınmıştır.

Alanya, Tarsus ile birlikte 1571 yılında Kıbrıs eyaletine bağlanmış,1864 yılında ise,Konya vilayetinin sancağı olmuştur. 1868 yılında Antalya’ya bağlanmış, 1871 yılında bu ilin ilçesi olmuştur.

16 Temmuz 2010 Cuma

Alanya, Kalesi, Yolu ve Manzaraları...

Alanya, Kalesi, Yolu ve Manzaraları...



Alanya

Alanya Kuzeyinde Toros Dağları Güneyinde Akdeniz’in bulunduğu küçük bir yarımada üzerinde kurulmuştur. Antik çağda Pamfilya ve Klikya arasındaki çizgide yer aldığı için bazen Pamfilya bazen de Klikya olarak anılmıştır.

Alanya'nın ilk iskanı ile ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Prof Dr Kılınç KÖKTEN ‘in 1957 yılında Kent merkezine 12 Km uzaklıkta yer alan Kadıini Mağarasında yaptığı araştırmalar, bölge tarihinin Üst Paleolitik (M.Ö.20,000,-17,000,) dönemine kadar uzandığını göstermektedir.

Alanya’nın ilk kez ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu henüz bilinmemektedir. Kentin bilinen en eski adı Korakesium dur. Bizans döneminde ise Kalanoros ismi verilmiştir. 13, YY da Anadolu Selçuklu Hükümdarlarından 1, Allaaddin Keykubat’ın (1200-1237) kaleyi alması ile şehrin ismini Alaiye olarak değiştirmiştir. 1935 yılında Kenti ziyaret eden Atatürk ise Alanya adını vermiştir. (Korekesium’dan İlk kez bahseden M.Ö.4, Yüzyıl antik coğrafyacılarından Scylax’dır Bu dönemde bölge Anadolu’nun önemli bir bölümünü istila eden Perslerin egemenliği altındadır. Daha sonra ünlü antik çağ yazarı Strabon, Piri Reis, Seyyep, İbn-i Batuta ve Evliya çelebi bölgeyi gezen seyyahlar olup eserlerinde kentten bahsetmektedirler.

Bölgenin ilk çağları ve Bizans dönemi hakkında fazla bilgimiz yoktur.M.S.7.yüzyılda arap akınları sırasında kent savunması daha da önem kazanmış,akınlara karşı korunmak amacıyla kale yapımlarına öncelik verilmiştir.Bu nedenle Alanya ve çevresindeki pek çok kale ve kilise M.S.6 ve 7.yüzyıla tarihlenmektedir.

Anadolu Selçuklu hükümdarlarından 1. Alaaddin Keykubad, Alanya kalesinde hüküm süren ve hristiyan sülalelerinden olan Kyr Vart’ ı 1221 yılında yenilgiye uğratarak Kaleyi ele geçirmiştir. Hükümdar kendi adına burada bir saray yaptırmıştır.Selçuklu’lar başkent Konya’nın yanısıra Alanya’yı ikinci bir başkent ve kışlık merkez olarak kullanarak imar faaliyetlerinde bulunmuşlardır.

1243’deki Moğol saldırıları 1277’de Mısır Memlüklerinin Anadolu’ya girmeleri Selçukluları yıpratmış, 1300 yılında Selçuklu Devleti parçalanmış ve bölge Karamanoğulları tarafından beşbin altın karşılığında Memlük Sultanına satılmış daha sonra 1471 yılında Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı Devleti sınırları içerisine alınmıştır.

Alanya, Tarsus ile birlikte 1571 yılında Kıbrıs eyaletine bağlanmış,1864 yılında ise,Konya vilayetinin sancağı olmuştur. 1868 yılında Antalya’ya bağlanmış, 1871 yılında bu ilin ilçesi olmuştur.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Alanya Kalesi ve Ehmedek

Alanya Kalesi ve Ehmedek

Alanya Kalesi, Antalya'nın ilçesi Alanya'nın simgelerinden biri olan kale. Denizden 250 metreye kadar yükselen yarımada üzerinde bulunur. Surlarının uzunluğu 6.5 kilometreyi bulur.

Kandeleri adıyla da bilinen Alanya yarımadasındaki yerleşim, Helenistik döneme kadar inmekle birlikte günümüze kalan tarihi dokusu 13. yüzyıl Selçuklu eseridir. Kale, 1221 yılında kenti alıp yeniden inşa ettiren Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad tarafından yaptırılmıştır. Kalenin 83 kulesi ve 140 burcu vardır. Ortaçağda surların içine yerleşmiş kentin su gereksinimi sağlamak üzere 400'e yakın sarnıç yapılmıştır. Sarnıçların bir kısmı günümüzde de kullanılmaktadır. Surlar, planlı bir şekilde Ehmedek, İçkale, Adam Atacağı, Cilvarda burnu üstü, Arap Evliyası Burcu ve Esat Burcu'nu inerek Tophane ve Tersane'yi geçip Kızılkule'de son bulacak şekilde inşa edilmiştir.

Aya Yorgi Kilisesi, Kanuni Sultan Süleyman Camii, Akşabe Sultan Türbesi, Selçuklu Hamamı, Arasta, Bedesten, Sitti Zeynep Türbesi, Sultan Alaaddin Sarayı, irili ufaklı sarnıçlar, deniz feneri ve zindandan oluşan kale, bir tarih hazinesidir.

Yarımadanın zirvesinde açık alan müzesi olarak değerlendirilen İçkale bulunmaktadır. Sultan Alaeddin Keykubad sarayını burada yaptırmıştır. Kalede yerleşim günümüzde de sürmektedir. Taşıt trafiğine açıktır. Yürüyerek ise yaklaşık 1 saatte çıkılabilir.

Alanya Kalesi 'nin bölümlerinden birinde, tutuklu olan tutsakların ve askerlerin kaderleri ile karşılaştıkları zindan ve hapisaneler mevcuttur. Efsaneye göre bu hapisaneler dolup taştığı zaman hapisanede en çok kalan mahkumlar kalenin yukarı köşesine getirilip bırakılırlardı. Buraya bırakılan mahkumlar birbirlerini kalenin yüksek uçurumlarından aşağıa atmaya başlarlardı. Geriye kalan son mahkuma üç taş verilip aşaıya atması istenirdi. Verilen bu üç taştan birini suya yetiştiremeyen son mahkumda askerler tarafından ölümün kesin olduğu uçurumdan aşağıya atılırdı.




****
Ehmedek

Ehmedek, Alanya Kalesi'nin kuzey yamacında Bizans döneminden kalan küçük kalenin yerine Selçuklu döneminde "orta kale" olarak yeniden inşa edilmiştir. Giriş kapısındaki kitabeden 1227 yılında yapıldığı anlaşılmaktadır. Adını, Selçuklu döneminin inşaat ustası Ehmedek'ten aldığı sanılmaktadır.

Üçer kuleli iki bölümünden oluşan orta kale, kara saldırılarına karşı stratejik bir yerde ve aynı zamanda sultanın sarayının bulunduğu iç kaleyi de koruyacak konumdadır. Kulelerin günümüze kadar gelen duvarları Bizans döneminde kayalardan yontularak yapılmıştır. Orta kalenin içindeki üç sarnıç günümüzde de kullanılmaktadır. Kale duvarlarında Selçuklu döneminden kalma gemi resimleri vardır.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Antalya Düden köprüsü – Çırnık Kemeri -

Antalya Düden köprüsü – Çırnık Kemeri -

Antalya çıkışında hemen yolu sağ tarafında gördüğümüz bir köprüyü resimlemek için durduk.
Yaklaşık 275 metre uzunluğunda, 4,20 – 5,20 metre genişliğinde toplamda 8 gözlü taş kemerli olup, Düden çayı üzerinde kurulmuş bir köprüymüş.
Çırnık Kemeri olarak biliniyormuş. Yazılı levhaya göre 1993 -1996 yılları arasında karayolları tarafından restorasyonu yapılmış.


10 Temmuz 2010 Cumartesi

Kesme boğazı ve köprüsü

Kesme boğazı ve köprüsü

Finike’den çıkınca gittiğimiz yönün eski yol olduğunu daha önce yazmıştım. Gerçi çok yorucu oldu fakat doğal görünüm ve manzara bu yorgunluğu nispeten aldı.
İşte bu yolun son kısımlarına doğru dere üzerinde konuşlanmış bir lokanta gördük. Aynı zamanda antik yol yönlerinin ve tarihi bir köprünün hemen yanında olması, dere üzerinde katlı yapılanması, yabancı ve yerli turistlerin epeyi tercih ettiği bir yer olmuş.


**
Burasını bir de Vedat Milor’un kaleminden okuyun;
Antalya-Kemer’i geçtikten sonra Olimpos’a doğru giderken Ulupınar mevkinde karşınıza peri masallarını andırır bir konumda kurulmuş olan bir lokanta çıkıyor. Adı da bulunduğu konuma uygun: Şelale.
Bu kadar nefes kesici bir mekanda kurulu lokanta sadece bizde değil herhalde dünyada sınırlı sayıdadır.
Arabanızı park edip lokantaya adım atar atmaz mis gibi bir kuzu kokusu yayılıyor. Kuzu çevirme.
Lokanta kat kat platformlar üstüne kurulu. Bu tip bir mekanı son derece iyi kullanmışlar. Rustik mobilyalar ile döşeli bir yemek salonları var ama değişik platformlara dörtlü, altılı, sekizli ve bazılarında sedir üstüne oturup bağdaş kurarak yemek yiyeceğiniz masalar oturtmuşlar.
Sanırım özellikle turistler açısından cazip bir durum.
Lokantanın bir diğer özelliği de burada çeşitli alabalık havuzları olması ve arzu ederseniz kendi balığınızı yakalayabilmeniz. Siz yakalayın lokanta pişirsin!

8 Temmuz 2010 Perşembe

Finike - Antalya yolu

Finike - Antalya yolu

Finike’de kaldığımız otelden ayrılıp Antalya tarafına doğru yola çıktık. Meğerse burada da yeni bir yol yapışmış ve bu yolla Antalya’ya çok daha rahat, kolay ve çabuk varılıyormuş. Ama bilmediğimizden eski yoldan 3,5 saat süren bir yolculuk yaptık. Dağların tepesine çıktık, vadileri ve vadiler boyunca dereleri takip ettik. Safariye çıkan turist turlarına eşlik ettik. Yol üstü çeşmelerden sular içip çeşme başında yeni kişilerle tanışıp sohbetler ettik.
Bir daha aynı yoldan gider miyim? Hayır… :-(
Bir defa gitmiş olmak sanırım yeterli..


6 Temmuz 2010 Salı

Andriake antik kent ve Üçağız ile Beymelek Lagünü

Andriake antik kent ve Üçağız ile Beymelek Lagünü




Andriake (Çayağzı), Demre kent merkezinden nehir boyunca uzanan asfalt yol 5 km. sonra deniz kenarındaki Çayağzı mevkiine ulaşır. Lykia'nın en önemli limanlarından biri olan Andriake, büyük ölçüde limanın güneyindeki tepenin eteğine yayılmıştır. Şehrin bir kısım kalıntıları ile nekropolü liman ağzının kuzeyinde bugünkü Demre'ye çok yakın bir kesimde bulunmaktadır.

Andriake şehrinin kalıntıları arasında su kemerleri, Nymphaion (Anıtsal Çeşme), agora sarnıç bulunmaktadır. Agoranın batısında ünlü Norrea veya Granarium (silo, hububat deposu) yer alır. Yapı yedi odadan oluşmaktadır. Cephede granariumun yapılış zamanını kesin olarak saptamamıza yarayacak bir yazıt bulunmakta olup, tam ortasında da Hadrian ve karısı Sabine'nin portreleri görülmektedir.

**

Beymelek Lagünü

Akdeniz Su Ürünleri Enstitüsü Beymelek Araştırma Merkezi tarafından Akdeniz'de balık neslinin sürdürülmesi amacıyla başlattıkları çalışma çerçevesinde, merkezin üretim alanı olan dalyan ağzında kuzuluklara giren balıkların anaç hale geldikten sonra tamamının denize tekrar salındığını bildirdi.
Beymelek Dalyanı'ndaki balık varlığının her geçen yıl artıyormuş. 'Beymelek Dalyanı, Türkiye'de ayakta kalan ve kendi kendine yeten sayılı sulak alanlardan biri. 5 bin dekarlık dalyanda çupra, levrek, mırmır, sargoz, beş tür kefal olmak 25 tür balık yaşıyormuş. Beymelek Dalyanı, yavru olarak gelen balıkların beslenme, barınma ve büyük balıklardan korunma alanı. Balıkların beslenmesi için zengin olanaklara sahip'' bir sulak alanmış.
''Yapılan araştırmalarda 5 yıl önce dalyanda 2 ton olan çupra varlığı bu yıl 20 tona çıkmış. Her balığa en az bir kez üreme şansı verilerek, sonra salınıp her salınan balığın yavruları da beslenmek ve büyümek için dalyana geri gelmesi ile balık varlığı da her yıl katlanarak artıyormuş.
Beymelek Dalyanı, ekonomik türü olan bazı balıklar için kuluçkahane görevi görmekteymiş. Beslenmek ve barınmak için gelen yavru balıklar anaç konumuna geldikten sonra yeniden denize salınıyormuş.

4 Temmuz 2010 Pazar

Finike Burguç Şifalı su

Finike Burguç Şifalı su

Finike ve çevresinde kaplıca niteliğinde sıcak su kaynakları yoktur fakat Finike ve Kumluca İlçeleri sınırları içindeki sular içme suyu olarak kaliteli sulardır. Diğer komşu ilçe olan Demre ilçesi ise içme suyu bakımından talihsizdir. Demre ovasından çıkan kaynak suları ve yeraltı suları kükürtlü ve tuzludur. Ancak bu kaynaklardan bazıları bazı hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır.
Demre ilçe sınırları içinde Çayağzı mevkiinde bulunan vadinin her iki yamacında birer kaynak bulunur. Doğudaki yamaçtaki kaynak Burguç suyu olarak, batıdaki yamaçtaki ise Soğuksu olarak bilinir. Analizler sonucunda birbirinin aynı olan ve kalevi toprak kalevili, tuzlu, hafif kükürtlü bir maden suyu olarak tesbit edilen iki kaynak halk tarafından farklı amaçlar kullanılmaktadır. Burguç suyu mide ve bağırsak hastalıkları, soğuksu ise cilt hastalıkları tedavisinde amacıyla kullanılmaktadır. Aslında her iki kaynak da yukarıda da belirtildiği gibi birbirinin aynıdır ve az miktarda alındığında bütün mide rahatsızlıklarına iyi gelir.



2 Temmuz 2010 Cuma

Tekne turundan görüntüler

Tekne turundan görüntüler

Yalnızca gezi teknesi ve deniz kanosuyla yapabileceğiniz bu keyifte, Kekova Adası'nın büyülü dünyasını, su seviyesinin hemen altında başlayan kalıntılarını, kayaya oyulmuş gizemli odacıkları, merdivenleri ve duvarlarıyla keşfedersiniz. Kekova, açık denizi karadan ayıran ince uzun adanın adıdır. Büklerden ve dar koylardan oluşan bu mini coğrafya gezilmeyle bitecek ve doyacak gibi değil.



Bizler Finike'den Kaş yolu üzerindeki eski Sura harabeleri yakınındaki ayrımdan (7 kilometre) sonra Kapaklı köyü güzergâhından Üçağız köyüne ulaştık.
Köyün ismi, eskiden Tristomo olan ve aynen `üç ağız' anlamına gelen Yunanca sözcüğün Türkçe karşılığı. Bir kanal, körfezin Üçağız'daki iç kısmından daha geniş olan ve `Ölüdeniz' diye bilinen dış kısmına doğru uzanır ve neredeyse bütün körfez dar ve uzun Kekova Adası ile kapanır. Bu kanal ile adanın doğu ve batısındaki iki geçit, üç ağzı oluşturur. Adanın kendisi, neredeyse bütünüyle kalıntılarla kaplıdır. Doğu geçidine bakan kıyıda daha önce Kekova olarak bilinen Kale köyü, Simena antik kenti ve Üçağız'da Teimioussa'nın kalıntıları yer alır.

30 Haziran 2010 Çarşamba

Hamidiye Körfezi

Hamidiye Körfezi

Kaleköy’ün yarım mil doğusunda sahil kuzeye doğru korunaklı bir koy yapar. Batı burnu önünde küçük bir ada, bitiminde ise bir iskelesi vardır. Hamidiye koyudur burası. Balkan ve 1. dünya savaşlarının ünlü zırhlısı Hamidiye, ve onun komutanı Yüzbaşı Rauf Orbay, düşman donanmasına baskın sonucunda bu koya sığınarak kaybettirmiş kendini. Kayalıklara boyanmış Türk bayrağı o gün bu gündür durur.


NOT:
HAMİDİYE KRUVAZÖRÜ
Hamidiye Kruvazörü, 1905 yılında Sultan 2. Abdülhamid tarafından İngiltere'de yaptırılarak teslim alındı ve Osmanlı Donanması'na katıldı. Kruvazör, 3 bin 805 tonluk, 104 metre uzunluğunda, 14,4 metre genişiliğinde ve saatte 22,2 mil hız yapabiliyordu. Balkan ve Birinci Dünya Savaşı'nda Karadeniz, Ege ve Akdeniz'de düşman donanmalarına karşı mücadele eden kruvaziyer, Beyrut'tan Ege Denizi'ne dönerken 25-26 Şubat 1913 tarihinde iki gün boyunca dinlenmek, kazanlarını temizlemek ve kendisini takip eden düşman gemilerini şaşırtmak için Kekova Koyu'nda demirlemişti. Kruvazörün direkleri, demirlediği koydaki Kekova Adası'nın yüksekliği nedeniyle görülememiş ve düşman gemilerini atlatmıştı. Kruvazörün demirlediği koyun adına daha sonra ''Hamidiye Koyu'' adı verilmişti. Hamidiye Kruvazörü'ndeki kahraman denizcilerin, konakladıkları iki günlük sürede koydaki kayalıklara çizip boyadıkları Türk bayrağı hala o görülebiliyor.

28 Haziran 2010 Pazartesi

Kale Üçağız

Kale Üçağız

Yöreyi yapacağınız bir gezi için en rahat başlangıç noktası Üçağız'dır.
Üçagız'a otobüs veya özel otomobilinizle ulaşabilirsiniz. Kaş-Demre yolunda Kaş'a 15 km kala ayrılan yola saparak Üçağız'a varırsınız.

Bizler Üçağız limanından tekne turu ile geldik.
Köyün ismi, eskiden Tristomo olan ve aynen `üç ağız' anlamına gelen Yunanca sözcüğün Türkçe karşılığı.



26 Haziran 2010 Cumartesi

Kale ve Kaleköy (Simena)

Kale ve Kaleköy (Simena)

Üçağız'ın hemen yanında Kaleköy ( tarihi Simena) yer alır. Burada oldukça iyi korunmuş bir Ortaçağ kalesi bulunmaktadır. Kalenin içinde küçük bir amfitiyatro vardır.
Kalenin manzarası mükemmeldir; tüm çevreyi izlemek mümkündür. Kalenin hemen dışında iyi korunmuş Likya kaya mezarları ve bir tapınağın lkalıntıları yer alır. Her iki köyde de misafirperver bir atmosferle karşılaşacağınıza emin olabilirsiniz.




24 Haziran 2010 Perşembe

Tersane Koyu

Tersane Koyu

Batık şehrin birkaç km ilerisinde Tersane koyunu görmeden buradan ayrılmak olmaz. Sevimli, küçük bir koydur Tersane. Sahilde eski bir kilise ve birçok evlerin kalıntıları yer alır.

Tersane Koyu, Bizans ve sonraki dönemlerde teknelerin ve küçük gemilerin bakım ve onarım yeri olarak kullanılmış. Kıyıda çoğunluğu ortaçağa ait kalıntılar ve şu anda büyük bölümü yıkılmış olan bir şapel var. Tersane Koyu'ndaki yarım saatlik moladan hemen sonra girintinin yanı başındaki feneri (çakarı) sırtınıza alıp karşı kıyıdaki diğer çakara doğru devam edilir.




22 Haziran 2010 Salı

Mavi Mağara

Mavi Mağara

Burç'un hemen yanında Mavi Mağara yer alır. Küçük kayıklarla içine girebileceğiniz bu mağara yaklaşık 20 m uzunluğundadır.

Mavi Mağara'nın hemen yanı Gökkaya Körfezi'dir. Yüzme ve her türlü su sporları için eşsiz bir yerdir. Dans etmekten hoşlanıyorsanız, geceyi buradaki diskoteklerden birinde geçirebilirsiniz. Ancak unutmayın ki Gökkaya'ya karadan ulaşım yolu yok!!!



20 Haziran 2010 Pazar

Üçağız limanı (Teimiussa)

Üçağız limanı (Teimiussa)

Üçağız 400 nüfuslu bir balıkçı köyüdür. Gece konaklamak için çeşitli seçenekler mevcuttur. Onur Pansiyon denize sıfır konumu ve temizlik+konforuyla en uygun seçeneklerden biridir. Köyün küçük -ve tek- caddesinde hediyelik eşya, kilim, takı vb satılan küçük dükkanlar mevcuttur.
Köyün içinde eski bir kalenin kalıntılarını görebilirsiniz. Evler gerçekten oldukça eskidir;
bazıları hala Likya zamanındaki hallerini korurlar. Köyün içinde ve hemen dışında Likya ve Roma devrine ait taş mezarlar yer alır. Yüzyıllık geçmişi olan bu eserlerle içi içe yaşamak, köy halkı için sıradan bir hal almıştır artık.