Anamur Tekne Turu
♥♥♥♥ TÜM GÖNÜL DOSTLARIMIZIN, BLOG SAYFALARINDAN YEMEK VE GEZİ PAYLAŞIMININ VEFALI ARKADAŞLARIMIZIN, MÜBAREK RAMAZAN BAYRAMINI KUTLUYOR, SAĞLIK SIHHAT BİRLİK DİRLİK ESENLİK İÇİNDE DAHA NİCELERİNE SEVENLERİ VE SEVDİKLERİ İLE ULAŞMALARINI DİLİYORUZ... ♥♥♥♥
SEYYAH & SOFRAM...
SEYYAH & SOFRAM...
30 Temmuz 2010 Cuma
28 Temmuz 2010 Çarşamba
Anamurium 3
Anamurium 3
Ören yerinin günümüze kadar gelen yapılarının çoğunluğu M.S. 1.yüzyıl sonrasına tarihlendiriliyor.
Geç dönemlere ait tiyatro, odeon, palaestra, hamam, su kemerleri, kiliseler görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Kentin dağa doğru olan yamacının bulunduğu alanda ise sayıları 350′ye varan mezarlıklar bulunuyor.
Ayrıca Anamur burnunun kuzeydoğu yakasında, ortalama 250 metre genişliğinde, güneyden kuzeye doğru uzanan 1700 metre uzunluğundaki eğimli bir arazi üzerinde Roma-Bizans kenti var.
Ören yerinin günümüze kadar gelen yapılarının çoğunluğu M.S. 1.yüzyıl sonrasına tarihlendiriliyor.
Geç dönemlere ait tiyatro, odeon, palaestra, hamam, su kemerleri, kiliseler görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Kentin dağa doğru olan yamacının bulunduğu alanda ise sayıları 350′ye varan mezarlıklar bulunuyor.
Ayrıca Anamur burnunun kuzeydoğu yakasında, ortalama 250 metre genişliğinde, güneyden kuzeye doğru uzanan 1700 metre uzunluğundaki eğimli bir arazi üzerinde Roma-Bizans kenti var.
26 Temmuz 2010 Pazartesi
Anamurium 2
Anamurium 2
Anamurium
Kentin ne zaman kurulduğuna dair herhangi bir bilgiye ulaşılamadığı gibi, Roma imparatorluk Çağı öncesine giden kalıntılara da bugüne kadar henüz rastlanmamıştır.
Fakat, ilk olarak Hititliler tarafından MÖ 12. yüzyılda kurulmuş olduğu sanılmaktadır.
Kentin adı sadece bir liman listesinde geçtiği için, MÖ 4. yüzyılda var olduğu bilinmektedir.
Anamurium'un adının "rüzgarlı yer" anlamında kullanıldığı da antik kaynaklarca ifade edilir.
MS l. yüzyılda kentin çevresine ilk surların yapıldığı, bir süre Kommagene Kralı Antiochos'un (38-72) yönetimine bırakıldığı tarihi bilgiler arasındadır.
Daha sonra, Romalılar’ın egemenliği altına girmiştir.
Kıbrıs'a yakın olması nedeniyle, özellikle Romalılar zamanında bir ara istasyon konumunda olan Anamurium, aynı zamanda kara yoluyla Toroslar'daki en önemli Roma kentlerinden biri olan Germanikopolis (Ermenek) ile bağlantılıydı.
Böylece, bölgedeki doğal kaynakların ihraç edildiği önemli bir ticaret kenti olmuştu.
Anamurium, MS 260 da Sasaniler tarafından ele geçirilmiş.
4. ve 5. yüzyıllarda korsanlar tarafında sık sık tahrip edilmiş.
Bizans döneminde de piskoposluk merkezi olmuş.
MS 650 yılında Arap akınlarına uğrayan kent, bu tarihten sonra terk edilir.
12. ve 13. yüzyıllarda Anadolu Selçuklularının Mamure Kalesini ele geçirmelerinden sonra, bölge Türk egemenliğine girer.
Anamurium 19. yüzyılda İngiliz Francis Beaufort'un Akdeniz'de yaptığı Keşifler sonucunda batı dünyasına tanıtılmıştır.
1960 yılında Toronto Üniversitesinden Elisabeth Alfoldi Rosenbaum tarafından kazılar başlatılmıştır.
Daha sonra Kanada'lı Prof. James Russel tarafından kazılar ve diğer bilimsel çalışmalar sürdürülmüş 2000 yılında kazılara son verilmiştir.
Kalıntılar Anamurium kumsalından başlıyor ve tepeye doğru tırmanıyor.
Anamurium kenti yukarı ve aşağı kent olmak üzere iki bölüme ayrılır.
En göz alıcı yapıları surlar, 3 adet hamam, 60 m. genişliğinde tamamlanamamış bir tiyatro, 900 kişilik oturma yeri bulunan odeon (konser salonu) ve paleastra aşağı kenttedir.
Liman Caddesi'nin her iki yanındaki kaldırımların belirli bölümlerinde yer yer zemin mozaikleri bulunmuş olup, bunların bir kısmı müzede sergilenmektedir.
Müzede sergilenen mozaikler içerisinde; barışçı kral Isaah adına düzenlenmiş mozaikte, palmiyenin iki yanında yer alan leopar ve oğlak betimlemesi nekropol kilisesi tabanında bulunmuştur.
Nekropol (Şehir Mezarlığı)
Kentin surları dışında kalan mezarlığı, Anadolu'nun en iyi korunmuş örneklerinden biridir.
Tonozlu mezarların tek ve iki katlı örneklerinin bir kısmının duvarlarında freskler ve mozaikler bulunmaktadır.
Genel olarak mezarlarda lahit odası, ziyaret mekanı ve diğer eklenti mekanları yer alır.
Beşik tonozlu en eski mezarların temelleri büyük kireç taşlarından inşa edilmiştir.
Nekropol'de görülen ikinci mezar tipinde geleneksel plana eklenti mekanlar oluşturulmuştur.
Üçüncü mezar tipi ise bir bahçe içerisinde eski tip mezarlara yeni bir ünite olarak eklenmiş yapılardan Anamurium Nekropol meydana gelir.
Bunların dışında edikula formunda, dört cephesi kemerli ve kesik koni biçiminde mezar tipleri de yer alır.
Hamam
Anamurium’un en iyi korunmuş yapısı, Anamurium hamamı, Romalılar zamanında yapılmıştır.
Zemini mozaiklerle kaplı, iki katlı olan hamamın giriş kapısı önündeki yazıtta şöyle yazılıdır: "Hamama hoş geldiniz, iyi temizleniniz".
Odeon
Odeon, Anamurium harabeleri içerisinde, denizden 500 m uzaklıkta sol tarafta bulunmaktadır.
Roma tarzındaki oturma yerleri, yarım daire şeklinde taştan kademeli olarak yapılmıştır.
Odeon'un orkestra yerinin tamamı mozaiklerle kaplıdır.
Platformun her iki yanında "paradoi" veya "paradoks" denilen iki giriş kapısı bulunmaktadır.
Bu kapılar konser salonuna girişi sağladığı gibi sanatçıların da salona girişini sağlamaktaydı.
Tiyatro
Kentin yukarı kesiminde yer alan tiyatrodan günümüze sadece duvarlar kalmış.
Surlar
500 m genişliği ve 1.7 km uzunluğu olan kenti, çepeçevre surlar çevreliyor.
Surlar, yolun sonunda tepeye kadar çıkıyor ve kentin akropolünü de çevreliyor.
Surların bu bölümü oldukça iyi durumda.
Müze
Müzede sergilenen Anamurium buluntularının en ilginç grubunu pişmiş toprak insan yüzlü yağ kandilleri oluşturur.
Bunun dışında süs eşyalarından oluşan bronz ve kemikten yapılmış bazı mezar armağanları, Roma çağına ait olan tunçtan yapılmış tanrıça Athena biçimli bir kantar ağırlığı, Bizans çağına ait halk sanatını yansıtan çeşitli malzemelerden yapılmış objeler diğer önemli buluntular arasında yer alır.
Anamurium kumsalı ünlü caretta caretta kaplumbağalarının yumurtalarını bıraktıkları 17 Akdeniz kumsalından biri olma özelliğine de sahiptir.
Anamurium
Kentin ne zaman kurulduğuna dair herhangi bir bilgiye ulaşılamadığı gibi, Roma imparatorluk Çağı öncesine giden kalıntılara da bugüne kadar henüz rastlanmamıştır.
Fakat, ilk olarak Hititliler tarafından MÖ 12. yüzyılda kurulmuş olduğu sanılmaktadır.
Kentin adı sadece bir liman listesinde geçtiği için, MÖ 4. yüzyılda var olduğu bilinmektedir.
Anamurium'un adının "rüzgarlı yer" anlamında kullanıldığı da antik kaynaklarca ifade edilir.
MS l. yüzyılda kentin çevresine ilk surların yapıldığı, bir süre Kommagene Kralı Antiochos'un (38-72) yönetimine bırakıldığı tarihi bilgiler arasındadır.
Daha sonra, Romalılar’ın egemenliği altına girmiştir.
Kıbrıs'a yakın olması nedeniyle, özellikle Romalılar zamanında bir ara istasyon konumunda olan Anamurium, aynı zamanda kara yoluyla Toroslar'daki en önemli Roma kentlerinden biri olan Germanikopolis (Ermenek) ile bağlantılıydı.
Böylece, bölgedeki doğal kaynakların ihraç edildiği önemli bir ticaret kenti olmuştu.
Anamurium, MS 260 da Sasaniler tarafından ele geçirilmiş.
4. ve 5. yüzyıllarda korsanlar tarafında sık sık tahrip edilmiş.
Bizans döneminde de piskoposluk merkezi olmuş.
MS 650 yılında Arap akınlarına uğrayan kent, bu tarihten sonra terk edilir.
12. ve 13. yüzyıllarda Anadolu Selçuklularının Mamure Kalesini ele geçirmelerinden sonra, bölge Türk egemenliğine girer.
Anamurium 19. yüzyılda İngiliz Francis Beaufort'un Akdeniz'de yaptığı Keşifler sonucunda batı dünyasına tanıtılmıştır.
1960 yılında Toronto Üniversitesinden Elisabeth Alfoldi Rosenbaum tarafından kazılar başlatılmıştır.
Daha sonra Kanada'lı Prof. James Russel tarafından kazılar ve diğer bilimsel çalışmalar sürdürülmüş 2000 yılında kazılara son verilmiştir.
Kalıntılar Anamurium kumsalından başlıyor ve tepeye doğru tırmanıyor.
Anamurium kenti yukarı ve aşağı kent olmak üzere iki bölüme ayrılır.
En göz alıcı yapıları surlar, 3 adet hamam, 60 m. genişliğinde tamamlanamamış bir tiyatro, 900 kişilik oturma yeri bulunan odeon (konser salonu) ve paleastra aşağı kenttedir.
Liman Caddesi'nin her iki yanındaki kaldırımların belirli bölümlerinde yer yer zemin mozaikleri bulunmuş olup, bunların bir kısmı müzede sergilenmektedir.
Müzede sergilenen mozaikler içerisinde; barışçı kral Isaah adına düzenlenmiş mozaikte, palmiyenin iki yanında yer alan leopar ve oğlak betimlemesi nekropol kilisesi tabanında bulunmuştur.
Nekropol (Şehir Mezarlığı)
Kentin surları dışında kalan mezarlığı, Anadolu'nun en iyi korunmuş örneklerinden biridir.
Tonozlu mezarların tek ve iki katlı örneklerinin bir kısmının duvarlarında freskler ve mozaikler bulunmaktadır.
Genel olarak mezarlarda lahit odası, ziyaret mekanı ve diğer eklenti mekanları yer alır.
Beşik tonozlu en eski mezarların temelleri büyük kireç taşlarından inşa edilmiştir.
Nekropol'de görülen ikinci mezar tipinde geleneksel plana eklenti mekanlar oluşturulmuştur.
Üçüncü mezar tipi ise bir bahçe içerisinde eski tip mezarlara yeni bir ünite olarak eklenmiş yapılardan Anamurium Nekropol meydana gelir.
Bunların dışında edikula formunda, dört cephesi kemerli ve kesik koni biçiminde mezar tipleri de yer alır.
Hamam
Anamurium’un en iyi korunmuş yapısı, Anamurium hamamı, Romalılar zamanında yapılmıştır.
Zemini mozaiklerle kaplı, iki katlı olan hamamın giriş kapısı önündeki yazıtta şöyle yazılıdır: "Hamama hoş geldiniz, iyi temizleniniz".
Odeon
Odeon, Anamurium harabeleri içerisinde, denizden 500 m uzaklıkta sol tarafta bulunmaktadır.
Roma tarzındaki oturma yerleri, yarım daire şeklinde taştan kademeli olarak yapılmıştır.
Odeon'un orkestra yerinin tamamı mozaiklerle kaplıdır.
Platformun her iki yanında "paradoi" veya "paradoks" denilen iki giriş kapısı bulunmaktadır.
Bu kapılar konser salonuna girişi sağladığı gibi sanatçıların da salona girişini sağlamaktaydı.
Tiyatro
Kentin yukarı kesiminde yer alan tiyatrodan günümüze sadece duvarlar kalmış.
Surlar
500 m genişliği ve 1.7 km uzunluğu olan kenti, çepeçevre surlar çevreliyor.
Surlar, yolun sonunda tepeye kadar çıkıyor ve kentin akropolünü de çevreliyor.
Surların bu bölümü oldukça iyi durumda.
Müze
Müzede sergilenen Anamurium buluntularının en ilginç grubunu pişmiş toprak insan yüzlü yağ kandilleri oluşturur.
Bunun dışında süs eşyalarından oluşan bronz ve kemikten yapılmış bazı mezar armağanları, Roma çağına ait olan tunçtan yapılmış tanrıça Athena biçimli bir kantar ağırlığı, Bizans çağına ait halk sanatını yansıtan çeşitli malzemelerden yapılmış objeler diğer önemli buluntular arasında yer alır.
Anamurium kumsalı ünlü caretta caretta kaplumbağalarının yumurtalarını bıraktıkları 17 Akdeniz kumsalından biri olma özelliğine de sahiptir.
24 Temmuz 2010 Cumartesi
Anamurium 1
Anamurium 1
Anamurium 1
Antik dönemde Roma ve Yunan kenti, büyük bir ticaret merkezi bir liman şehriydi.Toroslardan kesilen keresteler limandan Akdeniz'in doğu medeniyetlerine Fenikelilere ve Mısır'a satılırdı.Zaman zaman korsan saldırılarıyla zor durumda kalan kent halkı iç bölgelere bugünkü Ören beldesine ve eski adı Çorak olan Anamur ilçe merkezine taşınınca kent terk edilmiş, Bizans'ın sona ermesiyle de kullanılmaz olup harabeye dönmüştür.11. yüzyılda yöreye gelen Türkler de kente ilgi göstermemişlerdir.Bugün kentte hala Odeon,hamam,zindan ve yüzlerce ev ve mozaikler sapasağlamdır. Odeon'da ara sıra konserler verilmekteymiş.
**
ANAMURİUM/ANEMOURİON Kenti antik KİLİKİA bölgesi kentlerinden.Konumu ve dokusu ile çok ilginç araştırmaların sonucu bir sürü soru işareti ile dolu, gezenleri ben dahil şaşırtan,çok etkileyici bir yerleşim...
Prof.Dr.Bilge UMAR adın aslının LUVİ dilinden ANNİMURA olma ihtimalini güçlü görüyor.MA -URA ve ANNİ ise luvi -hitit dillerinde "anne"anlamına gelmekte olduğu için Anadoludaki benzerleri ile de bağlantı kurulması hiç zor değil.Yalnız anai kökünün yamaç anlamına geldiğini de düşünmeliyiz.Deniz kenarında yamaç izlenimi veren bir kent burası.
Kısaca yine özbeöz bir Anadolu yerleşimi ile karşı karşıyayız.Ve yer yer oldukça sağlam ve ilginç kalıntıları ile de ANEMOURİON'un ayrı bir gizemi,sihiri var.
Anamurium 1
Antik dönemde Roma ve Yunan kenti, büyük bir ticaret merkezi bir liman şehriydi.Toroslardan kesilen keresteler limandan Akdeniz'in doğu medeniyetlerine Fenikelilere ve Mısır'a satılırdı.Zaman zaman korsan saldırılarıyla zor durumda kalan kent halkı iç bölgelere bugünkü Ören beldesine ve eski adı Çorak olan Anamur ilçe merkezine taşınınca kent terk edilmiş, Bizans'ın sona ermesiyle de kullanılmaz olup harabeye dönmüştür.11. yüzyılda yöreye gelen Türkler de kente ilgi göstermemişlerdir.Bugün kentte hala Odeon,hamam,zindan ve yüzlerce ev ve mozaikler sapasağlamdır. Odeon'da ara sıra konserler verilmekteymiş.
**
ANAMURİUM/ANEMOURİON Kenti antik KİLİKİA bölgesi kentlerinden.Konumu ve dokusu ile çok ilginç araştırmaların sonucu bir sürü soru işareti ile dolu, gezenleri ben dahil şaşırtan,çok etkileyici bir yerleşim...
Prof.Dr.Bilge UMAR adın aslının LUVİ dilinden ANNİMURA olma ihtimalini güçlü görüyor.MA -URA ve ANNİ ise luvi -hitit dillerinde "anne"anlamına gelmekte olduğu için Anadoludaki benzerleri ile de bağlantı kurulması hiç zor değil.Yalnız anai kökünün yamaç anlamına geldiğini de düşünmeliyiz.Deniz kenarında yamaç izlenimi veren bir kent burası.
Kısaca yine özbeöz bir Anadolu yerleşimi ile karşı karşıyayız.Ve yer yer oldukça sağlam ve ilginç kalıntıları ile de ANEMOURİON'un ayrı bir gizemi,sihiri var.
22 Temmuz 2010 Perşembe
20 Temmuz 2010 Salı
Damlataş Mağarası
Damlataş Mağarası
Damlataş Mağarası, Alanya'nın içinde ve deniz kıyısında bulunmaktadır. Merkeze 3 km. uzaklıktadır. Toplam uzunluğu 30 m. olan mağara; kuru ve yatay mağara tipindedir. 200 m'lik bir alanı kaplamaktadır. Çok sayıda sarkıt ve dikitin eşsiz bir görüntü verdiği mağara, 15 m. yüksekliktedir.
Birbirinden güzel binlerce sarkıt ve dikitlerle süslü bu mağara hemen koruma altına alınıp mağara hakkında araştırmalara başlanmıştır.
Damlataş Mağarası hakkında ilk araştırmalar, Galip Dere tarafından yapıldı. Galip Dere, gazetelerin birinde 2. Dünya Savaşı zamanında atılan gaz bombalarından korunmak için bir mağaraya sığınan Almanlar’ın içinde astımlı olanların şifa bulduklarına dair bir haber okur. Mağaranın sağlık açısından faydası konusunda resmi incelemeler başlar. Doktor ve kimyagerlerden oluşan ekibin incelemelerinden sonra mağaranın astıma iyi geldiği tespit edilir.
Damlataş Mağarası'nın kapısından içeri girince 45-50 m. uzunluğunda bir geçit, 13-14 m. çapında ve 15 m. yüksekliğinde silindirik bir boşluk, ayrıca 15000 senede oluşmuş sütunlar vardır. Mağaranın iki katlı olan boşluğu 2500 metreküp hava ihtiva etmektedir. İçindeki ısı yaz-kış 22.3 derecedir. Mutlak nem 19.6 derece nispi nem %98'dir. Mağara dış tesirlerden arınmış olup havasında bol miktarda asit karbonik vardır. Hava basıncı deniz seviyesinden biraz aşağıda olmasına rağmen 760 mm.'dir. Mağara boşluğunun tamamı 180-200 metrekaredir. Mağara etrafındaki kalınlık 10 m.'yi bulduğu için çökme ihtimali yoktur. Senenin 5-6 ayında devamlı damlar.
Damlataş Mağarası'nın Tıbbi Fonksiyonu: Mağaranın astıma iyi gelen dört vasfı olduğu tespit edilmiştir. Mağaranın ortamında bulunan normalden 8-10 misli fazla karbondioksit, yüksek oranda nem, alçak sühunet, radyoaktivite gibi unsurların ilk ikisinin astıma iyi geldiği, diğer ikisinin de yardımcı faktör olarak kabul edildiği bilinmektedir. Alanya'ya astım tedavisi için gelen hastaların, öncelikle bir doktordan mağaraya girmesinde bir sakınca olmadığına dair rapor alarak, mağaranın ilgili memuruna başvurması gerekmektedir. Tedavi süresince sembolik bir ücret ödenir.
Damlataş Mağarası turizme açıktır.
Damlataş Mağarası, Alanya'nın içinde ve deniz kıyısında bulunmaktadır. Merkeze 3 km. uzaklıktadır. Toplam uzunluğu 30 m. olan mağara; kuru ve yatay mağara tipindedir. 200 m'lik bir alanı kaplamaktadır. Çok sayıda sarkıt ve dikitin eşsiz bir görüntü verdiği mağara, 15 m. yüksekliktedir.
Birbirinden güzel binlerce sarkıt ve dikitlerle süslü bu mağara hemen koruma altına alınıp mağara hakkında araştırmalara başlanmıştır.
Damlataş Mağarası hakkında ilk araştırmalar, Galip Dere tarafından yapıldı. Galip Dere, gazetelerin birinde 2. Dünya Savaşı zamanında atılan gaz bombalarından korunmak için bir mağaraya sığınan Almanlar’ın içinde astımlı olanların şifa bulduklarına dair bir haber okur. Mağaranın sağlık açısından faydası konusunda resmi incelemeler başlar. Doktor ve kimyagerlerden oluşan ekibin incelemelerinden sonra mağaranın astıma iyi geldiği tespit edilir.
Damlataş Mağarası'nın kapısından içeri girince 45-50 m. uzunluğunda bir geçit, 13-14 m. çapında ve 15 m. yüksekliğinde silindirik bir boşluk, ayrıca 15000 senede oluşmuş sütunlar vardır. Mağaranın iki katlı olan boşluğu 2500 metreküp hava ihtiva etmektedir. İçindeki ısı yaz-kış 22.3 derecedir. Mutlak nem 19.6 derece nispi nem %98'dir. Mağara dış tesirlerden arınmış olup havasında bol miktarda asit karbonik vardır. Hava basıncı deniz seviyesinden biraz aşağıda olmasına rağmen 760 mm.'dir. Mağara boşluğunun tamamı 180-200 metrekaredir. Mağara etrafındaki kalınlık 10 m.'yi bulduğu için çökme ihtimali yoktur. Senenin 5-6 ayında devamlı damlar.
Damlataş Mağarası'nın Tıbbi Fonksiyonu: Mağaranın astıma iyi gelen dört vasfı olduğu tespit edilmiştir. Mağaranın ortamında bulunan normalden 8-10 misli fazla karbondioksit, yüksek oranda nem, alçak sühunet, radyoaktivite gibi unsurların ilk ikisinin astıma iyi geldiği, diğer ikisinin de yardımcı faktör olarak kabul edildiği bilinmektedir. Alanya'ya astım tedavisi için gelen hastaların, öncelikle bir doktordan mağaraya girmesinde bir sakınca olmadığına dair rapor alarak, mağaranın ilgili memuruna başvurması gerekmektedir. Tedavi süresince sembolik bir ücret ödenir.
Damlataş Mağarası turizme açıktır.
18 Temmuz 2010 Pazar
Alanya Kalesi Yolu ve Manzaralar
Alanya Kalesi Yolu ve Manzaralar
Alanya
Alanya Kuzeyinde Toros Dağları Güneyinde Akdeniz’in bulunduğu küçük bir yarımada üzerinde kurulmuştur. Antik çağda Pamfilya ve Klikya arasındaki çizgide yer aldığı için bazen Pamfilya bazen de Klikya olarak anılmıştır.
Alanya'nın ilk iskanı ile ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Prof Dr Kılınç KÖKTEN ‘in 1957 yılında Kent merkezine 12 Km uzaklıkta yer alan Kadıini Mağarasında yaptığı araştırmalar, bölge tarihinin Üst Paleolitik (M.Ö.20,000,-17,000,) dönemine kadar uzandığını göstermektedir.
Alanya’nın ilk kez ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu henüz bilinmemektedir. Kentin bilinen en eski adı Korakesium dur. Bizans döneminde ise Kalanoros ismi verilmiştir. 13, YY da Anadolu Selçuklu Hükümdarlarından 1, Allaaddin Keykubat’ın (1200-1237) kaleyi alması ile şehrin ismini Alaiye olarak değiştirmiştir. 1935 yılında Kenti ziyaret eden Atatürk ise Alanya adını vermiştir. (Korekesium’dan İlk kez bahseden M.Ö.4, Yüzyıl antik coğrafyacılarından Scylax’dır Bu dönemde bölge Anadolu’nun önemli bir bölümünü istila eden Perslerin egemenliği altındadır. Daha sonra ünlü antik çağ yazarı Strabon, Piri Reis, Seyyep, İbn-i Batuta ve Evliya çelebi bölgeyi gezen seyyahlar olup eserlerinde kentten bahsetmektedirler.
Bölgenin ilk çağları ve Bizans dönemi hakkında fazla bilgimiz yoktur.M.S.7.yüzyılda arap akınları sırasında kent savunması daha da önem kazanmış,akınlara karşı korunmak amacıyla kale yapımlarına öncelik verilmiştir.Bu nedenle Alanya ve çevresindeki pek çok kale ve kilise M.S.6 ve 7.yüzyıla tarihlenmektedir.
Anadolu Selçuklu hükümdarlarından 1. Alaaddin Keykubad, Alanya kalesinde hüküm süren ve hristiyan sülalelerinden olan Kyr Vart’ ı 1221 yılında yenilgiye uğratarak Kaleyi ele geçirmiştir. Hükümdar kendi adına burada bir saray yaptırmıştır.Selçuklu’lar başkent Konya’nın yanısıra Alanya’yı ikinci bir başkent ve kışlık merkez olarak kullanarak imar faaliyetlerinde bulunmuşlardır.
1243’deki Moğol saldırıları 1277’de Mısır Memlüklerinin Anadolu’ya girmeleri Selçukluları yıpratmış, 1300 yılında Selçuklu Devleti parçalanmış ve bölge Karamanoğulları tarafından beşbin altın karşılığında Memlük Sultanına satılmış daha sonra 1471 yılında Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı Devleti sınırları içerisine alınmıştır.
Alanya, Tarsus ile birlikte 1571 yılında Kıbrıs eyaletine bağlanmış,1864 yılında ise,Konya vilayetinin sancağı olmuştur. 1868 yılında Antalya’ya bağlanmış, 1871 yılında bu ilin ilçesi olmuştur.
Alanya
Alanya Kuzeyinde Toros Dağları Güneyinde Akdeniz’in bulunduğu küçük bir yarımada üzerinde kurulmuştur. Antik çağda Pamfilya ve Klikya arasındaki çizgide yer aldığı için bazen Pamfilya bazen de Klikya olarak anılmıştır.
Alanya'nın ilk iskanı ile ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Prof Dr Kılınç KÖKTEN ‘in 1957 yılında Kent merkezine 12 Km uzaklıkta yer alan Kadıini Mağarasında yaptığı araştırmalar, bölge tarihinin Üst Paleolitik (M.Ö.20,000,-17,000,) dönemine kadar uzandığını göstermektedir.
Alanya’nın ilk kez ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu henüz bilinmemektedir. Kentin bilinen en eski adı Korakesium dur. Bizans döneminde ise Kalanoros ismi verilmiştir. 13, YY da Anadolu Selçuklu Hükümdarlarından 1, Allaaddin Keykubat’ın (1200-1237) kaleyi alması ile şehrin ismini Alaiye olarak değiştirmiştir. 1935 yılında Kenti ziyaret eden Atatürk ise Alanya adını vermiştir. (Korekesium’dan İlk kez bahseden M.Ö.4, Yüzyıl antik coğrafyacılarından Scylax’dır Bu dönemde bölge Anadolu’nun önemli bir bölümünü istila eden Perslerin egemenliği altındadır. Daha sonra ünlü antik çağ yazarı Strabon, Piri Reis, Seyyep, İbn-i Batuta ve Evliya çelebi bölgeyi gezen seyyahlar olup eserlerinde kentten bahsetmektedirler.
Bölgenin ilk çağları ve Bizans dönemi hakkında fazla bilgimiz yoktur.M.S.7.yüzyılda arap akınları sırasında kent savunması daha da önem kazanmış,akınlara karşı korunmak amacıyla kale yapımlarına öncelik verilmiştir.Bu nedenle Alanya ve çevresindeki pek çok kale ve kilise M.S.6 ve 7.yüzyıla tarihlenmektedir.
Anadolu Selçuklu hükümdarlarından 1. Alaaddin Keykubad, Alanya kalesinde hüküm süren ve hristiyan sülalelerinden olan Kyr Vart’ ı 1221 yılında yenilgiye uğratarak Kaleyi ele geçirmiştir. Hükümdar kendi adına burada bir saray yaptırmıştır.Selçuklu’lar başkent Konya’nın yanısıra Alanya’yı ikinci bir başkent ve kışlık merkez olarak kullanarak imar faaliyetlerinde bulunmuşlardır.
1243’deki Moğol saldırıları 1277’de Mısır Memlüklerinin Anadolu’ya girmeleri Selçukluları yıpratmış, 1300 yılında Selçuklu Devleti parçalanmış ve bölge Karamanoğulları tarafından beşbin altın karşılığında Memlük Sultanına satılmış daha sonra 1471 yılında Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı Devleti sınırları içerisine alınmıştır.
Alanya, Tarsus ile birlikte 1571 yılında Kıbrıs eyaletine bağlanmış,1864 yılında ise,Konya vilayetinin sancağı olmuştur. 1868 yılında Antalya’ya bağlanmış, 1871 yılında bu ilin ilçesi olmuştur.
16 Temmuz 2010 Cuma
Alanya, Kalesi, Yolu ve Manzaraları...
Alanya, Kalesi, Yolu ve Manzaraları...
Alanya
Alanya Kuzeyinde Toros Dağları Güneyinde Akdeniz’in bulunduğu küçük bir yarımada üzerinde kurulmuştur. Antik çağda Pamfilya ve Klikya arasındaki çizgide yer aldığı için bazen Pamfilya bazen de Klikya olarak anılmıştır.
Alanya'nın ilk iskanı ile ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Prof Dr Kılınç KÖKTEN ‘in 1957 yılında Kent merkezine 12 Km uzaklıkta yer alan Kadıini Mağarasında yaptığı araştırmalar, bölge tarihinin Üst Paleolitik (M.Ö.20,000,-17,000,) dönemine kadar uzandığını göstermektedir.
Alanya’nın ilk kez ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu henüz bilinmemektedir. Kentin bilinen en eski adı Korakesium dur. Bizans döneminde ise Kalanoros ismi verilmiştir. 13, YY da Anadolu Selçuklu Hükümdarlarından 1, Allaaddin Keykubat’ın (1200-1237) kaleyi alması ile şehrin ismini Alaiye olarak değiştirmiştir. 1935 yılında Kenti ziyaret eden Atatürk ise Alanya adını vermiştir. (Korekesium’dan İlk kez bahseden M.Ö.4, Yüzyıl antik coğrafyacılarından Scylax’dır Bu dönemde bölge Anadolu’nun önemli bir bölümünü istila eden Perslerin egemenliği altındadır. Daha sonra ünlü antik çağ yazarı Strabon, Piri Reis, Seyyep, İbn-i Batuta ve Evliya çelebi bölgeyi gezen seyyahlar olup eserlerinde kentten bahsetmektedirler.
Bölgenin ilk çağları ve Bizans dönemi hakkında fazla bilgimiz yoktur.M.S.7.yüzyılda arap akınları sırasında kent savunması daha da önem kazanmış,akınlara karşı korunmak amacıyla kale yapımlarına öncelik verilmiştir.Bu nedenle Alanya ve çevresindeki pek çok kale ve kilise M.S.6 ve 7.yüzyıla tarihlenmektedir.
Anadolu Selçuklu hükümdarlarından 1. Alaaddin Keykubad, Alanya kalesinde hüküm süren ve hristiyan sülalelerinden olan Kyr Vart’ ı 1221 yılında yenilgiye uğratarak Kaleyi ele geçirmiştir. Hükümdar kendi adına burada bir saray yaptırmıştır.Selçuklu’lar başkent Konya’nın yanısıra Alanya’yı ikinci bir başkent ve kışlık merkez olarak kullanarak imar faaliyetlerinde bulunmuşlardır.
1243’deki Moğol saldırıları 1277’de Mısır Memlüklerinin Anadolu’ya girmeleri Selçukluları yıpratmış, 1300 yılında Selçuklu Devleti parçalanmış ve bölge Karamanoğulları tarafından beşbin altın karşılığında Memlük Sultanına satılmış daha sonra 1471 yılında Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı Devleti sınırları içerisine alınmıştır.
Alanya, Tarsus ile birlikte 1571 yılında Kıbrıs eyaletine bağlanmış,1864 yılında ise,Konya vilayetinin sancağı olmuştur. 1868 yılında Antalya’ya bağlanmış, 1871 yılında bu ilin ilçesi olmuştur.
Alanya
Alanya Kuzeyinde Toros Dağları Güneyinde Akdeniz’in bulunduğu küçük bir yarımada üzerinde kurulmuştur. Antik çağda Pamfilya ve Klikya arasındaki çizgide yer aldığı için bazen Pamfilya bazen de Klikya olarak anılmıştır.
Alanya'nın ilk iskanı ile ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Prof Dr Kılınç KÖKTEN ‘in 1957 yılında Kent merkezine 12 Km uzaklıkta yer alan Kadıini Mağarasında yaptığı araştırmalar, bölge tarihinin Üst Paleolitik (M.Ö.20,000,-17,000,) dönemine kadar uzandığını göstermektedir.
Alanya’nın ilk kez ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu henüz bilinmemektedir. Kentin bilinen en eski adı Korakesium dur. Bizans döneminde ise Kalanoros ismi verilmiştir. 13, YY da Anadolu Selçuklu Hükümdarlarından 1, Allaaddin Keykubat’ın (1200-1237) kaleyi alması ile şehrin ismini Alaiye olarak değiştirmiştir. 1935 yılında Kenti ziyaret eden Atatürk ise Alanya adını vermiştir. (Korekesium’dan İlk kez bahseden M.Ö.4, Yüzyıl antik coğrafyacılarından Scylax’dır Bu dönemde bölge Anadolu’nun önemli bir bölümünü istila eden Perslerin egemenliği altındadır. Daha sonra ünlü antik çağ yazarı Strabon, Piri Reis, Seyyep, İbn-i Batuta ve Evliya çelebi bölgeyi gezen seyyahlar olup eserlerinde kentten bahsetmektedirler.
Bölgenin ilk çağları ve Bizans dönemi hakkında fazla bilgimiz yoktur.M.S.7.yüzyılda arap akınları sırasında kent savunması daha da önem kazanmış,akınlara karşı korunmak amacıyla kale yapımlarına öncelik verilmiştir.Bu nedenle Alanya ve çevresindeki pek çok kale ve kilise M.S.6 ve 7.yüzyıla tarihlenmektedir.
Anadolu Selçuklu hükümdarlarından 1. Alaaddin Keykubad, Alanya kalesinde hüküm süren ve hristiyan sülalelerinden olan Kyr Vart’ ı 1221 yılında yenilgiye uğratarak Kaleyi ele geçirmiştir. Hükümdar kendi adına burada bir saray yaptırmıştır.Selçuklu’lar başkent Konya’nın yanısıra Alanya’yı ikinci bir başkent ve kışlık merkez olarak kullanarak imar faaliyetlerinde bulunmuşlardır.
1243’deki Moğol saldırıları 1277’de Mısır Memlüklerinin Anadolu’ya girmeleri Selçukluları yıpratmış, 1300 yılında Selçuklu Devleti parçalanmış ve bölge Karamanoğulları tarafından beşbin altın karşılığında Memlük Sultanına satılmış daha sonra 1471 yılında Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı Devleti sınırları içerisine alınmıştır.
Alanya, Tarsus ile birlikte 1571 yılında Kıbrıs eyaletine bağlanmış,1864 yılında ise,Konya vilayetinin sancağı olmuştur. 1868 yılında Antalya’ya bağlanmış, 1871 yılında bu ilin ilçesi olmuştur.
14 Temmuz 2010 Çarşamba
Alanya Kalesi ve Ehmedek
Alanya Kalesi ve Ehmedek
Alanya Kalesi, Antalya'nın ilçesi Alanya'nın simgelerinden biri olan kale. Denizden 250 metreye kadar yükselen yarımada üzerinde bulunur. Surlarının uzunluğu 6.5 kilometreyi bulur.
Kandeleri adıyla da bilinen Alanya yarımadasındaki yerleşim, Helenistik döneme kadar inmekle birlikte günümüze kalan tarihi dokusu 13. yüzyıl Selçuklu eseridir. Kale, 1221 yılında kenti alıp yeniden inşa ettiren Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad tarafından yaptırılmıştır. Kalenin 83 kulesi ve 140 burcu vardır. Ortaçağda surların içine yerleşmiş kentin su gereksinimi sağlamak üzere 400'e yakın sarnıç yapılmıştır. Sarnıçların bir kısmı günümüzde de kullanılmaktadır. Surlar, planlı bir şekilde Ehmedek, İçkale, Adam Atacağı, Cilvarda burnu üstü, Arap Evliyası Burcu ve Esat Burcu'nu inerek Tophane ve Tersane'yi geçip Kızılkule'de son bulacak şekilde inşa edilmiştir.
Aya Yorgi Kilisesi, Kanuni Sultan Süleyman Camii, Akşabe Sultan Türbesi, Selçuklu Hamamı, Arasta, Bedesten, Sitti Zeynep Türbesi, Sultan Alaaddin Sarayı, irili ufaklı sarnıçlar, deniz feneri ve zindandan oluşan kale, bir tarih hazinesidir.
Yarımadanın zirvesinde açık alan müzesi olarak değerlendirilen İçkale bulunmaktadır. Sultan Alaeddin Keykubad sarayını burada yaptırmıştır. Kalede yerleşim günümüzde de sürmektedir. Taşıt trafiğine açıktır. Yürüyerek ise yaklaşık 1 saatte çıkılabilir.
Alanya Kalesi 'nin bölümlerinden birinde, tutuklu olan tutsakların ve askerlerin kaderleri ile karşılaştıkları zindan ve hapisaneler mevcuttur. Efsaneye göre bu hapisaneler dolup taştığı zaman hapisanede en çok kalan mahkumlar kalenin yukarı köşesine getirilip bırakılırlardı. Buraya bırakılan mahkumlar birbirlerini kalenin yüksek uçurumlarından aşağıa atmaya başlarlardı. Geriye kalan son mahkuma üç taş verilip aşaıya atması istenirdi. Verilen bu üç taştan birini suya yetiştiremeyen son mahkumda askerler tarafından ölümün kesin olduğu uçurumdan aşağıya atılırdı.
****
Ehmedek
Ehmedek, Alanya Kalesi'nin kuzey yamacında Bizans döneminden kalan küçük kalenin yerine Selçuklu döneminde "orta kale" olarak yeniden inşa edilmiştir. Giriş kapısındaki kitabeden 1227 yılında yapıldığı anlaşılmaktadır. Adını, Selçuklu döneminin inşaat ustası Ehmedek'ten aldığı sanılmaktadır.
Üçer kuleli iki bölümünden oluşan orta kale, kara saldırılarına karşı stratejik bir yerde ve aynı zamanda sultanın sarayının bulunduğu iç kaleyi de koruyacak konumdadır. Kulelerin günümüze kadar gelen duvarları Bizans döneminde kayalardan yontularak yapılmıştır. Orta kalenin içindeki üç sarnıç günümüzde de kullanılmaktadır. Kale duvarlarında Selçuklu döneminden kalma gemi resimleri vardır.
Alanya Kalesi, Antalya'nın ilçesi Alanya'nın simgelerinden biri olan kale. Denizden 250 metreye kadar yükselen yarımada üzerinde bulunur. Surlarının uzunluğu 6.5 kilometreyi bulur.
Kandeleri adıyla da bilinen Alanya yarımadasındaki yerleşim, Helenistik döneme kadar inmekle birlikte günümüze kalan tarihi dokusu 13. yüzyıl Selçuklu eseridir. Kale, 1221 yılında kenti alıp yeniden inşa ettiren Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad tarafından yaptırılmıştır. Kalenin 83 kulesi ve 140 burcu vardır. Ortaçağda surların içine yerleşmiş kentin su gereksinimi sağlamak üzere 400'e yakın sarnıç yapılmıştır. Sarnıçların bir kısmı günümüzde de kullanılmaktadır. Surlar, planlı bir şekilde Ehmedek, İçkale, Adam Atacağı, Cilvarda burnu üstü, Arap Evliyası Burcu ve Esat Burcu'nu inerek Tophane ve Tersane'yi geçip Kızılkule'de son bulacak şekilde inşa edilmiştir.
Aya Yorgi Kilisesi, Kanuni Sultan Süleyman Camii, Akşabe Sultan Türbesi, Selçuklu Hamamı, Arasta, Bedesten, Sitti Zeynep Türbesi, Sultan Alaaddin Sarayı, irili ufaklı sarnıçlar, deniz feneri ve zindandan oluşan kale, bir tarih hazinesidir.
Yarımadanın zirvesinde açık alan müzesi olarak değerlendirilen İçkale bulunmaktadır. Sultan Alaeddin Keykubad sarayını burada yaptırmıştır. Kalede yerleşim günümüzde de sürmektedir. Taşıt trafiğine açıktır. Yürüyerek ise yaklaşık 1 saatte çıkılabilir.
Alanya Kalesi 'nin bölümlerinden birinde, tutuklu olan tutsakların ve askerlerin kaderleri ile karşılaştıkları zindan ve hapisaneler mevcuttur. Efsaneye göre bu hapisaneler dolup taştığı zaman hapisanede en çok kalan mahkumlar kalenin yukarı köşesine getirilip bırakılırlardı. Buraya bırakılan mahkumlar birbirlerini kalenin yüksek uçurumlarından aşağıa atmaya başlarlardı. Geriye kalan son mahkuma üç taş verilip aşaıya atması istenirdi. Verilen bu üç taştan birini suya yetiştiremeyen son mahkumda askerler tarafından ölümün kesin olduğu uçurumdan aşağıya atılırdı.
****
Ehmedek
Ehmedek, Alanya Kalesi'nin kuzey yamacında Bizans döneminden kalan küçük kalenin yerine Selçuklu döneminde "orta kale" olarak yeniden inşa edilmiştir. Giriş kapısındaki kitabeden 1227 yılında yapıldığı anlaşılmaktadır. Adını, Selçuklu döneminin inşaat ustası Ehmedek'ten aldığı sanılmaktadır.
Üçer kuleli iki bölümünden oluşan orta kale, kara saldırılarına karşı stratejik bir yerde ve aynı zamanda sultanın sarayının bulunduğu iç kaleyi de koruyacak konumdadır. Kulelerin günümüze kadar gelen duvarları Bizans döneminde kayalardan yontularak yapılmıştır. Orta kalenin içindeki üç sarnıç günümüzde de kullanılmaktadır. Kale duvarlarında Selçuklu döneminden kalma gemi resimleri vardır.
12 Temmuz 2010 Pazartesi
Antalya Düden köprüsü – Çırnık Kemeri -
Antalya Düden köprüsü – Çırnık Kemeri -
Antalya çıkışında hemen yolu sağ tarafında gördüğümüz bir köprüyü resimlemek için durduk.
Yaklaşık 275 metre uzunluğunda, 4,20 – 5,20 metre genişliğinde toplamda 8 gözlü taş kemerli olup, Düden çayı üzerinde kurulmuş bir köprüymüş.
Çırnık Kemeri olarak biliniyormuş. Yazılı levhaya göre 1993 -1996 yılları arasında karayolları tarafından restorasyonu yapılmış.
Antalya çıkışında hemen yolu sağ tarafında gördüğümüz bir köprüyü resimlemek için durduk.
Yaklaşık 275 metre uzunluğunda, 4,20 – 5,20 metre genişliğinde toplamda 8 gözlü taş kemerli olup, Düden çayı üzerinde kurulmuş bir köprüymüş.
Çırnık Kemeri olarak biliniyormuş. Yazılı levhaya göre 1993 -1996 yılları arasında karayolları tarafından restorasyonu yapılmış.
10 Temmuz 2010 Cumartesi
Kesme boğazı ve köprüsü
Kesme boğazı ve köprüsü
Finike’den çıkınca gittiğimiz yönün eski yol olduğunu daha önce yazmıştım. Gerçi çok yorucu oldu fakat doğal görünüm ve manzara bu yorgunluğu nispeten aldı.
İşte bu yolun son kısımlarına doğru dere üzerinde konuşlanmış bir lokanta gördük. Aynı zamanda antik yol yönlerinin ve tarihi bir köprünün hemen yanında olması, dere üzerinde katlı yapılanması, yabancı ve yerli turistlerin epeyi tercih ettiği bir yer olmuş.
**
Burasını bir de Vedat Milor’un kaleminden okuyun;
Antalya-Kemer’i geçtikten sonra Olimpos’a doğru giderken Ulupınar mevkinde karşınıza peri masallarını andırır bir konumda kurulmuş olan bir lokanta çıkıyor. Adı da bulunduğu konuma uygun: Şelale.
Bu kadar nefes kesici bir mekanda kurulu lokanta sadece bizde değil herhalde dünyada sınırlı sayıdadır.
Arabanızı park edip lokantaya adım atar atmaz mis gibi bir kuzu kokusu yayılıyor. Kuzu çevirme.
Lokanta kat kat platformlar üstüne kurulu. Bu tip bir mekanı son derece iyi kullanmışlar. Rustik mobilyalar ile döşeli bir yemek salonları var ama değişik platformlara dörtlü, altılı, sekizli ve bazılarında sedir üstüne oturup bağdaş kurarak yemek yiyeceğiniz masalar oturtmuşlar.
Sanırım özellikle turistler açısından cazip bir durum.
Lokantanın bir diğer özelliği de burada çeşitli alabalık havuzları olması ve arzu ederseniz kendi balığınızı yakalayabilmeniz. Siz yakalayın lokanta pişirsin!
Finike’den çıkınca gittiğimiz yönün eski yol olduğunu daha önce yazmıştım. Gerçi çok yorucu oldu fakat doğal görünüm ve manzara bu yorgunluğu nispeten aldı.
İşte bu yolun son kısımlarına doğru dere üzerinde konuşlanmış bir lokanta gördük. Aynı zamanda antik yol yönlerinin ve tarihi bir köprünün hemen yanında olması, dere üzerinde katlı yapılanması, yabancı ve yerli turistlerin epeyi tercih ettiği bir yer olmuş.
**
Burasını bir de Vedat Milor’un kaleminden okuyun;
Antalya-Kemer’i geçtikten sonra Olimpos’a doğru giderken Ulupınar mevkinde karşınıza peri masallarını andırır bir konumda kurulmuş olan bir lokanta çıkıyor. Adı da bulunduğu konuma uygun: Şelale.
Bu kadar nefes kesici bir mekanda kurulu lokanta sadece bizde değil herhalde dünyada sınırlı sayıdadır.
Arabanızı park edip lokantaya adım atar atmaz mis gibi bir kuzu kokusu yayılıyor. Kuzu çevirme.
Lokanta kat kat platformlar üstüne kurulu. Bu tip bir mekanı son derece iyi kullanmışlar. Rustik mobilyalar ile döşeli bir yemek salonları var ama değişik platformlara dörtlü, altılı, sekizli ve bazılarında sedir üstüne oturup bağdaş kurarak yemek yiyeceğiniz masalar oturtmuşlar.
Sanırım özellikle turistler açısından cazip bir durum.
Lokantanın bir diğer özelliği de burada çeşitli alabalık havuzları olması ve arzu ederseniz kendi balığınızı yakalayabilmeniz. Siz yakalayın lokanta pişirsin!
8 Temmuz 2010 Perşembe
Finike - Antalya yolu
Finike - Antalya yolu
Finike’de kaldığımız otelden ayrılıp Antalya tarafına doğru yola çıktık. Meğerse burada da yeni bir yol yapışmış ve bu yolla Antalya’ya çok daha rahat, kolay ve çabuk varılıyormuş. Ama bilmediğimizden eski yoldan 3,5 saat süren bir yolculuk yaptık. Dağların tepesine çıktık, vadileri ve vadiler boyunca dereleri takip ettik. Safariye çıkan turist turlarına eşlik ettik. Yol üstü çeşmelerden sular içip çeşme başında yeni kişilerle tanışıp sohbetler ettik.
Bir daha aynı yoldan gider miyim? Hayır… :-(
Bir defa gitmiş olmak sanırım yeterli..
Finike’de kaldığımız otelden ayrılıp Antalya tarafına doğru yola çıktık. Meğerse burada da yeni bir yol yapışmış ve bu yolla Antalya’ya çok daha rahat, kolay ve çabuk varılıyormuş. Ama bilmediğimizden eski yoldan 3,5 saat süren bir yolculuk yaptık. Dağların tepesine çıktık, vadileri ve vadiler boyunca dereleri takip ettik. Safariye çıkan turist turlarına eşlik ettik. Yol üstü çeşmelerden sular içip çeşme başında yeni kişilerle tanışıp sohbetler ettik.
Bir daha aynı yoldan gider miyim? Hayır… :-(
Bir defa gitmiş olmak sanırım yeterli..
6 Temmuz 2010 Salı
Andriake antik kent ve Üçağız ile Beymelek Lagünü
Andriake antik kent ve Üçağız ile Beymelek Lagünü
Andriake (Çayağzı), Demre kent merkezinden nehir boyunca uzanan asfalt yol 5 km. sonra deniz kenarındaki Çayağzı mevkiine ulaşır. Lykia'nın en önemli limanlarından biri olan Andriake, büyük ölçüde limanın güneyindeki tepenin eteğine yayılmıştır. Şehrin bir kısım kalıntıları ile nekropolü liman ağzının kuzeyinde bugünkü Demre'ye çok yakın bir kesimde bulunmaktadır.
Andriake şehrinin kalıntıları arasında su kemerleri, Nymphaion (Anıtsal Çeşme), agora sarnıç bulunmaktadır. Agoranın batısında ünlü Norrea veya Granarium (silo, hububat deposu) yer alır. Yapı yedi odadan oluşmaktadır. Cephede granariumun yapılış zamanını kesin olarak saptamamıza yarayacak bir yazıt bulunmakta olup, tam ortasında da Hadrian ve karısı Sabine'nin portreleri görülmektedir.
**
Beymelek Lagünü
Akdeniz Su Ürünleri Enstitüsü Beymelek Araştırma Merkezi tarafından Akdeniz'de balık neslinin sürdürülmesi amacıyla başlattıkları çalışma çerçevesinde, merkezin üretim alanı olan dalyan ağzında kuzuluklara giren balıkların anaç hale geldikten sonra tamamının denize tekrar salındığını bildirdi.
Beymelek Dalyanı'ndaki balık varlığının her geçen yıl artıyormuş. 'Beymelek Dalyanı, Türkiye'de ayakta kalan ve kendi kendine yeten sayılı sulak alanlardan biri. 5 bin dekarlık dalyanda çupra, levrek, mırmır, sargoz, beş tür kefal olmak 25 tür balık yaşıyormuş. Beymelek Dalyanı, yavru olarak gelen balıkların beslenme, barınma ve büyük balıklardan korunma alanı. Balıkların beslenmesi için zengin olanaklara sahip'' bir sulak alanmış.
''Yapılan araştırmalarda 5 yıl önce dalyanda 2 ton olan çupra varlığı bu yıl 20 tona çıkmış. Her balığa en az bir kez üreme şansı verilerek, sonra salınıp her salınan balığın yavruları da beslenmek ve büyümek için dalyana geri gelmesi ile balık varlığı da her yıl katlanarak artıyormuş.
Beymelek Dalyanı, ekonomik türü olan bazı balıklar için kuluçkahane görevi görmekteymiş. Beslenmek ve barınmak için gelen yavru balıklar anaç konumuna geldikten sonra yeniden denize salınıyormuş.
Andriake (Çayağzı), Demre kent merkezinden nehir boyunca uzanan asfalt yol 5 km. sonra deniz kenarındaki Çayağzı mevkiine ulaşır. Lykia'nın en önemli limanlarından biri olan Andriake, büyük ölçüde limanın güneyindeki tepenin eteğine yayılmıştır. Şehrin bir kısım kalıntıları ile nekropolü liman ağzının kuzeyinde bugünkü Demre'ye çok yakın bir kesimde bulunmaktadır.
Andriake şehrinin kalıntıları arasında su kemerleri, Nymphaion (Anıtsal Çeşme), agora sarnıç bulunmaktadır. Agoranın batısında ünlü Norrea veya Granarium (silo, hububat deposu) yer alır. Yapı yedi odadan oluşmaktadır. Cephede granariumun yapılış zamanını kesin olarak saptamamıza yarayacak bir yazıt bulunmakta olup, tam ortasında da Hadrian ve karısı Sabine'nin portreleri görülmektedir.
**
Beymelek Lagünü
Akdeniz Su Ürünleri Enstitüsü Beymelek Araştırma Merkezi tarafından Akdeniz'de balık neslinin sürdürülmesi amacıyla başlattıkları çalışma çerçevesinde, merkezin üretim alanı olan dalyan ağzında kuzuluklara giren balıkların anaç hale geldikten sonra tamamının denize tekrar salındığını bildirdi.
Beymelek Dalyanı'ndaki balık varlığının her geçen yıl artıyormuş. 'Beymelek Dalyanı, Türkiye'de ayakta kalan ve kendi kendine yeten sayılı sulak alanlardan biri. 5 bin dekarlık dalyanda çupra, levrek, mırmır, sargoz, beş tür kefal olmak 25 tür balık yaşıyormuş. Beymelek Dalyanı, yavru olarak gelen balıkların beslenme, barınma ve büyük balıklardan korunma alanı. Balıkların beslenmesi için zengin olanaklara sahip'' bir sulak alanmış.
''Yapılan araştırmalarda 5 yıl önce dalyanda 2 ton olan çupra varlığı bu yıl 20 tona çıkmış. Her balığa en az bir kez üreme şansı verilerek, sonra salınıp her salınan balığın yavruları da beslenmek ve büyümek için dalyana geri gelmesi ile balık varlığı da her yıl katlanarak artıyormuş.
Beymelek Dalyanı, ekonomik türü olan bazı balıklar için kuluçkahane görevi görmekteymiş. Beslenmek ve barınmak için gelen yavru balıklar anaç konumuna geldikten sonra yeniden denize salınıyormuş.
4 Temmuz 2010 Pazar
Finike Burguç Şifalı su
Finike Burguç Şifalı su
Finike ve çevresinde kaplıca niteliğinde sıcak su kaynakları yoktur fakat Finike ve Kumluca İlçeleri sınırları içindeki sular içme suyu olarak kaliteli sulardır. Diğer komşu ilçe olan Demre ilçesi ise içme suyu bakımından talihsizdir. Demre ovasından çıkan kaynak suları ve yeraltı suları kükürtlü ve tuzludur. Ancak bu kaynaklardan bazıları bazı hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır.
Demre ilçe sınırları içinde Çayağzı mevkiinde bulunan vadinin her iki yamacında birer kaynak bulunur. Doğudaki yamaçtaki kaynak Burguç suyu olarak, batıdaki yamaçtaki ise Soğuksu olarak bilinir. Analizler sonucunda birbirinin aynı olan ve kalevi toprak kalevili, tuzlu, hafif kükürtlü bir maden suyu olarak tesbit edilen iki kaynak halk tarafından farklı amaçlar kullanılmaktadır. Burguç suyu mide ve bağırsak hastalıkları, soğuksu ise cilt hastalıkları tedavisinde amacıyla kullanılmaktadır. Aslında her iki kaynak da yukarıda da belirtildiği gibi birbirinin aynıdır ve az miktarda alındığında bütün mide rahatsızlıklarına iyi gelir.
Finike ve çevresinde kaplıca niteliğinde sıcak su kaynakları yoktur fakat Finike ve Kumluca İlçeleri sınırları içindeki sular içme suyu olarak kaliteli sulardır. Diğer komşu ilçe olan Demre ilçesi ise içme suyu bakımından talihsizdir. Demre ovasından çıkan kaynak suları ve yeraltı suları kükürtlü ve tuzludur. Ancak bu kaynaklardan bazıları bazı hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır.
Demre ilçe sınırları içinde Çayağzı mevkiinde bulunan vadinin her iki yamacında birer kaynak bulunur. Doğudaki yamaçtaki kaynak Burguç suyu olarak, batıdaki yamaçtaki ise Soğuksu olarak bilinir. Analizler sonucunda birbirinin aynı olan ve kalevi toprak kalevili, tuzlu, hafif kükürtlü bir maden suyu olarak tesbit edilen iki kaynak halk tarafından farklı amaçlar kullanılmaktadır. Burguç suyu mide ve bağırsak hastalıkları, soğuksu ise cilt hastalıkları tedavisinde amacıyla kullanılmaktadır. Aslında her iki kaynak da yukarıda da belirtildiği gibi birbirinin aynıdır ve az miktarda alındığında bütün mide rahatsızlıklarına iyi gelir.
2 Temmuz 2010 Cuma
Tekne turundan görüntüler
Tekne turundan görüntüler
Yalnızca gezi teknesi ve deniz kanosuyla yapabileceğiniz bu keyifte, Kekova Adası'nın büyülü dünyasını, su seviyesinin hemen altında başlayan kalıntılarını, kayaya oyulmuş gizemli odacıkları, merdivenleri ve duvarlarıyla keşfedersiniz. Kekova, açık denizi karadan ayıran ince uzun adanın adıdır. Büklerden ve dar koylardan oluşan bu mini coğrafya gezilmeyle bitecek ve doyacak gibi değil.
Bizler Finike'den Kaş yolu üzerindeki eski Sura harabeleri yakınındaki ayrımdan (7 kilometre) sonra Kapaklı köyü güzergâhından Üçağız köyüne ulaştık.
Köyün ismi, eskiden Tristomo olan ve aynen `üç ağız' anlamına gelen Yunanca sözcüğün Türkçe karşılığı. Bir kanal, körfezin Üçağız'daki iç kısmından daha geniş olan ve `Ölüdeniz' diye bilinen dış kısmına doğru uzanır ve neredeyse bütün körfez dar ve uzun Kekova Adası ile kapanır. Bu kanal ile adanın doğu ve batısındaki iki geçit, üç ağzı oluşturur. Adanın kendisi, neredeyse bütünüyle kalıntılarla kaplıdır. Doğu geçidine bakan kıyıda daha önce Kekova olarak bilinen Kale köyü, Simena antik kenti ve Üçağız'da Teimioussa'nın kalıntıları yer alır.
Yalnızca gezi teknesi ve deniz kanosuyla yapabileceğiniz bu keyifte, Kekova Adası'nın büyülü dünyasını, su seviyesinin hemen altında başlayan kalıntılarını, kayaya oyulmuş gizemli odacıkları, merdivenleri ve duvarlarıyla keşfedersiniz. Kekova, açık denizi karadan ayıran ince uzun adanın adıdır. Büklerden ve dar koylardan oluşan bu mini coğrafya gezilmeyle bitecek ve doyacak gibi değil.
Bizler Finike'den Kaş yolu üzerindeki eski Sura harabeleri yakınındaki ayrımdan (7 kilometre) sonra Kapaklı köyü güzergâhından Üçağız köyüne ulaştık.
Köyün ismi, eskiden Tristomo olan ve aynen `üç ağız' anlamına gelen Yunanca sözcüğün Türkçe karşılığı. Bir kanal, körfezin Üçağız'daki iç kısmından daha geniş olan ve `Ölüdeniz' diye bilinen dış kısmına doğru uzanır ve neredeyse bütün körfez dar ve uzun Kekova Adası ile kapanır. Bu kanal ile adanın doğu ve batısındaki iki geçit, üç ağzı oluşturur. Adanın kendisi, neredeyse bütünüyle kalıntılarla kaplıdır. Doğu geçidine bakan kıyıda daha önce Kekova olarak bilinen Kale köyü, Simena antik kenti ve Üçağız'da Teimioussa'nın kalıntıları yer alır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)