♥♥♥♥ TÜM GÖNÜL DOSTLARIMIZIN, BLOG SAYFALARINDAN YEMEK VE GEZİ PAYLAŞIMININ VEFALI ARKADAŞLARIMIZIN, MÜBAREK RAMAZAN BAYRAMINI KUTLUYOR, SAĞLIK SIHHAT BİRLİK DİRLİK ESENLİK İÇİNDE DAHA NİCELERİNE SEVENLERİ VE SEVDİKLERİ İLE ULAŞMALARINI DİLİYORUZ... ♥♥♥♥

SEYYAH & SOFRAM...

30 Aralık 2009 Çarşamba

Finike’de Otel ve konaklama…

Finike’de Otel ve konaklama…

Uzun ve yorucu bir günün sonunda ulaştığımız Finike’de konaklamak istedik. Limanında, parkında ve şehir içinde biraz dolaştıktan sonra sahil yolundan ileri doğru giderken, yolun sal tarafında birçok otel, motel ve konaklama yerlerinin olduğunu görüp hangisi acaba diye kararsız kaldık. Birde baktık ki yolun son kısımlarına doğru konaklama yerleri kalmaz oldu. Arabada herkesin beklentisi ayrı olunca hepsini içeren bir otel için bakarken bu oteli ( Hotel Anadolu ) gördük. Yorgunluktan gidecek halde kalmayınca şansımızı deneyelim dedik.
Daha önce yaşadıklarımızı da göz önüne alınca ne kaybederiz ki dedik.
Girip konuştuğumuz otel sahibinin yaklaşımı, konaklama ücretin (Kaş ve Fethiye’de bir kişi için istenen ücrete 4 kişi ve yarım pansiyon), verdiği hizmetleri de dinleyince (internet kızlarımızın öncelikli tercihi oldu!) hiç olmazsa bir gece kalalım dedik. Bir gecelik diye girdiğimiz otelde 5 gün kaldık !..
Bahçe içinde sessiz sakin aile işletmesi olan bir yer. Akşam yemekleri ve sabah kahvaltısı dahil kaldığımız otelde ağız tadına uygun ev yemekleri ayarında menü vardı. Yolun karşı kısmında kendine ait plajının da olduğunu öğrenince konaklama zamanımız uzadı.
Otel sahibinin hanım kızı ile bizim kızlarımız da anlaşınca, hele üstüne bizlere bir de mavi tur ayarlamaları ile kalma süremizi gönüllü uzattığımız otelden görüntüler…



28 Aralık 2009 Pazartesi

Finike yolu - İotape (Aytap) Antik Kenti

Finike yolu tarihi yapı - lotape antik kenti

İotape (Aytap) Antik Kenti

Köyceğiz, Fethiye, Patara ve Kaş’ı gezdikten sonra Finike’ye doğru yol almaya başladık. Her zaman olduğu gibi bir yandan etrafı seyredip ilginç değişik yer ve görüntü gördüğümüzde de durup resimleyerek giderken, bir virajı döndüğümüzde hemen yolun sağ tarafında bulunan eski yıkıntılar ilgimiz çekti.
Yol hemen kalıntıların ortasında geçiyordu. Herhangi bir isim ve ne olduğunu belirten levha da olmayınca iyice meraklandık. Orada bulunan bir çobana sorsak ta açıklayıcı bilgi edinemedik.
Denizin hemen dibinde bir koyun etrafında bulunan antik kent kalıntıları, yer yer yıkıntı halinde yer yer bazı yapısal bütünlüğü kalmış buluntular ilgi çekiciydi. Meğer burası antik bir Roma kent kalıntılarıymış.
İki taraflı olan aşağı doğru az çok dik sayılabilecek eğimli koyun denizinde bulunan küçük kumsalda, ki antik bir limanmış, piknik yapan ve yüzen birkaç aile de vardı.
Görüp resimlediğim tapınak yapı aslında bir bazilika kalıntısıymış. Ayrıca karşı yamaçta görülen mezar yapılar bir nekropol kalıntılarını andırıyordu.
Bunları ancak dikkatli, yavaş ve etrafı seyrederek giderken görebileceğinizi hatırlatarak elde döndükten sonra internette yaptığımız aramada zar zor bulabildiklerimizi de sizlerle paylaşalım.




**
Iotape (Aytap) Antik Şehir
İotape Alanya'nın çevresinde bulunan bir antik şehirdir. Bu yer şehirden yaklaşık olarak 33 km uzaklıktadır. Sahil yolundan gidildiğinde Gazipaşa tarafındadır. Yol bu antik şehri ikiye bölmektedir. Bu yüzden direk olarak cadde üzerinden gidilmesi gerekmektedir. Bu çok farklı bir alanda, denize çok yakın kurulmuştur. Körfez yakınlarındadır.

İki bölümden oluşan bir şehir batı ve doğu kısımlarına ayrılmıştır.
Bu alanlardan hemen sonra eski şehre doğru yol açılmaktadır. Burada Bizanslıların ve Romalıların uygarlık kalıntıları bulunmaktadır. Bu yere adını veren Kral Antiochus (38-72 milattan önce) karısının adını "İotape" vermiştir. Ayrıca bu şehir (98-117 milattan önce) Kaiser Trajan olarak (253-260 milattan önce) yıllarına kadar var olmuştur. Ayrıca o devirlerden kalma paraların üzerinde bir tarafında Kaisers diğer tarafında ise Tanrı Apollo ve tanrıça Tyche yer almaktadır. Yakınlarına ise daha sonraları Akropolis eski kent kurulmuştur.

Tabi ki bu yerler zamanla yıpranmış ve yüzey kısmında pek fazla bir kalıntıya rastlanılmamaktadır. Ama ki bir çok eser buradan çıkartıldıktan sona müzeye teslim edilmiştir, ve orada sergilenmek üzere yerlerini almışlardır.

Vadide
Vadi içerisinde Akropolis kenti alanında eski bir yol bulunmaktadır. Bu yol üzerindeki bazı eserler gösteriyor ki bu yol üzerinde bir çok heykelin bulunduğunu ve bu yolun önemli bir yol olduğunu. Burada yer alan yazıtlara bakarak Latope şehrinde yaşayan bir çok sporcuyu askerleri görmek mümkündür. Bu bölgeler Akropolis'in doğusunda yuvarlak bir bölgede bulunmaktadır.

Gözle görülen birinci bina Basilika'dır. Güney tarafı caddeye bakmaktadır.Basilika 3 gemili köşeli bir binadır.Bu yerin yapımında yanmış tuğla ve harç kullanılmıştır. Ayrı bir bina olan kilise binası Basilika'nın kuzey kısmında inşa edilmiştir. Bu kilisenin iki girişi bulunmaktadır. Bir hücre içerisinde Aios Georgios'un fresti bulunmaktadır. Maalesef bu Fresko büyük zarar görmüştür.

Bu bölgenim hemen yanında başka bir yapı açık hamam şeklinde inşa edilmiş bir yapı bulunmaktadır. Hamamın su sistemini bugün bile görmek mümkündür.

Araştırmalara göre bu suyun ana kanal yolu ile taş borulardan denize aktığı sanılmaktadır. İçme suyu ise sarnıçlardan sağlanmaktaymış. Gazipaşa yol üzerinde bir tapınak görebilirsiniz. Bu tapınak 8X12,5 büyüklüğünde bir platformdur. Yazıtlarda yer aldığına göre bu yer milattan sonra 111 ile 114 yılları arasında yapılmıştır. Bu alanda birçok mezar bulunmaktadır. İotape'nin Nekropolis'i kuzeyde ve doğuda tepe üzerinde bulunmaktadır. Birçok mezar muz ağaçlarından dolayı zarar görmüştür. Fakat bazı mezarlar halen yeryüzünde kalmayı başarmıştır. Hereon'un mezarının yanında değişik türde mezarlıklar bulunmaktadır. Bu yeri gündüz gözüyle güneşli bir havada ziyaret etmenizi tavsiye ederiz.

26 Aralık 2009 Cumartesi

Kaş ve Likya kaya mezarları

Kaş ve Likya kaya mezarları

Antiphellos antik kenti üzerine kurulmuş olan Kaş'ta kentin içindeki tarihi kalıntılar gündelik hayatın bir parçası olmuş.



**
Arkeolojik buluntularla kanıtlanan Habesos adı, antik kentin en eski adıdır. Antik kent tarihte Antiphellos ismi ile anılmıştır. Karia ve Likya Bölgeleri arasındaki bağlantıyı sağlayan yolların kesişme noktasında bulunan Antiphellos, aynı zamanda bir ticaret limanıdır. Makedonya Kralı Büyük Iskender'in, Anadolu seferi sırasında, Kralliğın egemenliği altına girmiştir. İskender'in genç yaşta ölümünden sonra bölge, Seleukoslar'la Ptolemaioslar arasında el değiştirmiştir.

Antik kent, Roma Dönemi'nde önem kazanmış ve Bizans Dönemi'nde Piskoposluk merkezi olmuştur. Bu dönemde Arap akınlarına uğramış daha sonra Anadolu Selçuklu topraklarına katılarak Andifli adını almıştır. Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılmasını takiben Tekeoğulları Beyliği yönetimi ele geçirmiş ve Osmanlı Devleti ilçeyi Yıldırım Bayazıt zamanında topraklarına katmıştır.

24 Aralık 2009 Perşembe

Patara Antik kenti

Patara Antik kenti



Patara, Fethiye – Kaş yolunda, Kaş'a 41 km. mesafededir. Bütün antik devirler boyunca Lykia bölgesinin en önemli şehirlerinden biri olan Patara, kitabelerde ve sikkelerdeki yazılış şekli ile Lykia dilinde PTTARA diye geçmektedir. İskender'e kapılarını açan şehir özellikle onun halefleri zamanında deniz üssü olarak büyük önem kazanmış, M.Ö. 315'te Antigonos, 304'te de Demetrios tarafından işgal edilmiştir. Daha sonra Ptolemaios'ların eline geçen şehrin bu dönemdeki adı Arsinoe'dir. M.Ö. 190’da ise III. Antiochos tarafından alınmıştır.
Lykia Birliği sırasında metropolis durumunda olan Patara üç oy hakkına sahipti ve birlik toplantıları çoğu kez burada yapılıyordu. Roma İmparatoru Hadrianus da karısı ile birlikte bir müddet burada kalmıştır. Noel Baba'nın (Myralı Saint Nicholas) doğum yeri olan kent Bizans egemenliği sırasında hâlâ bir liman kentiydi. Şehir büyük bir ticaret merkezi olmasının yanı sıra Apollon kehanet merkezi olarak da önem taşımakta idi.
Kalıntılar arasında M.S. 2. yüzyıl başlarına tarihlenen giriş kapısı ve çevresindeki çok sayıdaki Roma dönemi lahitleri, dikkati çekmektedir. Ayrıca kentte Vespasianus’a ithaf edilen hamam, bir tiyatro binası, Hadrianus Granarium’u gibi kalıntılar görülmektedir.

22 Aralık 2009 Salı

Patara koruma bölgesi ve Patara Plajı

Patara koruma bölgesi ve Patara Plajı


Patara Plajı, Patara antik kenti yakınında bulunan ve bu bölgedeki en büyük ve güzel plajlardan biridir.

Patara kumsalı, çevredeki kumsalların en uzunu ve en görkemlisidir. 18 km. uzunluğundaki kumsalın derinliği yer yer 200-300 metreye ulaşır. Kumu incedir. Deniz ise sığdır. Hemen hemen hiç durmayan rüzgarı nedeniyle rüzgar sörfü için de uygundur. Patara kumsalı deniz kaplumbağalarının (Caretta caretta) yumurta bıraktıkları yerler arasında bulunduğu için koruma altındadır.

Patara plajından içeriye, antik kente, rüzgarla taşınan kumulların önüne geçilebilmesi için setler oluşturulmuştur.

Patara plajı genişliği ve uzunluğu nedeniyle geçmişte Yeşilçam filmleri tarafından çöl sahnelerinde fon olarak kullanılmıştır.

20 Aralık 2009 Pazar

Fethiye kaya mezarları

Fethiye kaya mezarları


Akdeniz kıyı bandında kurulduğundan günümüze kadar yerleşimin kesintisiz sürdürüldüğü tek merkez konumundaki Fethiye veya antik ismi ile Telmossos kentinin geçmişi filolojik bazı tespitlere göre M.Ö. III. binlere kadar gitmesine karşın o dönemleri teyit edecek eserlere henüz rastlanmamışmış. Antik dönemden itibaren karşılaşılan pek çok deprem ve yeni yerleşim anlayışı antik dönem yapılarının zaman içerisinde kaybolmasına neden olmuş. Ancak modern kentin güneyindeki kayalıklara oyulmuş mezarlar ile şehrin çeşitli noktalarında yer alan lahit mezarlar antik çağdan günümüze ulaşan en eski kalıntılar olarak değerlendirilmektedir. Kaya mezarlarından en ünlüsü ve en görkemlisi hiç şüphesiz sol duvarı üzerindeki yazıta göre Amyntas mezarıdır.


Likya Kaya Mezarları Şehir içinde Likya döneminden kalma M.Ö. 4.yy. eserleri dikkati çeker. Bunlar, şehrin simgesi haline gelen doğal kayaya oyulmuş mezarlardır
Definecilerin kral mezarları dedikleri bir birinden güzel yapılarla bezenmiş muhteşem göz kamaştırıcı sanat eserleridir. Ne var ki define bulma tamahkârlığı bu yapıların birçoğunu yok etmiş.
Kaya mezarları, kayaların fiziki yapıları uygun olan yerlere kaya oyularak mağara şeklinde yapılmış, iç ve dış cepheleri bir çok figürlerle süslenmiş olanları da var. Kaya mezarları Tümülüs mezarlarından olduğu gibi toplumun içinde statüsü birinci derecede olan şahıs ve aileleri için yapılırmış. Kutsal anıtsal mekanlardır. Kaya mezarları çoğu kez, aileler için yapılırmış, Ailede ölenlerin cesetlerini mezar odasına koymak için giriş bırakılırmış, bu tür odaların girişleri basamaklı, kabartma süslemeler yer almaktadır
Bir çok kaya mezarlarının dış cephelerine, ölen kişi yada ailesi hakkında tarihi ve kutsandıklarına dair bilgiler yer almaktadır, mezar odalarına Tümülüs yapılarından olduğu gibi, cesetler taş yada ağaç lahitler içinde, altın,gümüş değerli taşlar, süslü giysileri, metal yada topraktan yapılmış eşyalar,fayans kaplar yad a heykeller, gibi bir çok eşya bulunabilmektedir.
Yine bu kaya mezarları da "SİT" alanı içindedirler, kazı yapılması yasaktır.

18 Aralık 2009 Cuma

Fethiye Telmessos tiyatrosu

Fethiye Telmessos tiyatrosu


Fethiye’de dolaşırken parkın hemen karşısında bulunan antik tarihi mekanı görüp durduk. Kapısında Telmessos Tiyatrosu yazıyordu. 1800 yıllarına kadar büyük oranda ayakta olduğu bilinen bu antik yerin üzeri zamanla erozyonla toprakla dolup kapanmış. 1993 – 1995 yılları arasında müze müdürlüğü tarafında yapılan kazılarda tahmini 6000 kişilik oturma yeri kapasiteli 28 oturma sırası olan geç Hellenistik dönem yapımı tiyatro ortaya çıkartılmış. M.S. 2 y.y.da Roma döneminde sahne, M.S. 3 -4 y.y. da da en öndeki oturma sıralarının ön kısmına koruma duvarı yapılmış böylelikle ayı zamanda arena olarak ta kullanılmış. M.S. 7 y.y. dan sonra da kullanılmayarak terk edildiği bilgisi eklenmişti.
Şimdiki hali ile yaklaşık 1500 kişi kapasitesi kalmış olan antik tiyatronun üst ve yan kısımlarında yerleşim alanları bulunuyordu. Birçok antik yerlerin balına gelen burası içinde geçerli olmuş. Asırlar boyu insan faktörünün işe karışması ile mekanların yapısal parçaları alınmış başka yapılarda kullanılmış, yerleri alan olarak kullanılmış ve günümüze kadar gelebilenlerden kalanları görme şansına sahip olabiliyoruz.
Burası da eskinin günümüze kadar kalabilmiş yapılarından biri. Gezip dolaşıp bakarken hayran olmamak mümkün değil. Oturma sıralarını yerleşimi, oturma yerlerinin aralarına konuşlandırılmış basamakların estetiği ve yükseklik oranlarının düzeni, her kısımdan orta alanda bulunan sahnenin görünebilirliğinin netliği ve ses dağılımı çok güzeldi.
Geride kalmış olan bazı parçalar üzerindeki ince taş kalem işçiliklerinin estetik güzelliği ise bir başka hayranlık uyandıran eserlerdi.

16 Aralık 2009 Çarşamba

Fethiye ve Ölüdeniz

Fethiye ve Ölüdeniz

Köyceğiz’den çıkıp Ortaca, Göcek ve Kargı yolunu takip edip Fethiye Ölüdeniz’e indik. Yolların sağlı sollu konaklama ve yemek yerleri ile dolduğunu görerek sahile kadar indik. Milli park girişinde ücretimizi ödeyip içerde bir yer bulup arabamızı park ettik. Oldukça sakin sessiz bir sahille karşılaştık. Su motorlarının arkasına bağlı halatlarda paraşütle uçanlar, su kayağı yapanlar ve tepelerden paraşütle atlayanlarla hem havada hem de sahilde renkli görüntüler vardı.
Merkezdeki parkın orta kısmında ilk Türk hava şehidi Tayyareci Fethi Bey adına konuşlandırılmış bir de anı heykeli vardı.
Ayrıca şehrin dış mahallerinden birinde de Osmanlıdan kalma yağmur su sarnıçlarından bir örnek görüp resimledik. Bunu ayrı bir yazı ve resimlerle ileride paylaşmayı planlıyoruz.


Turizm otoritelerince "Tanrının Dünyaya bahşettiği cennet" olarak nitelendirilen Ölüdeniz, ülke dışına taşan ünü ile dünyaya mal olmuş bir turizm merkezi. Kıyılara kadar uzanan yemyeşil çam ormanları, içinde yeşilin, mavinin ve morun her tonunun görülebileceği ılık denizi, uzun kumsalı ile Ölüdeniz bir Dünya harikası. Son yıllarda, 1975 m. yükseklikteki Babadağı'nın doruklarından paraşütle atlayanlar, dünyanın en nefes kesici manzarasıyla karşılaşmakta. Yılın on ayı denize girme olanağı sunan bu eşsiz koyda çok sayıda turistik tesis, restoran, alışveriş merkezi ile sağlık kabini, duş-tuvalet, büfe, kabin vb. üniteler bulunmakta, ilçeye 14 km. uzaklıktaki merkeze gün boyu dolmuşlarla ulaşım sağlanmakta.

14 Aralık 2009 Pazartesi

Muğla Köyceğiz

Muğla Köyceğiz

Marmaris’ten çıkıp Muğla – Fethiye karayoluna çıkıp öncelikle Fethiye Ölüdeniz gitmeye niyetlendik. Bir yandan etrafı seyrederek bir yandan da zaman zaman durup fotoğraflar çekerken bir de baktık ki Köyceğiz’e gelmişiz. Muğla - Fethiye yolu üzerindeki Köyceğiz Gölü kenarına kurulmuş Köyceğiz’e girerken bir sahil ilçesine değil de içerlerde bir kasabaya giriyormuşsunuz gibi geliyor. Sonra birdenbire göl karşınıza çıkıverince şaşırırsınız.
Hemen ilçe merkezine doğru yönlendik. İlk girişte hemen sağ tarafta Hacıbey camiini gördük, kapı üzerindeki kitabesinden 1913 yıllarında yapıldığı yazan cami hakkında ne yazık ki bir bilgi toparlayamadık.
Kıyı kısmında çay bahçelerinin de yer aldığı yüksek ağaçların gölgelediği park alanı, insanı cezbeden dinginliği ile sukuneti ile nefis göl manzaralı görünümü ile sizi çağırıyor.
Parkın yan tarafında Öğretmen evi park içinde İsmet İnönü büstü ile bütünlüğü tamamlıyor.
Köyceğiz adının nereden geldiğine gelince: efsanelere göre köyceğiz, gölün alanı üstünde bulunmakta olan bir ovada kurulmuş. Bilinmeyen bir zamanda ovayı sular basmış. Felaketin seyrine gelenler gölün doğu kısmında kalan bir kaç evi ve insanı görünce: "bütün şehir batmış, yalnızca kıyıda bir köyceğiz kalmış." demişler. Bugün hala gölün altında bir batık şehir olduğuna inanılıyormuş.
Köyceğiz, bir yanına Sandras dağı'nı almış öbür yanına Ölemez tepelerini. onların arasında masmavi bir göl. çevresinde ise sazlıklar, yeşillikler, yeşilin ve mavinin bin bir tonu, birlikte gece gündüz dans ediyor. İki katlı evlerin arasında daracık sokaklar, ahşap evler, sokaklarında ve evlerin pencerelerinden dışarı sakinlik, dinginlik taşıyor. Öyle büyük şehirlerin kargaşası yok burada. Canınız ne arzu ediyorsa yapın ve hayatı bir kaç saatliğine de olsa durdurun.


Bu güzelim coğrafyada yerleşim bin yıllar önce başlamış. İlk yerleşimin izleri MÖ 3400 yılarına uzanıyor. Sonra İskitler, Asurlular, İyon ve Dorlar, Persler, Helenler, Seleykoslar, Romalılar, Menteşoğulları ve Osmanlılar yerleşmişler bu topraklara. Gölün Akdeniz’le birleştiği noktadaki Kaunos antik kenti, MÖ binli yılların doğu Akdeniz ve Ege’nin kesişim noktasındaki en önemli liman kentlerinden biri olmuş.
Bugünün Köyceğiz’i ise Osmanlılar döneminde gelişmiş.

Göl, 52 km2'lik tatlı su gölü, dağlardan yedi kol halinde inen sularla, bol su kaynaklarıyla besleniyor. Onun için de yaz kış özelliğini yitirmiyor. Fazla suyunu 10 km. uzunluğundaki dar bir kanalla (Dalyan) Akdeniz’e boşaltıyor. Elinizde ayrıntılı bir çevre haritanız yoksa çevrede dolaşırken neresi göl, neresi deniz karıştırıyorsunuz. En iyi ipucu gölün sazlıkları. Dalyan Boğazı ile Akdeniz’e bağlanan gölün kapladığı alan 6300 hektar. Boğazın ucunda Sülüngür adlı, tatlı-tuzlu su karışımı küçük bir lagün gölü daha var. Bu göl kefallerin yumurtlama yeri. Deniz kıyısı ise 50 ile 200 metre arasında değişen genişlikte ve 5,5 Km. uzunlukta çok güzel bir kumsalla süsleniyor. (Bakınız İztuzu Kumsalı)

Göl, körfezin ağzının alüvyonlarla tıkanmasıyla denizden ayrılmış, ama tam da kopamamış ki, suyunu denize akıtmaya devam ediyor.
Deltayı Nam Nam ve Yuvarlak Çay’ın alüvyonları oluşturmuş.

En enteresan özelliği ise, sazlıklarla kaplı doğal bir kanalla göl Akdeniz’e bağlanır. bu tür göllere yani denizle doğal bir kanal vasıtası ile birleşen göllere ayaklı göl adı verilir. Dünyada bu tür göllerin sayısı köyceğiz gölüyle beraber yalnızca 7 tanedir. Yani dünyada ki doğa harikası 7 ayaklı gölden birisi de köyceğiz gölüdür. derinliği 20-60 metre arasında değişiyor. Köyceğiz gölünün diğer bir enteresan tarafı ise deniz düzeyinden 6-10 metre yüksek olması.

Göldeki küçük adaya yörede Hapishane Adası deniyor(göl içinde dört adet irili ufaklı ada varmış). Ada tarihte önceleri askeri amaçlarla kullanılmış, sonra hapishane yapılmış. Cenevizlilerden kalma kalenin kalıntıları görülebiliyor. Yörede Âşık Adası da deniyor. Anlatılan öyküye göre birbirine sevdalanan iki genç aileleri evlenmelerine izin vermeyince bu adaya sığınmışlar. Ailelerin baskısından kurtulmuşlar da kötü kaderden kurtulamamışlar, koca bir yılan sokmuş da oracıkta ölmüşler. ( Anadolu'da çok yaygın olan 'Ada ve Yılan hikâyelerinden birini de burada dinleyebilirsiniz.)

12 Aralık 2009 Cumartesi

Marmaris ve Kalesi

Marmaris ve Kalesi


Sabahın erken saatlerinde ayrıldığımız Selimiye Köyü’ndeki otelden doğruca Marmaris’e gittik. Birçok sahil kasabasında olduğu gibi o saatler o kadar rahat ve güzel oluyor ki.. Trafik yok denecek kadar az, tek tük insanlar, kimileri iş yerlerini açıyor kimileri düzenlemelerini yapıyor kimileri sabah kahvaltıları alıyor kimileri de bizler gibi sabah gezilerinde…
Kıyıdan gezerek dolaşmaya başladık, kale yanındaki üzeri kemerlerle örtülü Kervansaray, kaleye çıkan dar ve basamaklı sokağın hemen girişinde bulunan Kkntteki diğer bir Osmanlı yapısı da Hafza Sultan Kervansarayı’dır. 1545 Yılında yapıldığı üzerindeki yazıtta belirtilmiş. Kervansaray’ın 7 küçük ve bir büyük odası günümüzde turistik eşya ve hediyelik satan dükkanlara tahsis edilmiş.
Gene çarşı içindeki Tarihi Bedesten ise, eskiden olduğu gibi bugün de alışveriş merkezi olma özelliğini sürdürüyor. Alışverişi yapanlar ve satılan ürünler değişmiş sadece, her şey turistik olmuş.
Kale ilk kez İonialılar tarafından yapılmış. Bugünkü kale 1522’de Osmanlılar tarafından yapılmış olanıymış. Kale, 1914 yılında bir Fransız savaş gemisinden atılan top ateşi sonucu büyük zarar görmüş. Cumhuriyet döneminde kale yerleşime açılmış ve 18 konut, çeşme yapılmış. 1980-90 Yılları arasında restore edilen Kale’nin içinde bugün müze yer alıyor. Kalenin girişi doğrudan bahçeye açılıyor. Avlunun iki yanından surlara merdivenlerle çıkılıyor. Surlardan çevreyi izlemenizi öneriyoruz. Hem liman hem çevre yollar çok güzel görüntüler veriyorlar.
Kapalı mekanlardan ikisi arkeoloji müzesi olarak düzenlenmiş. Birisi de Kanuni Sultan Süleyman Salonu diye isimlendirilmiş.
Bahçede ve bu iki salonda bölgedeki kazılardan elde edilen eserler, amphoralar, Knidos, Burgaz, Hisarönü kazılarından elde edilen pişmiş toprak, cam eserler, sikke ve süs eşyaları sergileniyor. Galerilerden biri Türk Evi olarak düzenlenmiş etnografya salonu, bir diğeri de kale komutanının odasıdır.


**
Edindiğimiz bilgiler:
Marmaris Arkeoloji Müzesi, tarihi bir mekânda Marmaris Kalesi'nde hizmet vermektedir.
Herodotos, Marmaris'te ilk surların, M.Ö. III. binde yapıldığını yazmıştır. Bu dönemde bir Karia kenti olan Physkos (Marmaris), bu gün olduğu gibi Ege Denizi ve Akdeniz arasında bir geçiş noktasıdır. Kentin limanı Rodos ve Mısır'a açılan ticaret yollarıyla çağlar boyunca önemini korumuştur. 19. yüzyıl araştırmacısı Charles Texier eserinde; kalıntıları Fineks Dağları'nda bulunan Physkos Körfezi'ne hakim bir kaleden söz etmiştir. M.Ö. 334 yılında, Marmaris'i işgal eden Büyük İskender'in startejik öneminden ötürü kaleyi onarttığı bilinmektedir.

Yat Limanı arkasında yüksek bir noktada yer alan Marmaris Kalesi'nin yapımından söz eden tek yazılı kaynak, Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesidir. 17. yüzyılda Muğla çevresini gezen Evliya Çelebi, Kanuni Sultan Süleyman'ın Rodos Seferi öncesinde, kalenin yaptırılması için emir verdiğinden ve kalenin sefer sırasında askeri üs olarak kullanıldığından söz etmektedir. Kaynakta, kalenin ana kaya üzerine dört tabyalı olarak inşa edildiği, düzgün taşlardan örülmüş 400 ayak duvarı olduğu, giriş kapısı üstünde bir kitabe, içerde dizdar, imam, kayyum ve nöbetçiler için birer oda bulunduğu söylenmektedir. Diğer bir tarih yazarı, Celaloğlu Mustafa'nın Kanuni Sultan Süleyman ve ordusunun Marmaris günlerini, Rodos Seferi'ni ve İstanbul'a dönüşlerini anlattığı eserinde, kaleden hiç söz edilmemektedir.

"Bahriye Kitabı"nı yazan Piri Reis ise, Marmaris Limanı'nı ayrıntılarıyla anlattığı eserinde ve çizdiği haritada Marmaris Kalesi'ne yer vermemektedir. Piri Reis'in Akdeniz'deki diğer kaleleri çizdiği ve kitabı için notlar aldığı 1494-1520 yılları arasında, Marmaris'te limanda bir kalenin varlığı kaydedilmemiştir.

Bu bilgiler ışığında, Marmaris Kalesi'nin yapım tarihine ilişkin bir başka görüş daha vardır. Buna göre, 1520 yılında tahta çıkan Kanuni Sultan Süleyman, Rodos Seferi dönüşünde kalenin yapılmasını istemiştir. Kaleye çıkılan dar ve basamaklı sokağın girişinde Hafıza Sultan Kervansarayı yer almaktadır. Dikdörtgen planlı kervansarayın, yedi küçük ve bir büyük odası vardır ve üzeri kemerlerle örtülmüştür. Kale ile çağdaş bu yapının girişinde bulunan yazıtta, 1545 tarihi okunmaktadır. Bu tarih, kale ve hanın sefer sonrasında, aynı zamanda inşa edildiği görüşünü güçlendirmektedir.

Kalenin önemli bir kısmı, Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1914 yılında bir Fransız savaş gemisinin top atışları ile yıkılmıştır. Cumhuriyet öncesinden başlayarak yakın tarihe kadar, içi Marmarisliler tarafından iskân edilen kalede, 18 konut, bir çeşme ve bir sarnıcın bulunduğu bilinmektedir.

Marmaris Kalesi 1980-1990 yılları arasında, restore edilmiş ve 1991 yılında Marmaris Müzesi olarak hizmete açılmıştır. Toplam yedi kapalı mekânı bulunmaktadır. Beşik tonozlu giriş mekânı iç bahçeye açılmaktadır. Avluda sağda ve solda yer alan merdivenler surlara çıkışı sağlamaktadır. Beşik tonozla örtülü olan kapalı mekânlardan ikisi; arkeoloji salonu olarak düzenlenmiştir. Bu salonlarda ve bahçede bölgeden toplanan taş eserler, Hellenistik, Roma ve Bizans Çağlarına ait amphoralar ile Knidos, Burgaz, Hisarönü kazılarında açığa çıkarılan pişmiş topraktan yapılmış kandiller, şişeler, figürinler çeşitli kaplar ve cam eserler, ok uçları, sikkeler ve süs eşyaları sergilenmektedir. Etnografya salonunda ise, Osmanlı Dönemi sonuna tarihlenen günlük yaşamla ilgili dokuma, halı, kilim, mobilya, bakır mutfak eşyaları, silahlar ve süs eşyaları sergilenmektedir. Bu salonlar dışında diğer mekânlar sanat galerisi, büro ve depo olarak kullanılmaktadır.

Müze, turizm sezonu süresince, pazartesi günleri dışında her gün 08.30-12.00 ve 13.00-17.30 saatleri arasında ziyarete açıktır.

Batıda deniz, güneyde dağlarla çevrili bir yerleşim olan Marmaris bu stratejik özelliği nedeniyle tarihte de tercih edilen bir yer olmuştur. Antik adının Physkos olduğu, Rodos Devleti'nin karşıyaka kentleri içinde de ayrı bir önemi bulunduğu yazılı kaynaklardan öğrenilmektedir.

Marmaris Arkeoloji Müzesinin kontrolü altındaki Marmaris ve Datça ilçeleri tarihi coğrafya içinde bir bütünlük sergilemektedir. M.Ö. 3 bin yıldan itibaren, Osmanlı Dönemi sonuna kadar bölgenin tarihini yansıtan bir çok iz bulunmaktadır. Marmaris İlçesi ve Datça Yarımadası'nın prehistorik tarihi günümüzde henüz tam olarak bilinmemektedir. Ancak, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bölge yerli ve yabancı gezginler ve bilim adamları tarafından keşfedilmiş ve incelenmiştir.

Marmaris İlçesi sınırları içinde; Physkos, Amos, Erine, Kastabos, Saranda, Bybasslos, Tymnus, Gallipolis, Prynos, Hydas, Cennet Ada, Kedreal, Keçi ve Bedir Adaları, Euthenna, Bayır-Gebekse, Pymos, Gavur Sancağı, Loryma, Kıran Gölü, Çubucak seramik atölyeleri ile Datça İlçesi sınırları içinde yer alan, Knidos, Bybassos, Trioplon, Burgaz yerleşimleri antik coğrafyada Rodos Birliği'nin Anadolu'daki topraklarının bir parçasıdır. Yani Rodos'un karşı yakasıdır. Yarımadada bu örenyerlerinin yanı sıra, bölgede yer alan sarnıç, mezar, kale, kilise, manastır, değirmen, yağhane gibi tek yapılardan oluşan birçok kültür varlığı bulunmaktadır.

Son yıllarda bölge tarihi bilimsel olarak kazı ve yüzey araştırmaları ile ayrıntılı olarak incelenmektedir.

10 Aralık 2009 Perşembe

Marmaris Selimiye ve Yaşadığımız hayal kırıklıkları..

Marmaris Selimiye ve Yaşadığımız hayal kırıklıkları..

Bodrum’dan çıkıp yolumuza devam ettik. Marmaris’i geçtikten sonra İçmeler’e uğradık. Orada yolu sorarak Selimiye’ye doğru devam ettik (Marmaris'ten 40 km kadar sonra). Gittiğimiz tarif edilen yol eski yolmuş, orman içinden giden yol ayrımlarında yön belirten levhalarda olmayınca biraz bunaldık. Yer ayırttığımız otele telefon açıp yol tarifi aldık.
Bu sefer, arkadaşlarımızın da etkisi ile, ilk defa internet üzerinden bulduğumuz bir otelde yer ayırttık. Web sayfasında gördüğümüz resimleri ve açıklamaları ile, denize 50 m., apart, sessiz sakin bir yer olarak görünen otelden net üzerinden ücretini yatırarak ayırttığımız yer için bir macera yaşayacağımızı bilemiyorduk !...
Neyse, uzun uğraşlar sonunda Selimiye köyünü ve oteli bulduk. Sakin fazla kalabalık olmayan denizi güzel bir yer görünümünde olması bizlere yorgunluğumuz unutturdu, ama erken unutturmuş !...
Denize 50 m. olan otelin mesafe anlayışı yazanla ve bizim anladığımızla aynı değildi !... Denizden en az 500 metre uzakta, hafif bir yukarı toprak yolla çıkışla vardığımız otelin bizdeki hayal kırıklığı ve siniri, bir yandan o kadar yol gelmiş olmanın yorgunluğu, diğer yandan ücreti peşin yatırmış olmamız….
Sabır çekip biraz da atışıp mecburen odamıza çıktık. Dört yatak dediğimiz halde ve ücretini ona göre yatırmamıza rağmen 3 yatak ve bir yatak haline getirilebilen koltuk vardı. Bir yandan sinirlenerek birbirimizi sakinleştirmeye çalışarak denize gitmeye karar verdik.
Üstlerimizi değiştirip indik, yanımıza yol gösteren bir ilgili (!) ile birlikte otelden çıkıp toprak yoldan aşağı indik sola söndük ana yola çıktık yol üstünde bulunan bir dükkanın yanından köy kahvesi masalarının yanından geçtik bahçe duvarını birkaç basamaklı merdivenle aşıp tarla içinden yürüyerek sahile geldik.
Bir başka şokkkkk!...
Toplamda en fazla 15 m. genişliğinde, bir tarafında sahil köy kahvesi diğer tarafında bir balıkçı mağazası (küçük dükkanı) arasında taşlıklı büyükçe havuz kadar bir yer ve yarısı da yosunlu…
Deniz güzel olmakla beraber kapalı bir koy olan körfezde güneş alçaldığı için gölgede kalmış su soğumuş, bir yandan seyirciler bir yandan da çocuk havuzu olan yerde yüzmeye çalıştık. Aynı şekilde olan birkaç aile de gelince koca deniz daraldı !...
Sakinleşelim diye geldiğimiz denizden daha da birikimlenerek (!) geri dönmek üzere toplandık, yol üstümüzde bulunan dükkandan ufak tefek bir şeyler aldık. Apart olduğu için bir de akşam yemeği için yeni bir sürprizle karşılaşmayı arzu etmediğimizden hem akşamlık hem de sabah kahvaltısına hazırlık olması için aldıklarımızla birlikte aynı yolu (denize 50 m. olan !... daha sonra web sayfasında 150 m. olmuş !…) yürüyerek döndük.
Döndüğümüzde bizim gibi benzer konuşmaları yapan birkaç aileyi daha bahçe lokanta kısmında gördük.
Neyse duşlarımızı alıp balkonda bir şeyler atıştırıp doğal güzellikleri seyrederek sakinleşmeye uğraştık.
Ve daha fazla kalmamaya karar verip aşağıya inip haber verdim, o arada beni duyan diğer ailelerden de ertesi sabah ayrılacaklarını söyleyenler oldu.
Sabah kahvaltımızı yapıp ayrıldık, gerçi o da ayrı bir yazı olur da …
Ama bundan sonra net üzerinden yer ayırtmaya son verdik, gözümüzle görüp içimize sinmeden verildiği iddia edilen hizmet ile istenilen ücretin uyumluluğunu görmeden hiçbir yerde kalmadık. Yapılan bir yanlış birçok olumsuzluklara yol açıyor, kim ne derse desin !.. Kalmak durumunda kaldığımız apart otelin adı mı?!.. Artık yorumlarda ekleriz…
Neyse biraz köyü ve sahili gezip güzelliklerini seyredip fotoğrafladık. Burası da yat turizmine sessiz sedasız hizmet veren doğal limanlardan biri. Selimiye'nin hakim olduğu geniş kapalı koy adeta bir göl görünümünde. Selimiye, tatilden vur patlasın, çal oynasın eğlenmeyi bekleyenler için uygun bir yer değil. Daha çok dinlenmek, sakin kafa kendini sıfırlamak isteyenlerin beklentilerine cevap verecek bir sahil köyü. Son yıllarda nüfus artmış. Köylü'nün bir kısmı memnun. Diğer kısmı ise değil. Hesapta yapılaşma yasak ama her tarafta inşaat var. Yeni bir de marina yapılmış. Çok bir zamanı kalmamış anlayacağınız.



**
Muğla'nın Marmaris ilçesine bağlı Selimiye Köyü, Hisarönü Körfezi'nin incilerinden biri. Antik çağda ismi Hydas olan köy, sonraları Losta ismini taşımış. Günbatımında dağların arkasında kaybolan güneş etrafı kırmızı tonlarına boyadığı için köye "Kızılköy"de denmiş.
Bozburun Yarımadası'nda Loryma Kaisareia, Kastabos, Erine, Bybossos gibi antik yerleşimlerden biri olan Hydas (Selimiye), Arkaik döneminden kalma kalıntıya sahip. Çevrede biri Selimiye'nin en yüksek tepesinde, diğeri Sarıkaya Tepesi'nde, sonuncusu ise Kızılköy Mahallesindeki Aşarkale olmak üzere üç kale kalıntısı bulunuyor. Koyun güneydoğu tepelerinde Hellenistik çağdan kalma sur kalıntıları özellikle yabancı turistlerin ziyaret yerleri. Güney kısmında kare planlı mezar anıtı, kıyıdan 100 metre açıktaki Selimiye'ye yaklaşan teknelere yol göstermek amacıyla inşa edilmiş gözetleme burcu ve deniz feneri, manastır ve tiyatro turistik amaçlı gezi yerlerini oluşturuyor. Günümüze dek gelebilmiş eserlerden başka üç yıldır bölgedeki batıklarda araştırma yapan A.B.D'li sualtı arkolog bilimadamları batıktan çıkardıları malzeme ve anforaları Bodrum sualtı müzesinde sergiliyorlar.

8 Aralık 2009 Salı

Bodrum Cam Batığı Müzesi

Bodrum Cam Batığı Müzesi

Cam Salonu

Serçe Limanı Batığı salonunun hemen karşısında yer alan bu salonda antik cağlarda kullanılan cam ve camdan yapılmış objeler sergilenir. Paşabahçe Şişe Cam Fabrika’sının katkıları ile açılan bu salonda, MÖ.1400 yılından M.S 11. yüzyıla kadar olan dönemdeki cam eşyalar sergilenir. Bodrum yarımadası ve çevresindeki antik şehirlerden gelen cam eşyaların yanı sıra su altı kazılarında ele geçmiş objelerde bu salonun vitrinlerini süsler. Buradaki en eski parçalar M.Ö. 1400 senesine tarihlenen cam külçeler (ingotlar) dır. Ayrıca Kaunos antik kentinden, Stratonikea kentinden ve Serçe Limanında bulunan cam batığından gelen eşyalar burada sergilenir.




**

Cam Batığı

Marmaris yakınında Serçe limanında 1977 yılında bulunan Cam Batığı gerek taşıdığı kargo gerekse geminin gövdesinin korunması açısından dünyanın en önemli batıklarından biridir. Bu 16 metre uzunluğundaki gemi düz olan alt tabanı sığ sularda seyreden ile nehir gemilerini andırır. Yaklaşık 35 metre derinlikte bulunan cam batiği kazısında arkeologlar 100 ton kumu temizleyerek kazıyı gerçekleştirdiler.

Serce limanı batiği hiçbir batığa nasip olmayan sonuçlar verdi. Ayni döneme ait inanılmaz zenginlikteki cam ve metal eşyalar İslam cam ve metal objelerinin tarihlenmesine büyük katkılar sağladılar. Bu 11. yüzyıla tarihlenen gemi cam eşyaların yanı sıra, iki ton cam külçe ve 1 ton civarında kırık cam taşımakta idi. Arkeologlar, geminin güney Suriye’den yola çıkıp Karadeniz’e, Kırıma veya güney Tuna boylarına doğru gittiğini sanıyorlar.

Gemide bulunan 110 amforanın çoğunun şarap ve gemideki yolcular ve mürettebat için su, yiyecek taşıdığı biliniyor. Gemide ele geçen Islama paralar ve eşyalar bunun bir Müslüman gemisi olduğunu gösterir.Öte yandan gemide bulunan domuz kemikleri ve üzerinde Hıristiyan azizlerinin bulunduğu bazı eşyalar gemide Hıristiyan yolcularında bulunduğunun gösterir.

Not: Özel teşekkür...
Sabahın erken saatlerinde gezdiğimiz kale müzenin Tunç Çağ Batıkları bölümüne geldiğimizde bizlere ön bahçede nezaket gösterip içtikleri çaylardan ikram eden görevli hanımlara buradan bir kere daha özel teşekkürlerimizi iletiyoruz.

7 Aralık 2009 Pazartesi

Bodrum kale ve müzesi 3.Bölüm (Doğu Roma Batığı)

Bodrum kale ve müzesi 3.Bölüm
Doğu Roma Batığı – Bodrum

Merdivenin sağında duvar üzerinde görülen kabartmada Saint George´un ejderhayı öldürmesi gösterilmektedir. Bu kabartmanın orijinal yeri burası değildir. İç kaleden, İtalyan kulesinin kuzey duvarından getirilmiştir. Saint George figürünün altında üç arma görülmektedir. Merdiveni çıkınca karşımıza gelen kapı üzerinde, ortada Piere d´Aubusson´un tarikat haçı ile birleşik arması bulunmaktadır. 1476-1503 yılları arasında Rodos´ta üstad-ı azam olarak görev yapmıştır. Bir çok kere de Bodrum Kalesi´ni ziyaret etmiştir. Kendisine sığınan Cem Sultan´ı tutsak ettiği için papa tarafından kardinal başlığı rütbesiyle ödüllendirilmiştir. Arma üzerinde püsküllü kardinal başlığı görülmektedir. Arma sarı zemin üzerine çatallı kırmızı haçtır. Bundan başka iki arma daha vardır.

Kapıyı geçince sağda görülen küçük kule, asma köprünün kontrol kulesidir. Bu kulenin batıdaki dış duvarı yüzünde II. Mahmut´un tuğrası vardır. Üzerinde hicri 1235 tarihi okunmaktadır. Bu tuğra, sol alttaki Malta haçından da anlaşılacağı gibi bir şövalye armasının üzerine yazılmıştır.

İç kaleye girmek için geriye dönülüp, dar yol takip edilmelidir. Solda kale duvarının üzerinde, yüksekçe bir yerde bir arma grubu vardır. Bu arma ile ilgili bir fotoğraf sonradan kapatılmış mazgal deliklerinden birinde sergilenmektedir.

VI. kapının üzerindeki Latince yazıtta "Efendimiz uyurken bizi koru, uyanıkken kurtar. Senin koruman olmadıkça bizi kimse koruyamaz." denmektedir. Yazıtın altında üçlü bir arma grubu bulunmaktadır. Bu kapıdan geçilince kalenin güney bölümüne ulaşılır. Burada çevre duvarı iki tanedir. VII. Kapının karşısında su yalağı olarak kullanılmış iki lahit bulunmaktadır. VII. kapı üzerinde üçlü bir arma grubu vardır.

Kesik tonozlu bir koridorla iç kaleye girilir. Bu koridorun altında bir sarnıç bulunmaktadır. İç kale girişi üzerinde de bir önceki arma grubu işlenmiştir. İç kalede ve şapelin altında ondört sarnıç vardır. Kale muhasara edildiği zaman, gerekli su bu sarnıçlardan sağlanabilmiştir. Bu sarnıçlardan bazıları halen kullanılmaktadır.

İç avluda antik dünyanın ve yörenin tüm ağaç ve çiçeklerini görmek mümkündür. Bunlardan biri defnedir. (Grekçe´si daphne, Latincesi laurus). Anadolu´da zakkum diye bilinen bu ağaç çiçekleri ve yaz kış dökülmeyen yaprakları ile kaleyi süslemektedir. Kralların ve soyluların gölgesini sağlıklı buldukları çınar ağacı kalenin orta avlusundadır. Antik dünyada çok önemli yeri olan zeytin ağacı ile pek çok törende kullanılan mersin de yetiştirilmektedir. Mersin Afrodit´in kutsal ağacı idi. Kuşlardan güvercin, çiçeklerden de gül Afrodit´e adanmıştı. Güvercinlerin selamlamalarıyla karşılaşmak ve gül kokularını duymak belki de kaleyi gezenlere Afrodit´i anımsatacaktır. Adam otu tükenmekte olan bir bitkidir. Bu yüzden kalede itina ile yetiştirilmektedir. Bu otun tıpta anestezide kullanıldığı bilinmektedir. Yaz boyunca en güzel moru açan ipek karanfilleri, her türlü rengi olan gülfatmaları (sardunya), çeşitli kaktüsleri, begonvilleri ve Kıbrıs akasyasından, çam, gölge ağacı, nar ve duta kadar Akdeniz iklimine uygun her türlü çiçek ve ağacı kalede görmek mümkündür.


**
Doğu Roma Batığı – Bodrum

7. Yüzyıl Gemisi

Şövalyelerin inşa ettiği İspanyol şapeli günümüzde, Turgutreis yakınındaki 14 adadan biri olan Yassıada’da keşfedilen 7. yüzyıl batığında ele geçen eserlerin sergilenmesinde kullanılmaktadır. Geminin 1/1 ölçeğindeki ve zamanının gemi yapım tekniğinin uygulanması ile yapılan kıç tarafı şapel içinde sergilenir. Geminin baş tarafı ise amforalarla dolu olarak gösterilmiştir. Süngerci Kemal Aras’ın bulduğu ve o dönemde antik batıklar konusunda Akdeniz’de araştırma yapan Amerikalı gazeteci Peter Throckmorton’a gösterdiği bu batık, Yassıada’nın 125 metre açığında bulunan ve “gemi tuzağı” olarak isimlendirilen sığlığa çarparak batan birçok gemiden sadece biriydi. Gemi, kayalara çarparak su almaya başlamış ve Yassıada’nın 75 metre güneyinde sulara gömülmüştür. Yüzyıllar boyunca adeta bir gemi mezarlığına dönüşen bu tehlikeli bölgede yapılan çalışmalarda, değişik tarihlere tarihlenen çok sayıda batığa rastlanmıştır. Bu batıklara son olarak 1993’de batan bir Lübnan şilebi eklenmiştir. Özellikle 4. yüzyıl, 7. yüzyıl, 16. yüzyıl batıklarının barındıran bu bölgede amfora parçalarının Osmanlı gemisinin toplarına karıştığı görülür. Hiç su bulunmamasına karşın adada çok sayıda fare bulunmasını, uzmanlar burada birçok geminin batışı sonucu karaya çıkan farelerin çoğalması ile ilgili olduğunu düşünüyorlar.

Burada bulunan bir çok batıktan sadece iki tanesi bilimsel şekilde kazılmıştır. Bu gemilerden en önemlisi olan Yassıada Doğu Roma Batığı, yaklaşık 900-1000 amfora taşıyan, 20 metre uzunluğunda, 5 metre genişliğinde bir MS 7. yüzyıl gemisi idi. Gemi, İS 626 senesinde, Bizans İmparatorluğu savaşlarla sarsılırken, adanın yakınındaki kayalıklara çarparak batmıştır. Geminin kuzeyden güneye doğru güçlü bir rüzgarın yardımı ile seyir ederken Yassıada yakınındaki kayalıkları fark etmeyip battığı sanılır.

Yaklaşık 60 ton taşıma kapasitesi olan bu gemi, 1961-1964 yılları arasında arkeolog George Bass ve ekibinin gerçekleştirdiği 3533 dalışla bilimsel bir şekilde kazıldı. Hiçbir objeye yerinden oynatılmadan sert fırçalar yardımı ile temizlendi ve etiketlendi.

Eğimli bir yamaçta ve 32 ila 36 metre arasında değişen bir derinlikte yayılmış bulunan batığa ait eserler, 18 yıl süren kazı sonrası çalışmaları sonucunda temizlenmiş ve tarihlendirilmiştir. Kazı çalışmaları sırasında 12 * 6 metre büyüklüğünde ve tamamen amforalarla kaplı bir alan kazıldı. Bu eğimli ve kumlu arazinin üst tarafında geminin çapaları, alt tarafta ise geminin mutfağına ait çatı kiremitleri ve geminin ocağına ait tuğla parçaları bulundu. Bu buluntular ve ele geçen çanak çömlek gemide bir mutfak bulunduğunu işaret etmekte idi.

Yassıada kazısı sırasında batığa ait bütün objeler yerinden alınmadan sert fırçalar yardımı ile temizlendi. Gemide bulunan eşyalar arasında balık ağlarını, mutfak çanak çömleğini, balık avlamak için kullanılan zıpkını, üzerinde Georgios yazısı bulunan büyük bir kantarı sayabiliriz. Antik çağlardan günümüze ulaşmış kantarlar arasında en büyüğü olma onuruna sahip bu kantarın üzerinde geminin kaptanı veya sahibi olduğu tahmin edilen kişinin ismi yer alır. İsmin arkasında ise, bir haç şekli yer alır. Kantarın yanında bulunan bir ağırlık seti, geminin marangozuna ve geminin lostromosuna ait ve odun toplamaya ve su için kazmaya yarayan aletler oldukça ilginçtir. Ayrıca gemi buluntuları arasında ele geçen çivilerde yolculuk sırasında tamiratlar yapıldığını gösterir. Geminin Karadeniz’den veya Contantinople yakınındaki bir limandan son yolculuğuna çıktığı sanılır.

Gemide bulunan ve imparator Heraklitus dönemine tarihlenen 15 adet altın ve tunç para, geminin tarihlendirilmesine yardım etmesi açısından çok büyük önem taşırlar. Perslerin ve Arapların birbiri arkasına Bizans’a savaş açtığı bu sorunlu döneme ait paralar, geminin tarihlendirilmesi açısında çok önemli. Diğer buluntular ve özelikle bu paraların yardımı ile Yassıada Batığı, İS 626 tarihine tarihlenir. Ele geçen 24 yağ kandili, 9 adet demir çapalar da tarihlendirmeye yardım ederler. Gemide bulunan ilginç buluntulardan biri ise amphoraları eğmeden içinden şarap çekmeye yarayan ve “şarap hırsızı” diye adlandırılan alettir. Geminin kıç tarafındaki mutfak bölümünde ise çok sayıda pişmiş topraktan kaplar, 24 adet kandil ve hatta bakır kaplar bulunmuştur. Ayrıca batıkta ele geçen kurşun levhalar ve kurşun eritme potası seyahat sırasında bile ağlara takılan kurşun ağırlıkların üretildiğini gösterir.

6 Aralık 2009 Pazar

Bodrum kale ve müzesi 2.Bölüm (Uluburun Gemisi Batığı)

Bodrum kale ve müzesi 2.Bölüm
(Uluburun Gemisi Batığı)

II. kapı üzerinde en tepede taçlı bir kartalın bulunduğu üçlü bir arma grubu yer almaktadır. Üçlü arma grubunun solunda tek bir arma yer almaktadır. Bu kapının solunda iptal edilmiş bir kapı bulunmaktadır. Üzerinde iki arma bulunmaktadır. II. kapı geçildikten sonra küçük bir avluya varılır. Avlunun denize bakan yönünde içi dolgu olan liman kulesi bulunmaktadır. Top koruganının girişi de buradadır. Kapı lentosu üzerinde imparator Hadrianus´la ilgili Yunanca bir yazıt vardır. Top koruganı halen sanat galerisi olarak kullanılmaktadır.

III. kapı çok iyi korunmuş bir kapıdır. Duvar içerisinde aşağıdan yukarıya doğru hareketli demir levha için kapı boşluğu ve yağ delikleri vardır. III. kapı üzerinde bize göre solda iki arma bulunmaktadır. Tarikatın arması, sağda üstad-ı azam Guy de Blanchfort´un (1512-1513) arması vardır. Alttaki haçlı armanın hangi şövalyeye ait olduğu bilinmemektedir.

Bu kapıdan geçilince batı hendeğine ulaşılır. Sağda görülen beden duvarındaki yeşil taşların tümü Mausoleion´dan getirilmiştir. IV. kapının karşısındaki liman kulesi nişi içinde bir Romalı komutan heykeli bulunmaktadır. Bu tür heykel gövdelerine çokça rastlanmaktaydı. Bunların başları da ayrı yapıldığından yeni komutan geldiğinde, eski komutanın başı alınarak gövdeye yeni komutanın başı konuyordu.

IV. kapı merdivenli bir tonoza açılır. Kapı üzerinde dört arma bulunmaktadır. IV. kapıdan yukarı çıkmak yerine, batı hendeği içindeki iki taraflı ağaçlıklı yolda ilerlendiğinde, antik Halikarnassos ve çevresinden toplanmış sunaklar, lahitler ve çeşitli eserler izlenir. Solda su deposundan başlayan taş duvar XIV. yüzyıl ortalarında yapılmış Türk Kalesi´ne aittir. Şövalyeler sonradan Mausoleion´un taşlarıyla burada izlenebileceği gibi, duvarları yükseltmişler ve kaleyi büyültmüşlerdir. Şövalyeler hendekleri ulaşım yolu olarak kullanmamışlar, asma köprülerle iç kaleye ulaşmışlardır. Hendeğin kapatıldığı güney duvarı üzerinde Mausoleion´un yeşil taşlarından yapılmış asma köprü ayağı görülebilir. Ayağın iki yanındaki duvar, kale hapishane olarak kullanıldığında yapılmıştır. Hendeğin sonundaki taş merdiven de sonradan ilave edilmiştir.


**
Uluburun Gemisi Batığı – Bodrum Su Altı Müzesi

Kaş’ın kasabasının 8.5 km güneydoğusunda 1982 yılında bulunan Uluburun batığı erken tarihi, ilginç buluntuları ve taşıdığı muhteşem kargosu ile dikkatleri üzerine çeker. . Bronz Çağına MÖ.. 14 yüzyıla tarihlenen Uluburun batığının kargosu bakir, kalay ve cam külçelerden ve çeşitli ülkelerden gelen objelerden oluşur. Yaklaşık 45 metre derinlikte bulunan Uluburun Batiği, bugüne kadar bu derinlikte kazılan ender batıklardan birisi. Uluburun Kazısının 11 yaz dönemi devam eden kazı süreci sırasında 22.400 dalış gerçekleştirildi. Meyilli bir arazide yatan Uluburun batığının kalıntıları 44 metre ile 52 metre arasında değişen derinlikte idi. Geminin ana kargosu yaklaşık 10 ton ağırlığında ve 318 dört kulplu bakir Kıbrıs külçelerden meydana gelmişti.

Ayrıca, 31 tane iki kollu külçe ve yuvarlak olanları bulunmuştur. Gemide bulunan toplamı yaklaşık 1 ton tutan kalay külçeler, gemideki madenlerin tunç silahlar yapımında için kullanılacağını göstermekte. Uluburun batığında arkeologları şaşırtacak zenginlikte eşyalar ve mücevherler bulundu.Örneğin 150 cam külçe, Miken ve Kıbrıs orijinli çanak çömlek, Mısır ve Kenan ülkesinden mühürler, mücevherler , Afrika’dan fildişi, Hippopotamus dişleri şimdiye kadar eşine rastlanmamış bir kargoyu işaret eder. Şüphesiz arkeologları en çok sevindiren buluntu, Mısır Firavunu Akheneton’un karısı Nefertiti’ye ait mühürdür. Bu kraliçenin bugüne kadar gelebilmiş tek altın mührüdür.

Geminin yine çok ilginç buluntularından birisi ise antik çağlarda kullanılan yazı defteridir. Balmumu üzerine sert bir kalemle yazı yazılmasına olanak sağlayan yazı defteri Ilyada’da zikredilir. Geminin Kenan ülkesinden yola çıkıp Kıbrıs’tan bakır aldığı ve Uluburun civarında şiddetli rüzgar nedeni ile karaya sürüklenip parçalandığı sanılır. Buluntular ve gemide bulunan odun ve ahşaplardaki tarihlendirme Uluburun Gemisini M.Ö. 14. yüzyıla hatta daha kesin olarak 1316 yılına tarihlendirmemize yardim eder. Arkeologlar geminin milliyetinin bulmak konusunda oldukça zorlanıyorlar.

5 Aralık 2009 Cumartesi

Bodrum kale ve müzesi 1.Bölüm

Bodrum kale ve müzesi 1.Bölüm

Arabamızı sahilde bulunan bir okulun parkına bırakıp sahilden dolaşıp geldiğimiz kalesini bulup müzeye girdik. Tabi her zaman olduğu gibi müze girişlerinde ücret ödemedik. Zira bizlerde ailecek Müze Kart bulunuyor. Sizler hala almadıysanız en kısa zamanda edinmenizi öneriyoruz. (araya koyduğumuz bu reklam ücretsiz ve de gönüllü olarak eklenmiştir !....)
Girişte bizleri Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı ile Heredot büstleri ve kale müze hakkında bilgi veren panolar karşılıyor. Sol tarafta açık alanda ağaçlar altında çok güzel bir oturma alanını görüp turumuz sonunda gelmek üzere ilk kapıdan girip gezimize başladık.
Kale; M.S. 15. yy.da Rodos Şövalyeleri tarafından St. Peter adına 99 yılda inşa edilmiş. Halikarnassos'un ilk kurulduğu noktada Zephyrion adası üzerine kurulmuş. Kale'nin yapımı sırasında Mausolos Anıt Mezarının taşları ve rölyefleri kale duvarlarında kullanılmış. Osmanlılar zamanında Kale içindeki kiliseye bir minare ilave edilerek bir cami haline getirilmiş. Ayrıca bir de küçük Türk Hamamı inşa edilmiş. 1595'te hapishane olarak kullanılan Kale bugün müze olarak düzenlenmiş. Yaklaşık 30.000 m²'lik alana sahip olan kalede 5 kule var. Bunlar Fransız, İngiliz, İtalyan, Alman kuleleri ile Yılanlı Kule'dir.


**
Bodrum Kalesi

Bodrum Kalesi iki liman arasında, üç tarafı denizlerle çevrili kayalık bir yarımada üzerine kurulmuştur. Kuzey yönünden karaya bağlıdır. Kale kareye yakın bir plan göstermektedir. 180 x 185 metre ölçülerindedir. En yüksek yeri deniz seviyesinden 47,50 metre yükseklikteki Fransız kulesidir. Bu kuleden başka İngiliz, İtalyan, Alman kuleleri ile Yılanlı kule olmak üzere dört kule daha vardır. Kalenin doğu duvarı dışında kalan bölümleri, çift beden duvarı ile takviye edilmiştir. Şövalyeler denizde güçlü bir donanmaları olduğu için, denizden yapılacak bir hücumu savuşturacaklarına inandıklarından, deniz surlarını zayıf bırakmışlar, kara tarafındaki surları kuvvetlendirmişlerdir.
İç kaleye, yedi kapı geçilerek ulaşılır. Kalenin I. kapısı kuzeybatı köşesindedir. Kapıya karakol yanından bir rampa yol ile ulaşılır. Rampa başlangıcında kapı meyilin arkasında kalmaktadır. Böylece kapı direk top atışlarından korunmuş olmaktadır. Mermer kapı lentosu üzerinde Yunanca bir yazıt bulunmaktadır. 1512-1513 yıllarında kalede komutanlık yapan Jacques Gatineau, kalede casusluk edeceklerin cezalandırılacağını ihtar etmektedir. Bu da şövalyelerin çevrede yaşayanlara güvenmediğini göstermektedir.
Kapıdan içeri girildiğinde kuzey hendeği diye adlandırdığımız bölüme ulaşılır. Kapının iç tarafında üçlü bir arma grubu yer almaktadır.

Bodrum kalesinin duvarlarında 249 arma vardır. Ayrıca 16 arma da müze bahçesinde sergilenmektedir. Bu armalar genellikle birbirlerine benzemektedir. Asılları boyalı olan bu armaların boyaları silindiği için bir kısmının kime ait olduğu bilinememektedir. Armaların üzerlerinde haçlar, düz veya yatay bantlar, ejder ve aslan figürleri bulunmaktadır. Kale burçlarında bulunan armaların bazılarında boya izleri hala görülmektedir. Fransız kulesinin kuzeydoğu üst köşesindeki bayrak üzerinde, doğu duvarı, seyirdim yolunun Fransız kulesine bakan tarafında, Sen Katerin kabartmasında renk izlerine rastlanmaktadır.

Kalenin I. kapısının iç tarafında bulunan, üçlü arma grubunun ortasındaki arma, kale komutanı Jacques Gatineau´ya aittir. Armaların altındaki Latince yazıda "İnanç, Katolik kilisesi adına burada Gatineau tarafından korunacaktır." denmektedir. Bu arma grubunun solunda, kapı lentosunun üzerindeki aslan Hellenistik Çağa aittir.

Aslı bir arma köprüsü olan tahta köprüden, eğimli taş yola ulaşılır. Hendeğin içi liman yapılmadan önce kısmen deniz suyu ile dolmaktaydı. Sağdaki moloz duvar, kale hapishane olarak kullanıldığı zaman ilave edilmiştir. Kalın duvarlı, çatısı eğimli, büyük yapı top koruganıdır. Hendeğin batıdan gelecek hücumlara karşı korunması için, üzerindeki armalardan anlaşıldığına göre 1513´te yapılmıştır. Top mazgalları, hendek ve liman yönünde görülmektedir. Limana girecek teknelerin su kesimine ateş edebilmek amacıyla deniz seviyesine yakındır.

Günümüzde kuzey hendeği Bodrum Festivali´nin yapıldığı, tiyatro oyunlarının oynandığı bir alan olarak değerlendirilmektedir. Oturma kademelerinin gerisinde, hendeğin arkasında görülen mezar Roma Devrine aittir.

3 Aralık 2009 Perşembe

Bodrum Turu

Bodrum Turu

Akyarlar’dan sonra erken geldiğimiz Bodrum’da henüz gecenin yorgunluğu ve hareketliliklerini üzerinde atamamış sahil tatil kasabasının nimetlerinden yararlandık. Sakin trafiksiz bir yol, etrafı rahatlıkla seyredip resimleme yapabilmemize fırsat verdi.


Yol kenarında bulunan, bazı geceler konserler düzenlenen, antik tiyatroyu uzaktan da olsa resimledik. Helen döneminden günümüze gelen önemli kalıntılardan biri olan tiyatronun kapasitesi 13.000 kişilikmiş.
Yol üzerinde durup limanı, tekneleri, kalesini çektik. Eğer oturma yerlerini gezerseniz oturma yerlerinin bazılarının üzerine yazılan adları -ola ki o çağda- tiyatroya yardım veren ya da kombine bilet alan kişilerin adlarını - okuyabileceksiniz!...

Sahilde bulunan bir okulun otoparkına arabamızı bırakıp, kalesini ve çarşısını gezmek üzere kıyı kenarından teknelerin yanında yürüyüşe başladık.
Teknelerin çoğunda daha hareketlenme başlamamıştı. Bazıları tur için hazırlıklar yapıyor, su ve gıda yüklemeleri ile yakıt alıyorlardı.

Sahilde yat limanında yer alan 1737 yılı yapımı Tepecik Cami Kızılhisarlı Mustafa Paşanın kahyası tarafından inşa edilmiş. Kızılhisarlı Mustafa Paşa Bodrum’a tersane yapmak üzere gelmiş.
Halk arasında bu camiye Eski Cami de denilmektedir. Giriş kapısı üzerinde yapım kitabesi bulunmaktadır.

Kitabe:
“Hüdâ bir kulun tergip edince böyle hayrata
Mücahit fi sebilullah o Gazi Mustafa bil kim
Müyesser itmamı duhuliden desün âmin
En teselli düşer daim nice türlü ibadete
İdüp ihya Beytullaha talip oldu margate
Dualar çün anın tarih dâhil ola cennete.”

Cami kesme taştan, kareye yakın dikdörtgen planlı olarak yapılmış. Üzeri çatı ile örtülü. Önünde birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlı iki sütunlu, üç bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Caminin yanında taş kaide üzerinde, yuvarlak gövdeli ve tek şerefeli minaresi bulunmaktadır.

Gene kıyıda eğer araba ile gitmek istemeyenler için Datça’ya bir feribot işletmeciliği de başlamış.
Kale civarında bazı kafeteryalar, çay bahçeleri yeni yeni açılmış, sabah kahvaltılarını alan yerli yabancı turistler tek tük bulunuyordu. Gene o civarda tezgah açmış olan esnaf, malzemelerini sergilemek üzere paketlerinde çıkartıp yerleştirmeye başlamışlardı.
Kıyı kenarında bulunan güzel düzenlenmiş temiz parkta buluna dalgıç ve ney çalan ihtiyar heykelleri de beğendiklerimiz arasındaydı.

Bodrum Kale ve müzesi bir sonraki yazımızda…

1 Aralık 2009 Salı

Bodrum Akyarlar

Bodrum Akyarlar

Nefis bir kumsala ve pırıl pırıl bir denize sahip olan koy, Bodrum’a 13 km. uzaklıktadır. Antik adı Arhialla olan Akyarlar, sörf için son derece uygun koşullara sahip olması ile dikkat çekici olmaktadır.
Karaincir’den sabah erken yola çıkıp Bodrum’a giderken yol üstünde ve sahilden gördüklerimize dayanamayıp epeyi fotoğraf çekmiştik. Sabahın dinginliğinde tertemiz bir hava da karşıda bulunan yunan adası da (burnumuzun dibinde ‘…) görülebilmekteydi.


30 Kasım 2009 Pazartesi

Bodrum’da konaklama – Karaincir

Bodrum’da konaklama – Karaincir

Birçoğumuzun çocukluk ya da gençlik döneminde yaptığı arkadaşlıkların bir kısmı arkadaşlık öte anlam kazanıp yıllar boyu görüşülemezse de, bir vesile ile irtibat kurulduğunda bir anda eski günlere dönülüyor.
Gene böyle Ankara’da yıllar önce lise ve üniversite öğretimi esnasında sokak ev komşumuzun bir oğlu ve kızı ile böylesine bir arkadaşlığımız vardı. Yılar sonra bir vesile ile Ankara’ya gittiğimde trafikte kırmızı ışıkta beklerken yaya geçidinden geçen birisi ile göz göze geldiğimizde, aynı arkadaşımla rastlaşmış olduk.
İşimi hallettik sonra o gece birlikte olup hasret giderip, o zamana kadar
yaşadıklarımızı paylaşmıştık. Gel zaman git zaman haberleşerek irtibatımızı kopartmamaya çalıştık.
Bu sene de böyle haberleşirken aynı zamanlarda Bodrum’da olacağını söyleyince bir gün dahi olsa birlikte olup, ailelerimizi özellikle kızlarımızın da çok arzu ettiği annesi ve kız kardeşi ile de tanışmalarını sağlamış oluruz dedik.
Annesi Firuzan teyzemiz bir devlet sanatçısı, kız kardeşi de hem yurt içinde hem de yurt dışında birçok oyunun sahnelenmesinde rol almış yılların bale sanatçısı, zaten arkadaşımda Devlet opera ve Balesinde görevli, dolayısıyla sanatçı bir aile…
Sağ olsun arkadaşımın yardımı ile Bodrum Akyarlar Karaincir’de bize bir otelden yer ayırtması ile bir arada olabilmenin planlarını yaptık.
Akşam üzerine doğru ulaştığımız Akyarlar’da buluşup hasret giderip otele yerleşip, hemen mayoları giyip doğru denize atladık.
Bizler denizden çıkıp otelin hoş geldin lokma tatlısını yiyip sohbet ederken kızlarımız denizin tadını çıkarttılar.


Akşam yemeğinden sonra ailecek bir araya gelip başladık sohbete… Kızlarımızla bir muhabbet yaptılar ki sormayın… Gerçi bende balerin kızımızı yaklaşık 30 yıldır görmemiştim, uzun bir süre yurt dışında sahne aldığından bu fırsatımız olmamıştı. O gece deniz kenarında bir kafede oturup, Firuzan teyzemizin bizlere Bodrumun ünlü lokmasını da yedirmesi ile artık sohbetin tatlılığı damaklara da yerleşti.
Bir başka zaman diliminde tekrar buluşup görüşebilmek dileği ile vedalaşıp sabahın erken saatlerinde kahvaltımızı yapıp bizler tekrar yollara koyulduk.

28 Kasım 2009 Cumartesi

Muğla Konakaltı Konağı - Merkez Oteli - Kültür Merkezi

Muğla Konakaltı Konağı - Merkez Oteli - Kültür Merkezi

Müzeyi gezip dolaşıp çıktıktan sonra yukarı doğru yürüdüğümüzde yolun hemen üzerinde buluna yenilenmiş bir yapıyı görüp içine bakalım derken orada bulunan bir görevlinin girebileceğimizi söylemesi ile girdik.
Burası Cumhuriyet döneminin ilk oteliymiş, şimdilerde Muğla Belediye Kültür Merkezi olarak kullanılmaktaymış.
Geniş ve ferah bir avlu ile karşılaştık. Avlunun kenarlarında avluya açılan kapıları düzenlenmiş odalar, giriş tarafında iki katlı yapı ve gene odalar,bunları alt ve ön kısımlarında oturulacak yerler yapılmıştı.
Karşı orta tarafta ise, Sayın Nail Çakırhan’ın bir büstü ile altında da hakkında kısa bir biyografisi yer alıyordu.


KONAKALTI HANI
19.yy’ a tarihlenen sivil mimarlık örneği bu han ahşap ağırlıklı bağdadi bir yapıdır. Üst kat şehre ticaret yapmaya gelen tüccarların ve mevsimlik işçilerin konaklaması için kullanılmıştır. Alt katta dükkanlar, hayvan damları ve ambarlar yer almaktaydı. Muğla Belediyesi himayesinde Ağa Han mimarlık ödülü sahibi Nail Çakırhan gözetiminde restore edilen han, günümüzde Muğla Belediyesi Eğitim, Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü bünyesinde kültürel ve sosyal faaliyetlere ev sahipliği yapmaktadır.

27 Kasım 2009 Cuma

Mübarek Kurban Bayramınız Kutlu Olsun..

Sevgili Dostlar,
Mübarek Kurban Bayramınızı kutlar;
Sevdiklerinizle sağlıklı, bereketli, sevinçlerin ve kederlerin
paylaşıldığı ve huzur dolu günler dileriz !
Allah herkesin gönlüne göre versin ...


26 Kasım 2009 Perşembe

Muğla Kurşunlu Camii Şerifi

Muğla Kurşunlu Camii Şerifi


Muğla il merkezinde bulunan bu camiyi Esseyyit Şucaaddin 1494’ye yaptırmış. Minber penceresi önündeki 1853 tarihli kitabede Müderris Mehmet Rahmi Efendi tarafından onarıldığı ve kubbenin kurşunla kaplandığı yazılıymış. Bu yüzden de camiye Kurşunlu Cami ismi verilmiş. Şerif Efendi de 1900 yılında camiyi bir kez daha onartmış ve önüne bir son cemaat yeri eklemiş. Ayrıca camide 1853 ve 1900 tarihli onarım kitabeleri bulunmaktaymış.

Caminin banisi Esseyyid Şucaeddin’in mezarı cami minber penceresinin önünde olup, mezarının üzerinde “Ban’i Hazel Cami-i Şerif Esseyyid Şucaeddin 899 (1494).” Yazılıymış. Cami değişik dönemlerde yapılan onarımlar nedeni ile özelliğini büyük ölçüde yitirmiş. Yalnızca taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli, tek şerefeli minaresi orijinalliğini korumuş.

Kaynaklarda caminin önünde otuz hücreli bir de medrese olduğu yazılı ise de bu medreseden herhangi bir iz günümüze gelememiş.

24 Kasım 2009 Salı

Muğla Saatli kule altındaki Tarihi çeşme

Muğla Saatli kule altındaki Tarihi çeşme

Tarihi çeşme
Muğla Merkez’de bulunan Saatlikule’nin altındaki tarihi Saatlikule Çeşmesi’nin kentin tanıtımına yönelik değerlere ne kadar güzel sahip çıkıldığını da gözler önüne seriyor.


**

SAATLİ KULE
1895’ te Muğla’nın ilk Belediye Başkanlarından Hacı Kadızade Süleyman Efendi ve eşi Pembe Ana, Hicaz’a giderken Şam şehrinde gördükleri kulenin bir benzerini Muğla’da yaptırmak istemişler ve ünlü Rum usta Filvarus’a (Mihail Konstantin’in oğlu) bugünkü saatli kuleyi yaptırmışlar.

22 Kasım 2009 Pazar

Muğla Müzesi

Muğla Müzesi

Şehri dolaşırken Adliye ve Belediye binalarını arka tarafında eski cezaevi binasını müze olarak düzenlemişler.


Doğa Tarihi Bölümü, 1992 yılı sonlarında Özlüce Köyü Kaklıcatepe’de yapılan kazılarda 3 fosil yatağında bulunan ve 5-9 milyon yıl önce yaşamış hayvan ve bitkilere ait fosillerin sergilendiği Turolian Parkı Doğa Tarihi Bölümü müzenin en ilginç bölümüydü. Kazılarda zürafagiller, boynuzlugiller, gergedangiller, hortumlu memeliler, domuzgiller, atgiller ve etçilere ait fosiller ile çok sayıda bitki fosilleri bulunmuştu. Bu canlılar, Doğu Asya'dan İspanya'ya kadar uzanan geniş bir alanda yaşamış ve yok olmuş canlılarmış. Bu dönem canlılarına ait fosiller ilk defa İspanya'nın Tervel Havzası'nda bulunduğundan, bu döneme Turolian denilmekteymiş.

Arkeoloji Bölümü, Arkeolojik buluntuların sergilendiği bu bölümde kalıntıların büyük bölümü Yatağan ilçesindeki Stratonikeia antik kenti kazılarında ortaya çıkarılmış. Ayrıca Yatağan'daki Lagina ve Sedir Adası'ndaki antik Cedrae şehirlerinin buluntuları da burada sergilenmekteydi.

Etnografya Bölümü, Muğla'nın çeşitli yörelerinden ve çeşitli dönemlerden giyim kuşam ve günlük kullanım eşyaları bu bölümde sergilenmekteydi.

Gerek avlu gerekse bölümlerin düzeni ile sergilenen eserlerin görsel zenginliğini bizler çok beğendik, emeği geçen herkese teşekkür edip tebriklerimizi iletiyoruz.

20 Kasım 2009 Cuma

Muğla’dan görüntüler

Muğla’dan görüntüler

Şehre girip arabamızı merkezi bir yerde ana yolun yan taraflarının otopark olarak kullanılan yere park edip yürüyerek etrafı dolaşmaya başladık. Bu gezimiz esnasında çektiğimiz bazı görüntüleri sizlerle paylaşalım.


18 Kasım 2009 Çarşamba

Muğla İsmet tayyaresi

Muğla İsmet tayyaresi

Muğla’ya girerken, Muğla Belediyesi tarafından kentin girişine Uğur mumcu Bulvarı ile Atatürk Bulvarı’nın kesiştiği döner kavşağa konulmuş olan maket uçağı görünce hemen durup resimledik ve hakkında bilgi edinmeye çalıştık.
Kurtuluş savaşında Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasında büyük rol oynayan ve halen İzmir Gaziemir’deki Hava Teknik Okullar Komutanlığı’nda sergilenen "İsmet Tayyaresi" isimli De-Hawilland- 9 tipi uçağın orijinal boyutlardaki maketinin yapımı yaklaşık iki ay sürmüş. İngiltere Uçak Müzesi’nden alınan çizimler ve ODTÜ uçak mühendislerinin katkısıyla 9 kişilik (İsmet Tayyaresi’nin maketinin belediye personeli tarafından kısa sürede bitirilerek) ekipler tarafından yapımı 2 ay süren maketin Muğla Belediyesi tarafından tıpkı yapımı gerçekleştirilmiş.


İSMET TAYYARESİNİN ÖYKÜSÜ
Ulusal Kurtuluş Savaşının en sıcak günlerinin yaşandığı 1921 yılının Temmuz ayı sonlarında Kuşadası’na zorunlu iniş yapan bir Yunan uçağı yöredeki köylüler tarafından el konularak Söke’ye getirildi. Söke’de Türk Jandarması ile İtalyan işgal güçleri arasındaki gergin görüşmelerden sonra uçağa Türk Jandarması tarafından el konuldu. 57. Fırka Komutanı Miralay Şevik Aker, Muğla Belediye Başkanı Ragıp Zorbas ve Muğla Milletvekillerinin talebi ve eş güdümünde uçağın Muğla’ya taşınması kararlaştırıldı. Uçak Vecihi (Hürkuş) Bey ve Hamdi (Koşman) Beyin gözetiminde Muğla’ya nakledildi. 12 gün süren zorlu yolculuk sırasında uçağın tekerlekleri kanat ve motoru hasar gördü. Hasar gören uçak Muğla’da marangoz Mehmet Köseoğlu, tüfekçi Emir Bekiroğlu, Sadık (Aral) ile Demirci Madan’ın Salih Madanoğlu ve makinist Eşref Usta’nın çabaları ile uçuşa hazır hale gelmiştir. İtalyanlardan sağlanan motor yağı ve uçak benzini ile uçurulan Tayyare 19 Ağustos’ta deneme uçuşu yapmış, 21 Ağustos tarihinde Akşehir, 23 Ağustos tarihinde Batı Cephesi Komutanlığı’nın talimatı ile Ankara’ya gelmiştir. Ankara havaalanında uçağın kuyruğu ve gövdesinin iki yanına Türk Tayyaresi olduğunu gösteren işaretler yapılmış, Vecihi beyin teklifi ile uçağa batı cephesi komutanı İsmet Bey’in adı verilmiştir. Uçak 24 Ağustos sabahı Ankara’dan havalanarak Sakarya Savaşına katılmak üzere cepheye gönderildi.

16 Kasım 2009 Pazartesi

Denizli Kale (Tabea) eski kale

Denizli Kale (Tabea) eski kale

Pamukkale’den çıkıp Denizli – Muğla yoluna çıkıp yollandık. Yol üzerinde Kale ilçesini görüp içine girip biraz dolaştık. Tipik bir Anadolu kasabası görünümümde olan ilçeden ayrılıp birkaç km. gittikten sonra yolun sağ tarafında gördüğümüz önce sarı sonra da kahverengi yön levhasını görünce bir bakalım dedik.
Genel olarak bu gibi işaretleri gördüğümüzde eğer üzerinde mesafe yani km. yazıyorsa, yakınlığına göre ya da zamanımız uygunsa muhakkak girip bir ziyaret etmeye çalışıyoruz ki birçok levhalarda ne yazık ki yazmıyor !... Burada da yön levhasında 1 km. yazınca yola saptık. Önce jısa bir eski yapım tek kemerli taş bir köprüden geçtik. Sert zeminli toprak ama araba ile gitmeye müsait bir yoldu.
Yolun hemen baş tarafında sağda seyir için sıralar yapılmış, orta kısmı çim, etrafı çitlerle çevrili bir alan gördük. Hemen ilerisinde tek başına bir minare ve onun 100 -200 metre kadar ilerisinde ikinci bir cami gördük.
Tek başına duran minare yanına gittiğimizde, yıkılmış bir cami alanı, çevre duvar kalıntıları, giriş kapı mermer eşiği ile ilk ve son cemaat yerleri belli olan kalıntıları vardı. Tek merdivenle şerefesine çıkılan, su basmanın üzerine çift katlı dikdörtgen kaide yapı üzerine, yivli burmalı verev işlenmiş taş işçiliği ile bir çember üzerine yığma kesme taşlarla örülmüş minare gövdesi, korkulukları yıkılmış şerefesi, tepesinde külahı, külahın üzerinde fener asmak için yapılmış bir kol, iç içe geçmiş çift hilalli alemi ile bir bütün halindeydi.
Buradan daha ileride olan yenilenmiş hali ile adının Cevher Paşa Cami olduğunu öğrendiğimiz camiye gittik. Cami tamamen yenilenmiş, girişteki tahta köşeli el oyması şekillendirilmiş sütunlar, son cemaat yeri ve ana kapı girişi eski kalem işi teknikle boyanmış, yazı panoları oluşturulmuştu. Kapının üzerindeki yazı bandında Hicri 1235 tarihi okunmaktadır, bu da miladi 1819 – 1820 yıllarına denk geliyor. Kapısı kilitli olduğu için içini göremedik. Ama netten bulduğumuz birkaç resmi de ekliyorum.
Bu arada yapılan yenileme çalışmalarında gözden kaçan ya da önemsenmeyen cami önünde bulunan bazı mezarların ve mezar taşlarının tahrip edilmiş veya zamana yenilmiş hali ile kırık ve parçalı olarak bulunması bizleri ayrıca üzdü.




Edindiğimiz bilgiler;
Bugünkü Kale ilçesinin güney bitişiğinde bulunan ve günümüzde terk edilmiş durumdaki "Eski Kale" adıyla anılan doğal kayalığın üzerinde kurulmuş olan yerin adına Tabae (Tabai, Taba) olarak rastlanmaktadır. Yazıtlarında Tabenon olarak görülür. Tabae'nin ilk kuruluşu hakkında kesin belgeler bulunmamakla beraber, yüzeydeki kalıntılar ile birlikte yöre ile ilgili çeşitli kaynaklar Hellenistik dönemden önceki Karyalılar zamanından beri var olduğunu göstermektedir. Bu yerleşim kesintisiz olarak Karya, Hellen, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı şeklinde devam etmiştir.
Kuruluş tarihi kesin olarak bilinmeyen antik Tabae kentinin Büyük İskender’in Makedonya İmparatorluğu’ndan sonra kurulduğu tahmin edilmektedir. Büyük bir ihtimalle Tabaenon adli kişi tarafından kurulduğu ve bu ismi aldığı sanılmaktadır.
Tabenos-Tabenon-Tabea, (bugünkü adıyla Kale) 12. yy. baslarında Mirza Bey tarafından fethedildikten sonra, bir Türk yurdu oldu. Evliya Çelebi ve Ibn-i Batuta yazdıkları eserlerde bu bölgeden bahsetmişlerdir.
Evliya Çelebi`nin, 17. yüzyılda burada han, çarşı ve camiler olduğunu yazdığını, ama çoğu günümüze gelememiş. Burası 1954`te doğal afet bölgesi ilan edilerek, zamanın idaresi tarafından halkın ovaya inmesi talep edilmiş. Bu göç, 1965 yılına kadar sürmüş. Halk giderken evlerinin taşlarını ve ahşaplarını da götürmüş, bu yüzden mesken olarak hiçbir şey göremiyoruz. Sadece evlerin temelleri var.


14 Kasım 2009 Cumartesi

Pamukkale’de gece

Pamukkale’de gece

Sabahtan beri gezip dolaşmaktan hem yorulduk hem de açıktık. Önce kır lokantası ALİŞ’e gidip akşam yemeklerimizi yiyip, üzerine demli çay ve kahvelerimizi içip epeyi bir sohbet ettik. Otele dönüp biraz dinlenip gece görünüşlerinin fotoğraflarını çekmek üzere taravertenlerin alt tarafında yolun hemen yanına yapılan parka gittik.
Hava kararmaya başlamasından gurup zamanından tam karardığı zamanlarını resimlemeye çalıştık. Tabi bizlerde ailecek bol bol çekildik.
Bu arada makineye ayak koyup karşısına geçip çekilmek istediğimizde park görevlisinin yanımıza gelip yasak olduğunu söylemesi ile bir yaşımıza daha girdik. Gerçi ülkemizde her zaman yeni yeni kurallar öğrenmek o kadar kolay ki !...
Meğer fotoğraf makinesine ayak (tripod) koyup resim çekmek istersek bu profesyonel resim çekmeye giriyormuş ve Denizli Valiliğinin ve Pamukkale Kaymakamlığının emri ile yasaklanmışmış….
Ne diyelim şimdi !?...


(ÖNEMLİ NOT: BU RESİMLER AYAKSIZ (TRİPODSUZ), AMATÖRCE VE ANI AMAÇLI ÇEKİLMİŞTİR. BU PAYLAŞIMDAN HERHANGİ BİR ŞEKİLDE GELİR ELDE ETMEK AMAÇLANMAMIŞTIR !...)




12 Kasım 2009 Perşembe

Pamukkale Antik satış mağazası

Pamukkale Antik satış mağazası

Müzesini, antik kenti ve antik havuzu dolaştıktan sonra, müze alanının karşı tarafında ağaçlar altında bulunan satış mağazasını de ziyaret ettik. İçinde bulunan el emeği göz nuru cam-deri-tahta eserlerin yanında imitasyon ürünlerin de sergilenip satıldığı, ferah ve güzel döşenip planlanmış olan mekandan, gerek ürünlerin göz alıcılığı gerek ise çalışanların da yakın ilgisi ile biraz zor ayrıldık.

10 Kasım 2009 Salı

Pamukkale Hierapolis Antik Havuz

Pamukkale Hierapolis Antik Havuz

Akülü araç ile gezimizin sonunda bizi Antik Havuz önünde bırakmasını rica ettik. Teşekkür edip indiğimiz araçtan Antik Havuz’a giriş yaptık. İsteyenlerin kabinlerde üstünü değiştirip havuza girebildiğini, isteyenlerin havuz kenarında bulunan kafetaryada oturup sıcak soğuk bir şeyler içip veya yemek üzere yarı açık ve kapalı mekanlarda oturabildiğini gördük.

Meğer özellikle Roma İmparatorluğu Dönemi’nde Hierapolis ve çevresi tam bir sağlık merkezi durumundaymış. O yıllarda antik kente ve etrafına kurulan 15’ten fazla hamama binlerce insan gelir ve sağlıklarına kavuşurlarmıştı. Bugün antik havuzu meydana getiren İ.S. VII. Yüzyılda oluşan depremmiş. Sütunlu caddenin yanında yer alan sivil agoraya ait ion düzeninde yapılmış olan (İ.S. I.yy) portik (üstü örtülü, önü sütunlu açık galeri) bu deprem sonucunda oluşan kırık içinde meydana gelen havuzun içine yıkılmış.

Antik Havuz, suyun sıcaklığı nedeni ile rahatlatıcı bir etkiye sahip olmasının yanı sıra, birçok hastalığın tedavisi konusunda da etkiliymiş. Bu konuda yapılan araştırmalara göre Antik Havuz’un suyu, kalp hastalığı, damar sertliği, tansiyon, romatizma, deri, göz, raşitizm, felç, sinir ve damar hastalıklarına, içildiğinde de spazmlı midelere çok iyi gelmekteymiş. Bu da Roma Dönemi’nden itibaren Antik Havuz’un etrafında sürekli olarak sağlık merkezlerinin kurulmasının nedenini açık bir şekilde ortaya koymaktaymış.


Kleopatra’nın havuzu olarakta adlandırılan bu havuzun suyu hakkında edindiğimiz bilgiler:
Termal havuzdaki su sıcaklığı 36 C°- 57 C°, PH değeri 5,8, radon değeri 1480 piccocuri/ litredir. Kaplıca suları, bikarbonatlı, sülfatlı, kalsiyumlu, karbondioksitli, kısmen demirli ve radyoaktif bir bileşime sahiptir. Aynı zamanda buradaki sular banyo ve içme kürlerine de elverişli olup, 2430 MG/litre eriyik mineral değerine sahiptir.

8 Kasım 2009 Pazar

Pamukkale Hierapolis Antik Kent Gezisi

Pamukkale Hierapolis Antik Kent Gezisi

Bu sene gene Pamukkale müzesini gezerken zamanın yetmediğini, görevlilerin öğle mesai arası geldiği için kapanacağını anons etmeleri ile haberdar olduk. Geçen sene de mesaiye yetişemediğimiz için gezemediğimiz müzeyi terk etmek zorunda kaldık.
Neredeyse birçok yazımızda hep yazdığımız gibi, hiç olmazsa yazın turizm mevsimi olarak kabul edilen dönemlerde müzelerin mesaisinin devamlılığının sağlanmasını dile getiriyoruz. Bu nedenle birçok ilde birçok müzeyi ziyaret edemedik. Bakalım bu durum ne zaman arzu ettiğimiz gibi olacak !...
Neyse, gene böyle müze gezimizi aceleye getirip öğle mesaisi için eksik bitirip çıkmak zorunda kalınca, travertenlerin üst ön kısmında bulunan banklara oturup hem dinlenmek hem de manzarayı seyretmek istedik.
O arada, valilik il özel idare tarafından görevlendirilmiş akülü gezi ve seyir arabasını görüp, Antik kenti gezebilmek için ücretimizi ödeyip (kişi 1 tl.) bindik.
Eski Pamukkale Hierapolis Antik kentinin kalıntılarını, nekropolünü, yaklaşık 1 km uzunluğundaki kentin en önemli ve geniş ana caddesini, Agora’nın yıkıntılarını, sütun gövdeleri, zeytinyağı üretim alanlarını ve antik tiyatroyu seyrederek gezdik. Gezerken sürücü görevli bey bir yandan da bizlere bilgiler aktardı, yönelttiğimiz sorulara cevaplar verdi, konuya hakim ve bilgi sahibi olması bizim de yeni bilgiler edinmemize vesile oldu.

Aslında o yorgunluğun üzerine bu araçla gezmek iyi oldu, gidecek olanların bunu da not almalarını istiyoruz.
Araçla gezerken çekebildiğimiz görüntüleri de sizlerle paylaşalım.



6 Kasım 2009 Cuma

Pamukkale müze ve tarihi yerleri

Pamukkale müze ve tarihi yerleri

Travertenlerin bulunduğu tepenin üst kısmında bulunan Hierapolis Kentinin en büyük yapılarından biri olan Roma Hamamı, 1984 yılından bu yana Hierapolis Arkeoloji Müzesi olarak hizmet vermekte.


Müzede Hierapolis kazılarından çıkan eserlerin yanında Laodikeia , Colossae, Tripolis, Attuda gibi Lycos (Çürüksu vadisi) kentlerinden gelen eserler de bulunmaktadır. Ayrıca Tunç Çağı’nın en güzel örneklerini veren Beycesultan Höyüğü’nden elde edilen eserler müzenin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.

Caria, Pisidya ve Lidya bölgelerindeki bazı yerleşimlerden ortaya çıkarılan eserler Hierapolis Müzesi’nde toplanmış ve sergilenmektedir. Hierapolis Hamamının bölümlerinden olan üç kapalı mekan ile doğu bitişiğindeki kütüphane ve gymnasium olarak bilinen açık mekanlar müze teşhir alanları olarak düzenlenmiştir. Açık teşhirde sergilenen eserler daha çok mermer ve taş eserlerdir.

Hierapolis ve Laodikeia kazılarından çıkan eserlerden oluşmakta olan Lahitler ve Heykeller Salonu, İ.Ö. IV. binden beri birçok uygarlığa damgasını vuran küçük buluntular sergilenmekte olan Küçük Eserler Salonu, Hierapolis Tiyatrosu’nun sahne binasının fasadını (önyüz, cephe) süsleyen eserlerin birçoğu restore edilerek sergilendiği Hierapolis Tiyatrosu Buluntuları Salonu bulunmaktadır.

Karahayıt yolu tarafından girilecek olursa antik kentin girişinde kral mezarları ile gladyatör lahitleri bulunuyor. Ayrıca eski yerleşimin değişik yerlerine dağılmış durumda bulunan kalıntı ve buluntuların yanında kayaların üzerinde termal suyun dağılımını sağlayan kanalların da açılmış olduğu görülebilmektedir.

4 Kasım 2009 Çarşamba

Denizli – Karahayıt

Denizli – Karahayıt

Sabah otelde kahvaltı yaptıktan sonra gezip planlarımızı yaparken, Karahayıt'ı görüp görmediğimiz sordular. Bilmediğimizi görünce muhakkak görmemizi önerdiler ve yolunu tarif ettiler.
Tarif edilen yolu takip ederek Karahayıt Kasabası içinde bulunan, Denizli’ye 23 km, Pamukkalenin yaklaşık 5 km. kuzeyindeki, Kırmızı su travertenleri 60 derece sıcaklıkta çıkan termal su çevresinde oluşmuş. Termal suyun içindeki maden oksitleri nedeniyle kırmızı, yeşil ve beyaz renkli traverten tabakaları oluşturmaktadır. Yakın zamana kadar daha çok iç turizme hizmet veren Karahayıt kaplıcaları artan konaklama tesisleri ile önem kazanmış ve Pamukkale'den sonra turizmdeki yerini almış. Karahayıt kırmızısu travertenleri yaklaşık 500 m² lik bir alanda bir parkın içinde yer alıyor. Bize göre doğal güzelliği bakımından ilin görülmeye değer önemli turizm beldelerinden birisi.
Gerek ulaşımın kolay olması gerekse ev tipi pansiyonlar ve apartlardan 5 yıldızlı pansiyonlara kadar her bütçe ve konfora uygun konaklama seçeneklerinin olması bu kaplıcaları çok cazip kılıyor. Dolaşırken gördüğümüz fiatlar oldukça uygun ve cazipti. Bazı oteller kahvaltı dahil 35 tl. fiatlar asılmıştı. Hatta bazılarında çift kişi daha uygun olanları da vardı.


Hem kaplıca suyu hem de çamuru kullanılıyormuş. Radyoaktivitesi yüksek olan kaplıca suları, kalp, damar sertliği, yüksek tansiyon, romatizma-siyatik, deri sinir, lumbago, gibi hastalıklarla uyuz, sivilce, kaşıntı gibi deri hastalıklarına karşı tamamlayıcı tedavisinde olumlu etkileri görülmekteymiş.
Çamur içerdiği bio minaraller vitaminler humik asit linginin humin petkin özellikleri cildi yenileyen hücreleri harekete geçiriyor ve cilde doğal bir güzelliğe kavuşturuyormuş. Derideki atık toksinler atılıyor artık derilerin vücut tarafından atılması sağlanıyormuş.

2 Kasım 2009 Pazartesi

Pamukkale ve travertenler

Pamukkale ve travertenler


Denizli ilinde bulunan Türkiye'nin en tanınmış doğa harikası olan Pamukkale, yeraltı kaynak sularının içerdiği kireçten oluşmuş havuzları ile yerli yabancı birçok insan ilgisini çekiyor. 2700 metre uzunluğunda ve 160 m yüksekliktedir. Parlak beyaz rengiyle Pamukkale'yi 20 km uzaklıktan dahi görmek mümkün. Denizli tarafından Pamukkale yoluna girilince karayolundan çok net görülebilmektedir.
Eskiden var olan oteller kamulaştırılarak alanlar temizlenmiş, düzenlenmiş ziyarete ve gezilmeye çok daha uygun hale getirilmiş.
Su kaynaklarından su sevki planlanarak küçük havuzların daha da beyazlaşması sağlanmış. Üst kısma yapılan parklardaki düzenlemelerde bulunan banklarda oturarak etrafı, ovayı ve yol ile travertenlerin arasına alt tarafına yapılmış büyükçe seyir ve yüzme havuzları seyredilebiliniyor.



**

Edindiğimiz Bilgiler:

Traverten sözcüğü, İtalya’da geniş traverten çökeltilerinin bulunduğu Tvoli’nin, Roma zamanındaki adı ‘Tivertino’dan gelmektedir. Traverten çok yönlü, çeşitli nedenlere ve ortamlara bağlı, kimyasal reaksiyon sonucu çökelme ile oluşan bir kayadır. Pamukkale termal kaynağını meydana getiren jeolojik olaylar geniş bir bölgeyi etkilemiştir. Bu bölgede sıcaklıkları 35 – 100 °C arasında değişen 17 sıcak su alanı bulunmaktadır. Pamukkale termal kaynağı, bölgesel potansiyel içindeki bir ünitedir. Kaynak, antik devirlerden beri kullanılmaktadır. Termal su kaynaktan çıktıktan sonra, 320 m uzunluğunda bir kanal ile traverten başına gelmekte ve buradan 60-70 metrelik kısmı çökelmenin olduğu traverten katlarına dökülür. Burada su, ortalama 240-300 m yol kat eder. Kat kat havuzcuklarında ve kat kat seddelerinde, çökelmekte olan kalsiyum karbonat, başlangıçta bir jel halindedir. Zaman içerisinde sertleşmekte ve ‘Traverten’ olmaktadır.
Termal kaynak suyunun, normal şartlara dönüşmeye çabalaması çökelmeye ve traverten oluşumuna sebep olmaktadır. Termal sudaki kalsiyum bikarbonatın aşırı miktarda bulunması ve suyun yüzeye çıkışı sonucu karbondioksit açığa çıkar ve kalsiyum karbonat çökelir. Çökelme termal sudaki karbondioksitin havadaki karbondioksit dengeye gelinceye kadar devam etmektedir.

Beyazlığın oluşumunda, hava şartları, ısı kaybı, akışın yayılımı ve süresi etkilidir. Yerinde yapılan analizlerde, kaynak başındaki suyun karbondioksit miktarı ortalama 725mg/1 iken, suyun travertenleri terk ettiğinde bu miktar 145mg/1'e düşmektedir. Keza kalsiyum bikarbonat da benzer şekilde 1200 mg/1'den 400 mg/1'e düşmektedir. Keza Ca 576/8mg/1'e düşmektedir. Bu analiz sonucuna göre, 1lt. sudan traverten üzerine 499.9mg. CaCO 3 çökelmektedir. Bu miktar 1 1/sn. su için günde 43191g. çökelme demektir. Ortalama yoğunluğu 1.48g/cm 3 alan kaplar. Suyun ortalama debisi 466.21/sn. olduğuna göre 13584m 2 alan beyazlatılabilecektir. Pratikte bu şartları yerine getirmek güçtür. Ancak bu teorik yaklaşıma göre yılda 1mm. kalınlığında 4.9km kare alan beyazlatılabilir.

31 Ekim 2009 Cumartesi

Pamukkale Aliş Kır Lokantası ve Göreme Hotel

Pamukkale Aliş Kır Lokantası ve Göreme Hotel

Geçen seneki gezimizde de Pamukkale’yi dolaşırken müzenin açık olduğu saatleri kaçırdığımızdan tekrar aşağı tarafa inip Denizli’ye dönerken yol kenarında görüp girdiğimiz ve gerek hizmet, gerek temizlik gerekse sunulan tadları beğendiğimizden gene aynı yere (ALİŞ) uğramak istedik. Daha önceden kendileri ile haberleştiğimizden, sağ olsunlar, bizlere kalacak yerde ayarlamışlardı.
Akşam üzerine doğru ulaşabildiğimiz ALİŞ’te meğer bizleri bekliyorlarmış. Otantik ve yerel Anadolu kültürünü yansıtan mekânlarında bir bölüme oturup yorgunluk atmaya niyetlendik. Bu arada hoş geldiniz faslından sonra sohbete başladık. Bize hazırlanan masa da yok yoktu. Yerel ev yapımı siyah zeytin, gene ev yapımı çökelek, ev yapımı turşular, süzme yoğurt, tereyağı, domates biber söğüş tabakları, tabi yanında demli çaylarla sıcak saç yufka ekmekleri… Üzerine de Ali beyin annesinin yaptığı gözleme, kuyu kebabı ve mantıları afiyetle götürdük.
Bizim için yer ayırttıkları Göreme Hotel 'e gidip odalarımıza
yerleştik.




Şirin bir bahçe içinde, yörenin termal suyu ile doldurulmuş yüzme havuzunun kenar kısmında iki katlı, temiz ve ailecek kalınabilecek, ferah havadar bir mekandı. Arabamızı bahçesine park edip odalarımıza çıkıp yorgunluk atıp bahçeye indiğimizde bizler için demlenmiş çaylarımızı içip bir yandan sohbet edip bir yandan da çektiğimiz fotoğrafları bilgisayara yükleyip, netten gelen e-postalarımıza bakıp, geç saatlere kadar oturduk.

İki gece bir buçuk gün geçirdiğimiz bu mekanlarda fiatları da çok uygundu.

29 Ekim 2009 Perşembe

Denizli Akhan Kervansarayı

Denizli Akhan Kervansarayı

Denizli - Afyon karayolu üzerinde giderken hemen yolun sağ kısmında görülebilecek olan yapı günümüzde şehir çıkışında yer alıyor gerçi görünüşte içinde kalmış gibiydi.
Anadolu Selçuklularının batıdaki son kervansaraylarından biri olan ve iki kitabesi bulunan (biri ana kapının diğeri de iç kısımdaki geniş hol şeklindeki han girişinin kapısında) Akhan sultan hanları şemasına uyan bir hanmış. Yapılan araştırmalar sonucu, Anadolu'da yaklaşık 200 han ve kervansaray olduğu tespit edilmiş.
Dışarıdan restore edilmiş gibi görünmekle birlikte içine girip dolaştığımızda ye daha tam bitmemiş ya da kadirşinas insanımızı katkıları ile eski haline getirilme konusunda katkılarda bulunulmakta !... Bazen yolumuz üzerinde gördüğümüz bu gibi yerlerin bir kısmının kapalı olmasına kızıyoruz ama bu gibi görüntüleri görmektense kapalı kalsa mı daha iyi olur diye de düşünmekten kendimiz alamıyoruz.


Bu kervansaraylar, 11. yüzyılda Selçuklu Türkleri'nin Anadolu'ya yerleşmeye başladıklarında inşa ettikleri ilk yapıların bir bölümünü kervansaraylar oluşturuyormuş. Bunlar yolcular için güvenlikli bir yer, deve kervanları için ise iyi birer istasyonmuş. Başlıca ticaret yolları boyunca birbirlerinden en fazla 40 kilometre uzaklıkta, yani deve hızıyla günde dokuz saatlik aralarla inşa edilmişler. Ticaret kervanlarını ve bunların taşıdığı yükleri haydutlardan korumak için birer kale gibi yapılan bu yapılar, aynı zamanda askerler için de gece konaklama yeri olarak ta kullanılmışlar. Şehir ve kasabalarda kurulan ticaret hanlarından farklı olarak, kervansaraylar vakıf binalarıymış. Yolcular üç günlüğüne vakfın konuğu olur, yatak, yiyecek ve hayvanların bakımı ve yemleri için ücret alınmazmış. Bir kervansarayın yapısı, yüklü develerin geçebileceği kadar büyük, genellikle zengin bir biçimde süslenmiş, fakat sağlam tek bir kapısı bulunan dörtgen bir avludan meydana getirilmiş. Avlunun etrafı genişçe odaların bulunduğu galerilerle çevrili olurmuş. Daha küçük ölçekli kervansaraylara ise "Han" denilirmiş.
Kapalı olan kısmı 1253 (H.651) yılında, avlu 1254 (H.652) de tamamlanmış. Yaptıran Vali Seyfettin Karasungur Bin Abdullah olup, kitabesinde II. İzzettin Keykavus'un adı da geçmekteymiş.
Kervansaray açık ve kapalı bölümlerden yapılanmış, toplam 1.100 m²'lik bir alan üzerine oturmakta olup, kare bir avlu ve derinlemesine dikdörtgen bir holden meydana gelmiş.
Avlunun girişinin sağ tarafındaki bölümde, iki katlı mekanlar, bir eyvan ve iki kapalı birim yer almasına rağmen, diğer tarafta revaklar ve kapalı mekana bitişik tonozlu iki mekan yer almaktaydı.
Han'ın avlu portali geometrik ve plastik süslemeleri ile oldukça görkemliydi. Portalde görülen en önemli özellik ise, figürlü süslemelere sahip olmasıdır. Büyük ölçekli güvercin ve küçük ölçekli geyik, sfenks, kartal, aslan, ejder vb. hayvan figürleri, gamalı hac motiflerinin aralarına yerleştirilmiş, oldukça grift bir süsleme oluşturulmuş.
Giriş kapısının her iki tarafında taşa işlenerek yerleştirilmiş bulunan güvercin figürleri sanki yüzeyde poz veriyormuş edasıyla durgun bir halde “biblo” görünümündeydi. Kapının her iki tarafında da yer alan geometrik şekiller bir uyum içinde, taş işçiliğinde yerini almış. Gene iki tarafta yer alan namazgah şeklinde içe doğru gövdelenmiş, kenarlarında sütüncelerin yer aldığı yapımın üst kısmında midye şeklinde figür, her iki tarafında da 8 yapraklı çiçek motifi, üst kenar kısmında da sanki triglifleri andıran yumuşak çizgilerle kenarlandırılmış motifler yer alıyordu. Farklı renkler taşların ve mermerlerin kullanıldığı geniş ve ferah yapının daha da güzelleştirilmesi dileği ile, yolu düşecek olanların ziyaretini beklediğini söyleyelim.

27 Ekim 2009 Salı

Oğlakçı köyü

Oğlakçı köyü

Ankara’dan yola çıkıp 77 km. mesafedeki Polatlıya giderken, yaklaşık ortalarda (Polatlıya 35 km. kala) yolun sağ tarafında tipik Anadolu köylerinin evlerinin benzerlerini görünce durup köye girdik.


Yaklaşık 100 yıl önce kurulmuş olan köy, Mülk Köyü ile birlikte konuşlanmışken, ortasından akarsu ve Ankara – Eskişehir otoyolunu geçmesi ile ikiye ayrılmış. Oğlakçı köyü şanlı tarihiyle kahraman insanlarıyla birçok savaşlarda yer almış ülke savunmasında büyük görevler üstlenmiş.
Köyün nüfusu 1990 lı yıllardan itibaren genç nüfusun kentlere göçmesiyle giderek azalmış.
Köy Anadolu Türkmen kültürünün sahip olup insanları misafir sever ve sıcak kanlıdır, düğün nişan gibi özel günlerde giyilen yöreye özgü giysiler (Sarka ve Sefahir) ve takılar bunun en güzel örneklerindendir. Köy son yıllar büyük kentlere aşırı göç verdiğinden nüfusu oldukça azalmıştır.
Köy Anadolu Türkmen kültürüne sahip olup insanları misafir sever ve sıcakkanlıydı, cami yanındaki çeşmenin yanında büyük çınar ağacının altında sohbet eden yaşlı iki köylünün anlatımları ile bilgilendik.
1981 yılında Toprak-İskan tarafından köy camisi onarılmış, yan tarafında bulunan tarihi çeşme kitabesi üzerinde Hicri 1231 (Miladi 1815 -1816) yılı kazınmıştı.
Köy içinde biraz gezinip birkaç görüntü aldık. Halen içinde yaşayanların olduğu evler gibi ne yazık ki terk edilmiş evleri de görüp resimledik. Bazı evlerin ocakları, avluları harabeye dönmüştü.
İnşallah bir sonraki uğramamızda bu evleri en az diğerleri kadar bakıma alınırda, yol üstü geçerken uğrayıp birer ayranlarını içmek kısmet olur.