♥♥♥♥ TÜM GÖNÜL DOSTLARIMIZIN, BLOG SAYFALARINDAN YEMEK VE GEZİ PAYLAŞIMININ VEFALI ARKADAŞLARIMIZIN, MÜBAREK RAMAZAN BAYRAMINI KUTLUYOR, SAĞLIK SIHHAT BİRLİK DİRLİK ESENLİK İÇİNDE DAHA NİCELERİNE SEVENLERİ VE SEVDİKLERİ İLE ULAŞMALARINI DİLİYORUZ... ♥♥♥♥

SEYYAH & SOFRAM...

28 Şubat 2008 Perşembe

Yayla çiçekleri

Yayla çiçekleri

Daha önceki yazılarımızı okumuş olanlar bilecektir, doğanın güzellikleri anlatmakla bitecek gibi değil… Her bir bitkinin çiçeği farklı açar ve hiç birinin rengi de birbirine benzemez.

Bu gezimiz esnasında yaylalarda çektiğim bazı doğa çiçek fotoğraflarını sizlerle paylaşmak istedim. Bunların arasına da ilgi çektiğini gördüğüm çay tohumlarını da ekledim.

Beğenmeniz umuduyla…






26 Şubat 2008 Salı

Bulancak

Bulancak


Sümela manastırını gezip tekrar Maçka – Trabzon üzerinden dönüşe başladık. Akçaabat, Görele, Giresun üzerinden Bulancak’a ulaştık.

İskelede sevgili İnan kardeşimizi bizi bekler bulduk. Yolu göstererek evlerine gittik. Niyetimiz geçerken uğramak bir çaylarını içip hatır sorup sohbet etmekti.














Hoş geldiniz hatır sorma sohbetinden sonra muhabbete giriştik, o arada bizler Gürdal beyle konuşurken Mensur hanım masayı donatmaya başlamasın mı?... Aman efendim iyi ki çay içelim dedik hani…

Bu sefer Bulancak pidesi, nefis kokan bir peynirli börek ve yanında ince kalem gibi sarılmış yaprak sarmalar….

Mecburen (!) oturduk tabiî ki, çokta güzel demlenmiş çayların yanında sıcak sohbete devam ederken nevaleyi de götürdük… Laf aramızda ben dışarıda çay içemem, her yapılan çayı da pek beğenmem ama laf aramızda çayın demi çok güzeldi…

Bizler ziyaretin makbulü kısasıdır deyip yola koyulalım derken bir de baktık torbalarda yeni toplanmış taze fındıklar.. Yani hem ağırlamalarından hem de yüklü yolculamalarından mahcup olduk…

Emek ve ellerine sağlık deyip, ailecek teşekkürlerimizi, selam ve sevgilerimizi yolluyoruz…
Gelecek sefere de bizde buluşmak üzere….

24 Şubat 2008 Pazar

Maçka Sümela Manastırı – 3

Maçka Sümela Manastırı – 3

İşte üçüncü ve son bölüm;

Manastırın ana ünitesini meydana getiren kaya kilisesinin ve ona bitişik şapelin iç ve dış duvarları fresklerle donatılmıştır. Kaya kilisesinin içinde avluya bakan duvarda III. Alexios dönemine ait fresklerin varlığı tespit edilmiştir. Şapeldeki freskler ise 18. yüzyılın başlarına tarihlenmektedir ve üç ayrı devirde yapılan üç tabaka görülmektedir. En alt tabakanın freskleri daha üstün niteliktedir. Her tabakada konuların da değiştiği dikkati çekmektedir.

Buradaki fresklerin 1710-1732 yıllarında yapıldıklarını bildiren yazılar tespit olunmuştur. Halbuki mağara kilisenin inde avluya komşu duvarda III.Alexios devrine ait freskler de tespit edilmiştir. Bugün bu portrelerden hiçbir iz kalmamıştır. Dışarıda kaya sathına işlenmiş ve bugün yalnız üst şeritleri kalabilmiş olan büyük bir mahşer sahnesinin dökülen sıvalarının altından başka sahnelerin gün ışığına çıktığı görülmektedir. Üzerinde bir ejder ile süvari iki aziz (Georgios ve Demetrios) tasvir edilmiş bulunan küçük bir şapelin duvarında tabakanın altında üç tabaka daha resim bulunduğu tespit edilmiştir.

Nitekim bir yerde en alt tabakada imparator kıyafetinde diademli bir figürün üstünde diademli başka bir figür bunun üstünde de matemorphosis, yan itabor adında İsa'nın görünüşünün değişmesi (suretinin değişmesi) sahnesi işlenmiş bulunmaktadır. Bu durum karşısında Sümela Manastırı'nın eski ve o nispette de değerli duvar resimleri, sıvaların tamamen dökülmediği yerlerde alt tabakalarda da mevcuttur.

Kutsal suyu toplayan şadırvanda sivri kemerleriyle Türk Mimarisi karakterindedir. Sümela'nın yüz metre kadar kuzeyinde yine dağ yamacına oyulmuş erişilmez durumda ve içinde freskleri olan şapeller bulunmaktadır. Sümela Manastırı'nda 1998'den beri Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca yürütülen bir proje dahilinde zarar gören duvarlar temizlenip restore edilerek koruma altına alınmıştır.

Manastırın ana bölümü üst çatıyla kaplanmış olup, Ana Kaya Kilisesindeki freskler temizlenerek sağlamlaştırılmıştır

Ve kapanış resimlerini oldukça aşağıdan yaklaşık kuş uçuşu 1 km. uzaklıktan çektim.
Diğerleri gibi bunları da beğeneceğinizi umuyorum.

22 Şubat 2008 Cuma

Maçka Sümela Manastırı – 2

Maçka Sümela Manastırı – 2

Şimdi de ikinci bölüm:

Sumela Manastırı'nın başlıca bölümleri; Ana kaya kilisesi, birkaç şapel, mutfak, öğrenci odaları, misafirhane, kütüphane ile kutsal ayazmadır. Bu yapılar topluluğu oldukça geniş bir alan üzerine inşa edilmiştir.


Manastırın girişinde su getirdiği anlaşılan büyük su kemeri yamaca yaslanmış durumdadır. Çok gözlü olan bu kemerin büyük bölümü restore edilmiştir.
Dar uzun bir merdivenle manastırın ana girişine ulaşılmaktadır. Giriş kapısının yanında muhafız odaları bulunmakta, buradan bir merdivenle iç avluya inilmektedir. Solda, manastırın esasını teşkil eden ve kilise haline getirilen mağaranın önünde çeşitli manastır binaları bulunmaktadır. Sağ tarafta kütüphane yer almaktadır.


Manastırın kütüphanesinde evvelce kataloğu yapılan ve çoğunluğu 17-18. yüzyıllara ait çeşitli el yazmalarından 66 tanesi Ankara Müzesi'nde, içinde minyatürler olan ve Bizans eseri 1000 tanesi İstanbul'da Ayasofya Müzesi'ndedir. Ayrıca 150 kadar da taş baskı kitap vardır.


Sultan Selim'in hediye ettiği şamdanlar 1877'de çalınmıştır. Manastıra ait başka bir Meryem ikonası da Oxford'da özel bir koleksiyondadır. 1436 tarihli işlemeli gümüş madalyon ile 1438 tarihli işlemeli bir örtü de Atina'daki Benaki Müzesi'ndedir.


Yine sağda yamacın ön yüzünü kaplayan büyük balkonlu bölüm keşiş odaları ve misafir odaları olarak kullanılmıştır ve 1860 yılına tarihlenmektedir.
Avlunun etrafındaki binalarda odalardaki dolapları, hücreleri, ocakları ile Türk sanatının etkileri de görülmektedir.

20 Şubat 2008 Çarşamba

Maçka Sümela Manastırı – 1

Maçka Sümela Manastırı – 1

Pazar sabahı yanımıza bizleri misafir eden Sevilay hanım kızımızı da alarak ev halkına veda edip Trabzon’a doğru yola çıktık. Sürmene, Araklı, Arsin ve Yomra’yı da geçip Trabzon’a girmeden sola dönüp Maçka istikametine döndük. Yaklaşık 40 km. sonra Sümela Manastırının alt ilk girişine ulaştık. Buraya kadar yol gayet güzel ve rahattı. Buradan tırmanmak isteyenler arabalarını bırakıp buradan başlayabilirler. Manzarası çok güzel olmakla beraber biz yaklaşık 1200 merdiven olduğu söylenen bu taraftan çıkmayı göze alamadık. Bir sonraki yerden yani yukarıdan girmek istedik. Yola devam ettik, bu aradaki yol oldukça dar, tek arabalık, zaman zaman arabaların birbirine yol vermesi için genişleyip giden toprak yer yer çukurlarla doluydu.

Yukarı çıkıldığında yol ikiye ayrılıyor, sağdakine saparak manastır yöneldik diğer yol yaylalara çıkmakta. Yaklaşık 2 km. gidince gene topraktan araba park yeri olarak kullanılan alana arabamızı park edip yukarı doğru yürümeye başladık. 300 m. kadar yaya yolundan yürüyünce giriş merdivenlerine ulaştık.

Şimdi çektiğimiz resimler eşliğinde edindiğimiz bilgileri paylaşalım;


TRABZON SÜMELA MERYEM ANA MANASTIRI

Maçka’nın 17 km. güneyinde Altındere köyü’nde, Meryemana (Panagia) deresinin batı yanında, Mela Dağı’nın deniz seviyesinden 1,150 m. yükseklikteki kayaları oyarak ve doğal mağaralardanda faydalanılarak yapılmış manastırın adı “Sümela”, Rumca karanlık, siyah anlamına gelen “melas” kelimesinden gelmektedir. Aşağıda tam kayanın sol tarafında mutfak ve tabii çeşme bulunmaktadır. Bu çeşme kısmı bugün harap olmuş ve kullanılmamaktadır. Mutfak kısmının üzeri tonozlarla örtülüdür. Yapının kemer bağları taştan olup, yapı iki taraftan aydınlatılmaktadır.

Şu anda görülmesi mümkün olan fresklerin bir çoğu 1710 ve 1740 tamiratından bugüne kadar gelebilmiş olanlardır Asıl kilise fresklerle kaplanmıştır. İçeride mağaranın güney bölümünde kayaya oyulmuş duvar hücresi bulunmaktadır. Dışarıda 18. yüzyıldan kalma bir zamanların kapellası olan bir kilise vardır. Kiliseye yakın doğu cephesinde giriş yolu, manastırın çan kulesi ile desteklenmiştir. Çan kulesinin hemen yanında günah çıkarma yeri bulunmaktadır. İçindeki freskler halen sağlam gözükmektedir.

Yukarı kısımlarda ise, keşiş odaları ve küçük kiliseler mevcuttu. Asıl kilisenin kapısında 1741 Haldiye’li (Kuzey Gümüşhane) Mişobu (Papazbaşı) emriyle tamir ettirilmiştir yazılıdır. Manastır iç ve dış duvarlarında bulunan freskler, toprak boyası ve eski taş yosunu gibi ilkel boyalardır. Ana kilisenin güney duvarındaki belirli belirsiz tasvirleri, Komnenosları Fallmerayer ve Kyriakides tanımlamıştır.

18 Şubat 2008 Pazartesi

Sürmene pidesi

Sürmene pidesi



Karadeniz’de balık ve çeşitlerinden sonra pide ve çeşitleri de ünlüdür. Her yörenin ve il – ilçenin farklı yapılış tarzları olan pideleri vardır. Neredeyse tamamına yakınının tadına baktık sayılır. İnanın hepsi farklı tattalar.

Bu sefer de bizleri Sürmene Pidesi yemeye götürdüler. Peynirli olanını Ağu dedikleri yerel bir peynir çeşnisi ile yapıyorlar. Ben tadını Antakya’nın tuzlu kuru çökeleğine benzettim. Bir peynir çeşidi olan bununla pideyi geniş ve yuvarlak açıp etrafını yarım parmak kaldırıp içine peynirleri koyup üzerine de koca bir kaşık has tereyağını ekleyip fırına atıyorlar.

Kıymalı isterseniz de aynı şekilde yapıyorlar, karışık isterseniz beraber yarım-yarım koyup arzuya göre de ortasına yumurtayı ekliyorlar. Ben biraz yumurtayı az pişmiş sevdiğim için ortasında kaldı, eşim karıştırılmasını istedi, çocuklarımız kıymalı karışık istediler. Yanında da soğuk ayran sipariş ettik.

Pideler geldi, yanında kocaman bir dilim ekmek… Ama çatal bıçak yok ve pideler dilimlenmemiş !… Sebebini de sorup öğrendik tabi: meğer gelen ekmek dilimi ile banılarak yenilirmiş. Bizi mazur görmelerini rica ederek ekmek dilimini geri verip birde pidelerin dilimlenmesini ve yanında da çatal bıçak istedik. Bize gerek garsonun gerekse orada pide yiyenlerin bakışlarını anlatmayacağım tabi…

Ama bizler beğendik, biraz pide çeşitlerine alışkın olmamızdan biraz da belki günün yorgunluğundan.. . Ustalarımızın emek ve ellerine sağlık…

Yolunuz düşerse sürmene pidesi ve adresi… BOZO PİDE - Sürmene

16 Şubat 2008 Cumartesi

Sürmene de bir çay fabrikası

Sürmene de bir çay fabrikası

Bizleri yemyeşil çay bahçeleri arasında Karadeniz manzaralı evlerinde misafir eden Davut Bey’ler aynı zamanda da bizlere rehberlik yapıp etrafı dolaşmamızda çok yardımcı oldu.

Ayder yaylası ve Uzungöl gezilerinden sonra da bizleri Çaykara yolu üzerinde bulunan bir çay fabrikasına da götürdü. Yol üzerinde de birçok bilinen genel anlamda yerel ve ülke çapındaki çay fabrikalarını da gördük. Buralara kısa ziyaretler yapıp çay da alabiliyormuşsunuz.

İlk girişte kendi ve diğer markalarla ürettikleri paketlenmiş çayları sergiledikleri bir pano vardı. Panonun yan tarafına da yörenin kullanılan kumaşlarında yapılmış şal, örtü ve sepetlerle bir köşe hazırlamışlar.

Kamyonlarla taşınan taze yeşil çaylar boşaltılarak yürüyen bantlarla içeriye eleklere gidiyor orada hemen kesilmelere başlıyor. Daha sonra tekrar yürüyen bantlarla yüksek derecede ısıveren fırın içinden geçerek pişiyorlar, oldukça uzun olan bantta fırın çıkışından sonra soğumaya bırakılıyor. Soğumaya başlayan çaylar bir başka bantlarla farklı eleklerden geçerek ayrıma tabi tutuluyor. Bu arada da eleklenmiş çaylar saplarından da ayrılabilmesi için tekrar eleklere yollanıyor. Orada içinde kalan çaylardan ayıklanan sapları bir alt kata yollanıyor, ikinci bir defa daha elekten geçen sapların içinde kalan ince çay tanelerinden ayıklanıyor bunları da diğer bir kısım çaylarla karıştırıp Harman çayı elde ediliyormuş. Geri kalan saplar çuvallanıyor ve daha sonra da gübre olarak kullanılıyormuş.







İlk eleklerden geçen çaylar paketleme bölümüne gidiyor burada çayların yaprak ve kalitesine göre çeşitlendirilerek paketleniyor. Bir kısımları da poşet çay makinesine gidiyor orada poşetlenip demleme çay paketleri haline getiriliyor.

Arka kısmında da oldukça büyük ve hacimli bir ısıtma fırını vardı. Orada da otomatik olarak alınan kömürler fırını ısıtıp, suyu buhar haline getirip yalıtımlı borularla fabrikaya verilip çayların ısıtılması ve pişirilmesinde kullanılıyordu.

Fabrikayı gezip bahçeye çıktığımızda da bizi bir sürpriz bekliyordu. Yeni mahsul çayların ilk yapraklarından yapılmış hediyelik çaylardan bir koli hazırlayıp bagaja yerleştirmişlerdi.

Öncelikle burayı dolaşmamızı sağlayan Davut Terzioğlu beye, fabrika içini gezmemize izin veren Sürçaysan Md.Kenan beye, dolaşmamız esnasında bizi bilgilendiren Sayın Yaşar Genç beye içten teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bu vesile ile içtiğimiz çayların toplanmasından sonra fabrika işlemleri hakkında da bilgilenmiş olduk…

Şimdi sıra demlenmiş çayımızdan yudumlayarak bu bilgileri paylaşmaya ve seyretmeye geldi…
Afiyetler olsun …

14 Şubat 2008 Perşembe

Sürmene, eski bir ev…

Sürmene, eski bir ev…



Bu gezimiz sırasında birçok ilçede beklediğimiz aksine geçmişi günümüze yansıtabilen evlerden örnekleri bulup görmekte zorlandık. Çoğunun yerlerine beton binalar dikilmiş, gene birçoğu çirkinlik örneği…

Kimse hemen kızmasın lütfen…

Eski evler yıkılmış veya kendilerine ait arsa ya da tarlaların ortasına betonlar dökülerek çoklu katlı binalar dikilmiş, alt birkaç katın tuğlaları örülmüş, sadece oturulan katın pencereleri yaptırılmış, evin içi ve balkon boyanmış geri kalan yerler açık, çatısız, katların gerisinde tuğla dahi örülmemiş, örülen kat veya katların tuğlalarına sıvalar yapılmamış… Şimdi bir de Karadeniz oto yolu da yapılınca, yol eskiye göre kot alarak nispeten yükselmiş, daha önce görülmeyen birçok yer görülmeye başlanmış. Bu da daha önceden gözden kaçanlar şimdi göze batmaya başlamış.









Akşamüzeri dönüş yolu üzerinde oto yoldan Sürmene yanından geçerken yol cepheli gördüğümüz binayı görünce hemen çekmeye başladık.

Ev tipik yandan girişli, pencereleri simetrik ve ölçüleri benzer ya da aynı, sabit üst pencerelerde yukarı doğru sürgülü kayan pencereler, tahta iskelet arasına doldurulmuş küçük taş, toprak ve saman karışımı, üzeri ince bir sıva örülmüş, standart kare çatısı, pencerelerin üst kısmının ince usta işçiliği, ön kısmına yapılmış genelde yaşam (hayat) odasından dışarıyı daha rahat görüp seyredebilmek için çıkıntılı yapı…

Perdeleri olmasına rağmen pek yaşam belirtisi vermeyen bir görüntüsü vardı…
Aslında bu ve benzeri yapıları korumak sadece kişilerin değil toplumun ve toplum adına hizmet etme durumunda olan yerel yönetimlerin de katkısı ile olacaktır ki bunu birçok yerleşim yerinde görebiliyoruz, artık… Böylelikle geçmişi günüme aktarıp yansıtabilmek, günümüz insanlarının da geçmiş yaşam kültürünün bir mirasını görme şansı olacaktır.

12 Şubat 2008 Salı

Uzungöl pano kilimler

Uzungöl pano kilimler

Uzungöl’de arabamızı yol kenarına park ederek dolaşmaya başladık. Ne yazık ki arabanızı bırakabileceğiniz genel bir otopark yok, mecburen uygun bulduğumuz bir yol kenarına bıraktık. Yol, gölün kıyı kenarına dökülen toprak üzerine yapılmış asfalt yol, hem arabalara hem de gezen yayalara zorluk çıkartacak kadar da dar…

Yolumuza devam edip dolaşırken resimlerden görüp hatırlayacağınız köprü yanında hediyelik eşyalar satan dükkânlardan birinin önünde kilim panoları sergilediğini gördük. Hepsi bir arada olunca sanki resim sergisi gibi olmuştu, işte o görüntüler…



10 Şubat 2008 Pazar

Uzungöl

Uzungöl

Trabzon'a 99 km ve Çaykara ilçesine 19 km uzaklıkta, deniz seviyesinden 1090 m yükseklikte bulunan Uzungöl, dik yamaçları ve muhteşem orman örtüsü ile Alplerin güzelliğini geride bırakmaktadır.

Uzungöl’e çıkarken yolun bir kısmı bir önceki hafta yağan şiddetli yağmurlardan dolayı sele gitmişti o nedenle yolun bir kısmı toprak… Yolun hemen yanında akan dere ve şelale bize eşlik etti. Bir tanesini çekmeden duramadım, altında da küçük kızımızı da çektik ki şelalenin boyu hakkında bir bilginiz olsun !...

Vadinin ortasında bulunan ve yamaçlardan düşen kayaların 1760'da meydana gelen heyelan sonucu Solaklı deresinin önüne set oluşmasıyla ortaya çıkan, çam ağaçlarıyla gelin gibi süslenmiş olan göl, "Uzungöl" olarak biliniyor ve çevreye de aynı ad verilmiş. Özellikle yakınındaki "Şerah" köyünün yöreye uygun tarzda yapılmış eski ahşap evleri, doğanın güzelliğini tamamlar özellikte. Haldizen deresi vadisinde, heyelan sonucu dere yatağının tabii baraj şeklinde kapanması sonucu oluşan göl, çevresindeki ladin ormanları ile çekici bir peyzaj sergilemektedir.




Güneye doğru uzayıp giden Haldizen deresi vadisi büyük doğa zenginliklerine sahip. Uzungöl'e yaklaşık 10 ile 20 km mesafede dağların yüksekliklerinde yer alan 10 kadar daha ufak göl olduğunu da öğrendik ve bunlar yöredeki aktivite zenginliğini arttırmakta.
Yaban hayatı bakımından Uzungöl çevresindeki dağlarda ayı, kurt, yaban keçisi, tilki, kafkas dağ horozu gibi çeşitli hayvan türleri barınmaktaymış.
Gölün su seviyesi, mevsiminde gelen su miktarı ile bağımlı olarak az da olsa farklılıklar gösterir ise de, genelde boyu 1000 metre, eni 500 metre, derinliği ise 15 metre civarındaymış ve gölde alabalık yaşamakta.
Yerli ve yabancı turistlerin büyük ilgisini çeken Uzungöl, sahip olduğu turistik potansiyeli bakımından çok zengindir. Çevrede trekking, kuş gözlem, botanik amaçlı turların yanı sıra daha yükseklerdeki dağların arasındaki göllere veya yakınlardaki Şekersu, Demirkapı, Yaylaönü gibi diğer yaylalara geziler düzenleme olanağı varmış.

8 Şubat 2008 Cuma

Ayder Yaylası çeşitli

Ayder Yaylası çeşitli

Ayder yaylası yolu üzerinde çıkarken yolun sol tarafında bir çay bahçesi gördük. Eski bir serender yapıyı ve yanında bulunan geçişin üzerine iki küçük balkon yapıp çay içip dinlenecek ve dere ile etrafı seyredebilecek bir mekan yapmış.

Yol üzerinde Çamlıhemşin’den geçiliyor. Bir ana caddesi bulunan ilçe, dimdik duvar gibi çıkan dağın altında kurulmuş…

Gene yol üzerinde sağlı sollu dağların zirvelerinden çıkan suların yaptığı şelaleler…

İyidere önlerinde bir dalgakıran ile yukarı çay bahçelerine çıkarken gördüğümüz deniz üzerinde güneşin bulutlar arasında yaptığı ışık ve gölge yansıması…

Of’ta çay bahçesinde kızlarımız çay toplarken yapraklar üzerinde buldukları irice bir peygamber böceği avını beklerken…

Kayalar arasından sızan mis gibi taze soğuk kaynağı ile kayaların üzerinden çağıldayarak akan tertemiz dağ suları…




6 Şubat 2008 Çarşamba

Ayder Yaylası yolu üzerinde köprüler

Ayder Yaylası yolu üzerinde köprüler

Ayder yaylasına çıkarken ve inerken yolumuz üzerinde birçok yenilenmiş eski taş köprüler gördük. Bir kısmın giderken bir kısmını da dönüşte çektik. Zira oraya çıktığımızda ne kadar resim ve film çekeceğimizi bilemediğimiz için hafıza kartını, pil ve bataryayı idare etmeye çalışıyorduk.

Dere üzerinde sayısını gene unuttuğum kadar köprü vardı. Bunların dışında yöreye has insan, eşya ve yük taşımada kullanılan teleferikler hariç tabi… Çoğunlukla 19 yüzyıl baş ve ortalarında yapılmışlar. Karayolları 10.uncu Bölge müdürlüğü tarafından da onarılmışlar.

Bu köprülerden biri iki diğerleri tek gözlü yapılmışlardı. Yapımlarında kesme taş kullanılmış, yapı olarak yay biçiminde derenin bir ucundan diğer ucuna ulaşacak açı ve eğim verilmişti. Üzerinden kim bilir kimler neleri taşıyıp geçirmişlerdir…






Bizler bu gibi eski geçmişi yansıtan yapıları gördüğümüzde artık elimizde olmadan yaşanmış olması muhtemel anıları düşünür olduk. Gerek yapılar gerek ise yapı elemanları veya içinde kullanılanların kimler tarafından, hangi teknik malzeme ve bilgi ile nasıl bir birikimle ortaya konulabildiğini düşünmek geçmişi anlamamıza daha çok yardımcı oluyor. Şimdiki teknik gelişim ve malzeme desteği ile yapılabilmesi daha kolay ve pratik olan benzeri yapıların zamanındaki şartlarda yapılıp şimdiki zamanda yapılanlardan daha kullanışlı ve dayanıklı olması merak ve hayret uyandırıyor.

Bir de aklıma gelmişken; dolaştığımız yerlerde mevcut eskiye ait veya tarihi özellikleri olan yapılar restorasyon yani yenileme adı altında, ne yazık ki, ehil ve bilgi sahibi olmayanlar tarafından orijnal yapı özellikleri bozularak yapılıyor. Geçmişten gelen yapıların tahtalarının üzerine vernik çekilmesi, kahverengi boya sürülmesi, sökülen ara yapı elemanlarının eski yerlerinden farklı yerlere monte edilmesi, yapıların üzerinde kök boyalar ile yapılmış resim ve bezemelerin günümüz boyalarla tamamlanmaya çalışılması gibi sonuç olarak pekte uygun olmayan neticeler çıkmış. Bu gibi yenileme ve onarım işleri biraz daha erbap ve ustalar tarafından yapılması uygun olur diye düşünenlerdeniz.

2 Şubat 2008 Cumartesi

Ayder Yaylası yolu üzerinde bir balık çiftliği

Ayder Yaylası yolu üzerinde bir balık çiftliği




Ayder yaylasına çıkarken ara sıra yolda bazı balık çiftliklerinin yön tabelalarını gördük. Bunlarda aynı zamanda nefis tereyağı içinde fırında taze balık yeme şansınız da var.

Bir tanesine girip müsaade alıp dolaştık. Şimdi sayısını unuttuğum kadar çok havuz vardı. Her havuzun içinde büyüklüklerine göre ayrılmış balıklar dağlardan gelen tertemiz oksijen dolu pırıl pırıl buz gibi suların içinde büyütülüyorlardı. Tertemiz bir havaya balığın kokusu da karışınca o kadar güzel bir ortam oluşmuştu ki anlatabilmek zor, ancak bunu yaşamak gerek.


Bir kayanın dibinden kaynayan su, serenderin altından geçip havuzlara dağılırken çıkardığı kendine has sesin yanında etrafına verdiği serinlik havanın temizliği ile birleşince ayrılasımız gelmedi.

Gittiğimizde havuzlardan kepçelerle alınan balıklar bir makineden geçirilerek büyüklüklerine göre havuzlara tasnif ediliyordu. Daha da büyütülecekler ile satışa ya da orada mevcut lokantada siparişlere göre pişirilecekler ayrı bir havuza alınıyordu.

Lokanta havuzların üst tarafında hem yeşil dağlara önünden geçen dereye ve yediğiniz balıkların yetiştirildiği havuzlara manzaralıydı. Fiyatlar mı ? Bir balık tereyağında kiremit tavada, 4 Ytl…