♥♥♥♥ TÜM GÖNÜL DOSTLARIMIZIN, BLOG SAYFALARINDAN YEMEK VE GEZİ PAYLAŞIMININ VEFALI ARKADAŞLARIMIZIN, MÜBAREK RAMAZAN BAYRAMINI KUTLUYOR, SAĞLIK SIHHAT BİRLİK DİRLİK ESENLİK İÇİNDE DAHA NİCELERİNE SEVENLERİ VE SEVDİKLERİ İLE ULAŞMALARINI DİLİYORUZ... ♥♥♥♥

SEYYAH & SOFRAM...

31 Ocak 2008 Perşembe

Ayder Yaylası

Ayder Yaylası


Ayder Yaylası'na ulaşmak için Of ta kaldığımız çay bahçesindeki yayla evinden arabamıza binip Rize'den geçip Artvin istikametine doğru devam ediyoruz, Çayeli'ni ve Pazar ilçelerini 8 km. geçtikten sonra Ardeşen ilçesindeki Çamlıhemşin'e yol ayrımından girilerek 22 km. Çamlıhemşin'e ulaştık. Çamlıhemşin' den sonra 19 km. gidilerek Ayder Yaylasına ulaşabilirsiniz.





Ardeşen'e ulaşmadan Fırtına Vadisi boyunca güneye doğru yönelip tırmanmaya başlıyoruz. Milli park statüsündeki Fırtına Vadisi Dünya'nın öncelikli korunması gereken 200 ekolojik bölgesinden birisi olduğunu da bu arada öğrenmiş olduk. Fırtına deresi bir zamanlar baraj yapımı ile gündeme gelmişti. Fakat doğal yapının bozulmasına neden olacağı için uzun bir yargı sürecinden sonra proje iptal edildi. Bu dere boyunca ilerlerken yol boyunca rafting ve gezi-tur şirketlerinin tabelalarını da gördük. Dereyi solumuza alıp ağır ağır yolda ilerlerken, yeşilin bin bir tonunu görünce bunun nedenini anlamakta zorlanmıyoruz.

Fırtına Vadisinin gerçekten muhteşem bir doğası var. İnsanı kendinden geçirecek bir güzelliğe sahip. Dar ve derin bir vadi içinde akan bir dere, her yandan ona ulaşan küçük su kaynakları, bin bir çeşit ağaç ve rengârenk çiçeklerden oluşan manzara.

Zaman zaman bu dere üzerine kurulmuş kemer köprülere ve yamaçlardan dökülen küçük şelalelere rastlanıyor. Tepelerin yamaçlarında Karadeniz'e özgü değişik mimari tarzda evleri ve ilkel görünümlü teleferikleri unutmamak lazım.

Karadeniz kıyısıyla Ayder arasındaki tek yerleşim yeri Çamlıhemşin. Çamlıhemşin yolu gayet bakımlı. İlçe ortasından akan derenin iki kenarındaki dik yamaçlara kurulmuş. Buralara bakınca başınızın dönmemesi zor. Ahşap ve eski evler ile kadınların yöresel kıyafetleri hemen dikkatimizi çekiyor. Çamlıhemşin Rize arası toplam 35 km iken ilçenin güney-doğusunda yer alan Ayder 19 km'dir.

Çamlıhemşin'i arkamıza alıp yola devam edince 20 dakika kadar sonra Ayder Yaylasına ulaştık. 1 358 m. yükseklikteki Ayder yaylası Karadeniz yaylalarının en meşhurlarından biridir. Bu yayla Milli Park Sahası içinde ve yeni gelişmekte olan bir yerleşim birimi. Bu yaylada yaklaşık küçük büyük birçok otel ve pansiyon bulunuyor. Bunların çoğunluğu aile işletmeciliği şeklinde çalışmakta olduğunu söylediler. Alt yapı hizmeti tamamlanmış olduğu belirtilen yayla daha çok bir kasabayı hatırlatmaktadır.
Ayder'in en bilinen ve en meşhur görüntüsü yamaçtaki çimenlikler arasında yer alan ahşap ve eski evler. Ayder'de bulunmak bile kendimizi iyi hissetmemizi sağladı.

Yaylanın her tarafından mutlaka bir pınar yada çeşmeye rastlamak mümkün. Galiba Türkiye'ye su zengini diyenler Ayder Yaylasını ziyaret etmişler. Doğayla bütünleşmiş yayla evlerine, oteller ve pansiyonlar eşlik ediyor. Bir de kamp yapmak için burada olanların çadırları ve karavanları. Ayder'de beton bina yapmak yasakmış, yapılacak binalar mutlaka ahşap olmalıymış. Yayla bölgenin diğer kesimlerine göre kalabalık. Ağırlıklı olarak turistler var, dünyanın her yerinden insana rastlayabiliyorsunuz.

Ayder'i şifa yaylası olarak tanımlanmasını sağlayan özellikleri;
Havası ve suyu
Kaplıcası
Balı'dır.
Ayder Yaylası'nın havasının astım hastalığına iyi geldiği söyleniyor.

AYDER KAPLICASI

260 metre derinlikten çıkan, 50 derecelik kaplıca sularının başta romatizma, kireçlenme olmak üzere pek çok hastalığa iyi geldiğini belirtiyor. Kaplıca sularından fayda görmek için havuza girmek, özel banyo almak ya da içmek mümkün. kaplıca sularının romatizmal eklem hastalıkları,sinir, sindirim, dolaşım sistemi hastalıklarıyla idrar yolları ve üreme organı hastalıklarına iyi geldiğini belirtiyor. Kaplıca suları ayrıca, egzama ve sedef, ergenlik sivilceleri gibi cilt hastalıklarının tedavisinde de kullanılıyor. Tabii ki, kaplıcaya girmeyi sakıncalı kılacak durumlar da var. Örneğin kanamalı rahatsızlıklar, yüksek tansiyon ve kalp rahatsızlıkları başta geliyor. Bu nedenle kaplıcaya girmeden önce mutlaka uzman bir doktora danışmak şart.

29 Ocak 2008 Salı

Of 1

Of 1







Sosyal yaşamın kendi içinde gene kendine has kuralları vardır. Ve gene bu toplum içi sosyal yaşamın kurallarından biri de bireysel ilişkilerde ortaya çıkar. Karşılıklılık çerçevesinde kişiler arası yakınlıklar samimiyeti ve devamında dostlukları ortaya çıkartır. Bu dostluklarda da bazen kan bağı birincil özellik olmaktan çıkar.

Bu ilişkilerin tanışım ile başlamasının sosyal ilişkiler çerçevesinde olduğunu da biliriz. Bunun da bir kısmı mesleki uygulamalar etrafında olur. Aslında insani yakınlıkların büyük çoğu bir tebessümle bir çift tatlı sözle başlıyor. Eğer karşınızdaki de bir ayna ise o da size benzer bir yansıma ile cevap verebilmekte…

Ben de mesleğim gereği hastane ortamında birçok kişi ile karşılaşmaktayım. Eğer karşılıklı ön fikir ve ön yargı ile başlamazsak güzel tanışlılar olmakta, hayat kavgasında kendince yaşamın bir yerinde olan kendi dünyasında güzellikleri yaşatmaya çalışan sosyal yaşamda insanlar’dan biri ama kendi dünyasında tek ve yalın olan o kadar çok insan var ki…

Hayat hepimize aynı şekilde karşılık vermemektedir… Yaşananların kendi çevremizde olanlarının dışındakiler hakkında duyduklarımızın dışında bildiklerimiz kısıtlı oluyor. Bu ve benzer yaşananların yaşayanların ağzından dinlemek başka…

İşte böyle ortamlardan birinde birisi (sevgili Sevilay Hanım) birkaç sene önce birkaç yakınının tedavisinde yaklaşımımdan memnun kaldıklarını bir yakını içinde yardımcı olmamı istedi. Süreç içinde amcası ve ailesi ile yakınlaşma ve sosyal bireysel konularda ortak konuşmalar ve paylaşımlar oldu.

Ve Terzioğlu ailesi, bizi ailecek kendi çay bahçelerine hafta sonu için davet ettiler. Bir hafta sonunda randevulaşıp yola koyulduk. Of ilçesini biraz geçip İyidere mevkiinde denizden rakım olarak biraz yukarıda ama bakınca sahilin ve Of ilçesinin de görülebildiği güzel, yeşil çay bahçeleri içinde, bir tarafta mandalina ağaçları diğer tarafta kiviler arasında, sakin ve sessiz bir ortamla karşılaştık.

Hatta kızlarımız bile çay toplamada yardımcı oldu ve de becerdiler de hani !... Az da olsa topladıklarından yani taze yeşil çaylardan evde de kurutup kullanmak için aldılar.

Buradan tüm aileye sevgi ve teşekkürlerimizi iletiyoruz.

Bu resimlerden seçtiklerimizi sizlerle paylaşalım…

28 Ocak 2008 Pazartesi

Doğu Karadeniz Gezisi

Doğu Karadeniz Gezisi



Bundan sonraki ekleyeceğimiz gezi yazılarımız, bu sene yaptığımız Karadeniz gezilerimizden bir bölümünü içerecek.



Özellikle yeni Karadeniz oto yolu yapılıp açıldıktan sonra bu taraflara doğru olan ulaşım, zaman kısalması ve yol kalitesi daha da rahatlayınca, tur ve gezileri arttırdı.



Bizde birkaç defa Karadeniz bölgesinin doğu taraflarına gittik. Onlardan seçtiğimiz resim ve anlar ile aklımızda kalanları sizlerle paylaşmaya başlayacağız.



Umarız beğenir ve sizlerde bir sonraki gezilerinizde planlarınız arasına bu güzel yöreleri eklersiniz.



26 Ocak 2008 Cumartesi

İstanbul turu

İstanbul turu


Geçtiğimiz Ramazan bayramında, bayramın hafta sonunu da içine alması ile fazladan bir gün olması nedeni ile fırsat bu fırsat deyip bir gezi planlarken İstanbul için yapılan bir kültür turu olduğunu duyduk. Hemen gidip şartları öğrendik uygun görünce kaydımızı yaptırıp sıraya girdik.


Arefe günü gecesi tura katılacak olanlarla birlikte otobüsümüze binip yola koyulduk. Tabi bu gibi turlara katılanlar bilecektir, tur hakkında bilgiler verilip dosyalar dağıtıldıktan sonra tanışma faslına girildi. Genel olarak ailelerin katıldığı, yaşça birbirine yakın kişiler ve gençlerden oluştuğumuzu gördük bu da ayrı bir memnuniyet oluşturdu.


Gecenin ve ramazanın yorgunluğu bir kısmımızı uyuturken yolculuk sabahına Kerpe’ye vardık. Sabah kahvaltılarımızı sahilde açık olan bir çay bahçesinde açık büfe olarak aldık. Bir aylık ramazan orucundan sonra ilk sabah kahvaltısında fazla bir şey yiyemedik ama bol bol demli çaylarımızı içtik.


Kahvaltı sonrası sahile paralel yoldan ilerleyerek çok güzel görünümü olan kayalıklara gidip resimledik.

Dönüşte otobüse binmeden ve bindikten sonra tura katılanlarla bayramlaştık birbirlerimize bayram şekerleri ikram ettik !...

J


Yola devam edip Kefren’e, oradan da Ağva’ya sonrada Şile’ye uğradık. Buralarda molalar verip dolaşıp, resimler çekip çaylarımızı içtikten sonra İstanbul’a otelimize ulaştık. Odalarımızı alıp dinlenip akşam yemeğinde buluştuk.


Gece hep beraber Taksim ve İstiklal caddesine dolaşmaya çıktık.


Ertesi gün Topkapı Sarayını, Çelik Gülersoy’un restoresinde büyük katkısı olduğu sokağı da ziyaret edip sonra da Ayasofyayı, Yerebatan Sarnıcını, Sultan Ahmet meydanını, Sultan Ahmet Camiini, Türk İslam Eserleri Müzesini dolaştık. Buradan da Dolmabahçe Sarayı’na gidip saray içi gezi turuna katıldıktan sonra Ortaköy’den boğaz turuna katıldık. Bu arada hava da kapanıp yağmurda başladığı için biraz ıslanarak gezdik !... J


O gece günün yorgunluğundan herkes odalarına çekildi. Ertesi gün sabah kahvaltılarımızı yapıp önce Eyüp Sultan Camii’ne gittik. Tabi bu arada yağmur da başladığından bir yandan ıslanmamak bir yandan da üşümemeye çalışarak gezimize devam etmeye çalıştık.



Buradan çıkıp önce Piyer Loti’ye çıktık. Haliç’i seyredip güzel resimler aldık. Oradan da Miniatürk’e gidip görmeyenlerin gezmesini beklerken bizlerde hediyelik bir şeyler aldık. Buradan çıkıp Rahmi M. Koç Müzesi’ni dolaştık. Gezimizi takiben Galata kulesine gidip tepesine çıkıp hem manzara seyredip hem de bol resimler çektik.



Aşağıda tekrar buluşup önce İstinye Park’a oradan da karşıya geçip İKEA, Media Mrkt ve Real in bulunduğu alışveriş merkezlerine gittik…



Akşam olduğunda nerdeyse hepimizin yorgunluğu ayaklarımızın artık gitmemeye başlamasında anlaşılır olmuştu.



VE her başlangıcın sonu geldiği gibi bu turumuzun da sonu yaklaştı. Otobüsümüze yerleşip Samsun’a yola koyulduk. Rahat bir yolculuk sonrası sabah 7 gibi sağ salim ulaştık.



Hemen bir duş alıp bir şeyler atıştırıp hastaneye işime yollandım.


Turumuzu düzenleyen Mustafa Bey ile sevgili eşine, tur şoförümüz Aykut Beye, katılımları ile geziyi zevklendiren katılımcı dostlara da buradan teşekkürler…



Buralarda çektiklerimizi ilerde paylaşmak, bir sonraki gezimizde buluşmak üzere şimdilik hoş çakalın …. J





24 Ocak 2008 Perşembe

Gerze’den

Gerze’den


Ayancık’tan çıkıp yaklaşık 55 km. sonra Sinop kavşağına gelip oradan da 35 km. lik mesafede bulunan Gerze ilçesine döndük. Tüm bu gezilerimizi hafta sonuna sığdırmaya çalıştığımız için Sinop’a uğramaya zamanımız kalmadığından bir başka geziye diyerek yolumuza devam ettik.

İlçede yıllardır camcılık yapan arkadaşımız bunu ilk yapanlardan… Her gelişimizde bir arkadaşımıza uğramaya çalıştığımızdan bu sefer de onların gönlünü alalım istedik. Süs balıklarına ve akvaryuma düşkünlüğünü bilirdik ama bu sefer dükkânı neredeyse tamamen bunlarla kaplamış, gittiğimizde bakımlarını yapıyordu. Meraklıları olabileceğini düşünerek resimlerini çektim ve sizlerle paylaşmak istedim.

Bir sonraki gezi tur notlarımızda buluşmak üzere, bize kucak açan, yol gösteren, yardımcı olmaya gayret eden, Kastamonu’da konaklama sorunumuza çözmede yardımcı olan Kazım Avcı beye, Arkeoloji müzesinde görevli beyefendiye, Etnografya müzesi yanında bulunan kültür kitapları satış görevlisi hanım efendiye, Kastamonu helvası hakkında bizleri bilgilendiren ve sayesinde Andıç pekmezi ile tanıştığımız beye, Deve hanında bize rehberlik yapıp bilgilendiren Özge hanım kızımıza, İsmail Bey konağında sıcak ilgi gösteren Abdülkadir Akın beye, yol üzerinde tanıştığımız ve bizlere yardımcı olmaya çalışan tüm kişilere önce teşekkürlerimizi sonra da selam ve sevgilerimizi yolluyoruz…



22 Ocak 2008 Salı

Ayancık

Ayancık


Helaldı’dan sonra yaklaşık 30 km. orman içinden hafif virajlı ama görsellik yönünden zengin bir yolu izleyerek Sinop iline bağlı Ayancık ilçesine vardık. İskelenin bulunduğu meydan yakınına arabamızı park ederek dolaşmaya başladık. Eski yapı evler belediye tarafından yenilenmiş görünüm olarak ilgi çekici hale getirilmiş. Meydan düzenlenmiş etrafında çay bahçeleri yerleştirilmiş. Bu bahçelerin önünde de yılların emeği ile büyümüş ıhlamur ağaçları ile bahar ağaçları vardı.

Ön kısımlarında bulunan çiçekliklerde ise bizim sabun çiçeği dediğimiz özellikle ısırgan otlarının yanında bolca yetişen bir çiçekte vardı. Elinize alıp avucunuzda ezip suyla yıkadığınızda sabunlamış gibi el köpürür aynı zamanda da ısırganın yaktığı yerlere sürdüğünüzde de acısını alırdı. Bunların yanında da taze adaçayları vardı ki kokusu çok güzeldi ama o civarda kime sorduysak ne yazık ki bunların adlarını bize söyleyebilen olmadı !...

Hem ilçedeki gezimizi hem de dinlenmemizi tamamlayarak Sinop üzerinden Gerze ilçesine doğru yola çıktık….


19 Ocak 2008 Cumartesi

Çatalzeytin ve Helaldı

Çatalzeytin ve Helaldı

İnebolu’dan sonra kıyıyı takip ederek sahil yolundan Abana’ya geldik. Yıllar önce yani yaklaşık 14 yıl kadar, ilk defa gelmiş ve sahilde belediyeye ait dinlenme tesisinde kalmıştık. O günden bu yana yeni binalar yapılması dışında pek değişiklik olmamış. Sırtını dik yamaçlara ve yemyeşil ormana dayamış olan ilçeden geçip Çatalzeytin’e yol aldık.

Sahilde gene yıllar yıllar önce 4 – 5 araba arkadaşlarla böyle bir sahil turu yaptığımızda duraklayıp sabah kahvaltısı yaptığımız çay bahçesini bulup sahibesi ile konuştuk. Kıyı tarafında bulunan demir profillerden yapılmış olan terasın zamanla ve dalgaların etkisi ile çürüyüp çöktüğünü öğrendik. Birer demli çayın yanında ailecek kaşarlı sıcak tostlarımızı yerken mis gibi deniz kokusunu içimize çekip dalgaların kıyıya vuran seslerini dinledik. Sahil tarafındaki bazı bahçelerde toplanan dutlardan da pekmez kaynatılıyordu. Aslında bu yörelerde yapılan dut, elma, erik gibi meyvelerin pekmezlerinin tadı ve kalitesi çok güzeldir.

Buradan yaklaşık 10 km. kadar sonra da Türkeli ilçesine geçip birazda orada dolaşıp hatıralarımı anıp yola devam ettik, 5 – 6 km. sonra küçük şirin bir sahile sahip Helaldı’ya ulaştık. Niyetimiz yol üzerinde yapılmış olan Şehitlik Anıtını ziyaret edip bir dua edip ruhlarını şad etmekti. Yol kenarındaki bu şehitlik diğerleri gibi sizlerinde ziyaretinizi beklemektedir.




17 Ocak 2008 Perşembe

İnebolu Şerife Bacı Anıtı

İnebolu Şerife Bacı Anıtı





Ana yoldan şehre girdiğimizde yolun sağ tarafında gördüğümüz küçük bir alan düzenlenerek Şerife Bacı anıtı yerleştirilerek düzenleme yapılmış.


O zamanki şartlarda herkes bu ülkenin kurtuluşu için ağır aksak ta olsa, sırtlarında da olsa mermi, cephane ve erzak taşıyarak elinden geleninde ötesinde çaba harcamış. Zaman geçtikçe günümüz şartlarında hayat meşgaleleri ve diğer toplumu oyalayacak konularla gündem sürekli meşgul edilerek geçmişe gereken önemi vermemeye başladık.


Ama geçmişi unutmak demek geleceği de kaybetmek demektir. Bu ve benzeri anıt yapılar hiç olmazsa görenlere geçerken hatırlatması açısında yararlı olmaktadır.


Bunları sadece anıt olarak düşünmemeli, geçmişten günümüze geçilen tarihi zamanı takdir etmeli, emeği geçenleri hayırla yad etmeli, Ata’mıza, silah arkadaşlarına ve isimsiz nice vatan evladına birer dua yollamayı unutmamalıyız.


15 Ocak 2008 Salı

İnebolu Türk Ocağı

İnebolu Türk Ocağı





Kastamonu’dan sabah erken çıkıp Kasaba köyünde Mahmutbey camiini de ziyaret ettikten sonra Küre üzerinden İnebolu’ya yollandık. Şerife Bacı anıtını ziyaret ettikten sonra sağa dönerek yola devam ederken, yol üzerinde Türk Ocağı binası ile önünde Atatürk anıt heykelini gördük. Taş yığma bina 3 katlı olarak yapılmış, Kastamonu ve İnebolu’da öğrenim gören gençlerin okul ve cep harçlıklarını kendi aralarında toplayarak yaptırdıkları tarihi bina uzun yıllar bölgedeki en önemli kültür merkezi olma özelliğini sürdürmüş, aynı zamanda Atatürk'ün İnebolu'da şapka devrimi konuşmasını yaptığı binadır. 2006 yılında restore edilmiş.

Önünden merdivenle yukarı doğru çıkıp alt katta ayaklarımıza galoşları giyip bir üst kata çıktık.

Bizleri karşılayan Sayın Nurhayat Ergün hanımefendi bizlere yakın ilgi gösterdi. Türk ocağının geçmişini ve bugüne nasıl gelebildiği hakkında kısa ama detaylı bir bilgi sunduktan sonra İnebolu hakkında Kurtuluş Savaşı’ndan bu güne geçen süresi ile ilgili bilgiler verdiler.

Bizler verdikleri bilgilerden daha da bilgilendik ve memnun olduk, kendisine buradan selam ve teşekkürlerimizi iletiyoruz.

Ve eğer gene yolunuz düşerse uğranılması gereken yerler arasına muhakkak ekleyin deriz.

11 Ocak 2008 Cuma

Vilayet önü ve Şerife Bacı Anıtı

Vilayet önü ve Şerife Bacı Anıtı





Şehri gezmemiz sırasında vilayet önünde park alanına arabamızı park ederek o civardaki anıtsal, tarihi ve kültürel yerleri dolaşmaya başladık. Zaten ilk göze çarpan vilayet binasının kendine has geçmişin çizgilerini günümüze taşıyan yapısı…
Çevresindeki 19. yüzyıl anıtsal kamu yapılarıyla birlikte, alt katında kent müzesi, sol tarafında askeri dinlenme binası, sağ tarafında aşağıya doğru yürünüldüğünde Kastamonu Üniversitesi tabelasını taşıyan bir bina ile geçmişe ait bir panorama oluşturan Hükümet Konağı 1902 yılında ulusal mimari akımının kurucusu Mimar Sayın Vedat Tek tarafından yapılmış.
Zemin üstüne iki kat olarak yapılan bina, stil açısından batı klasizmi ile dış duvar süslemeleri ve pencere şekillerindeki Osmanlı oryantalizminin bir birleşimini taşımaktadır.
Yapı 102 senedir hem işlevini değiştirmeden hem de ciddi bir anlamda bir yenileme geçirmeksizin günümüzde Kastamonu'nun yaşayan sembollerinden biri olarak varlığını sürdürmektedir.
Gene vilayet binasının ön kısmında ana yola kadar olan mesafede yeniden düzenleme yapılmış, burasına Şerife bacı anıtı ile çiçeklerle bezenmiş bir park anıt yapılmış.
Bu anıt park içinde Kastamonu şehitlerinin isimlerinin plaketlerinin yer aldığı ağaç figürü şeklinde bir de anı duvarı yapılmış. Burada da hem onların hem de bu ülkeyi bizlere emanet eden şehit ve gazilerimize birer dua ederek minnet, şükran ve hayırla andık...

8 Ocak 2008 Salı

Kastamonu Mahmut bey camii

Kastamonu Mahmut bey camii










İl Merkezine 18 km mesafedeki Daday yolu üzerinde Kasaba Köyünde bulunan 14. yüzyıldan kalma Mahmut Bey Camii ahşap işçiliğin en güzel örneklerinden biridir. Ana yoldan ayrılıp köy yoluna saptık bir iki kere yolu sorarak camiyi bulduk. Köy içinde yol toprak ama sert yapıda. Kitabesinde 1366 yılında Candaroğlu hükümdarı Emir Mahmut Bey tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır.


Giriş kapısının üstünde yer alan, küçük mermer üzerine oyulmuş Arapça kitabeden merhum Adil Bey oğlu büyük emir Mahmut Bey’in, hicri 768 (miladi 1366) senesi Ramazan ayında, caminin yapımını emrettiği öğrenilmektedir.


Moloz yığma taş duvarların çerçevelediği caminin ana girişinde bulunan ahşap oyma kapı ve işçiliği çok nadir bir örnek. Aslı etnoğrafya müzesinde bulunan bu kapı seyredilmeye doyulmuyor.


Kapının marangozluğunda kullanıla teknik, üzerindeki süslerde yer alan motifler ile girift yazılar, kapıyı inşa eden ustanın, Kastamonu şehrindeki İbn-i Neccar Camii kapısını inşa eden usta olduğu ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmeyen, ancak yaptığı işlerde yer alan tarihlerden, 1350-1367 yılları arasında yaşadığı kesin olarak belirlenen Nakkaş Mahmut oğlu Abdullah, İbn-i Neccar Camii kapısı ile Mahmut Bey Camii kapısını yaptığı tahmin edilen, XIV. Yüzyılda yaşamış, Ankara’lı büyük Ahşap ustalarından biridir. Üzerinde yazı bulunmayan ve pek az parçası kalmış olan minberin de aynı ustanın eseri olduğu tahmin edilebilir


Gerek ana kirişler ve de gerekse tali kirişler ile bindirmelerin alt köşeleri pahlanmış, kirişlerin ortalarına kabartma motifler işlenmiş, ana kirişlerin iki yanları çıtalar, pervazlar ile süslenmiş, tavan kaplamasını oluşturan kalasların kenarları yıldız şeklinde oyulmuştur. Ahşap yapı sanatının bir şaheserini oluşturan bu yapısal elemanlar ile bu elemanların üstünü örten çeşitli tonlarda kırmızılar, çividi ve havai maviler, altın rengi ve daha kirli tonlardaki sarılar, beyaz ve siyah renklerin kullanıldığı nakışlar, Mahmut Bey Camiinde son derece zengin bir iç mekan oluşturmaktadır.

Cami içinde ahşap tavan ile iki katlı mahfelerdeki ahşap işçiliğinin yanında kök boyalardan yapılmış olan doğal boyamalar tüm bezemelerde ve çizimlerde hala yaşamaktadır. Resimlerde görebileceğinizden çok daha renkli ve albenili olduğuna inanın… Tüm cami 4 ana direk üzerine oturtulmuş, altında da gene enlemesine yerleştirilmiş kalın tahtalarla desteklenen çatı ile kaplanmış. Köşelerden üst üste desteklenen dikmelerle mahfiller çok güzel bir estetik görünümle sizleri karşılıyor. İçeride sekiz metre yüksekliğinde dört adet ağaç sütun vardır. Ağaç sütun başlıkları da korint üslubu denilen teknik ile süslenmiştir.

Mihrap alçı olup geometrik ve nebati motiflerle süslüdür. İki yanında taştan hareketli kontrol sütunları vardır.


Ahşap minberinden, döneminden yalnız eski taç kısmı kalmıştır. Diğer bölümlerinin sonradan yapıldığı malzeme ve işçilik yönünden kendini göstermektedir. Bir özellik taşımamaktadır.


Mahmut Bey Camiinde müezzinler mahfilinden başka, birbiri üzerinde iki mahfil daha vardır. Birincisi cami girişinin üstünde, camii iki uzun beden duvarı arasında enlemesine geçen ve sahından karşılıklı iki merdiven ile çıkılan mahfil. Bunun üstünde, birinci mahfilden çıkılan ve cami uzun aksının iki yanında, simetrik iki bölüm halinde (ortası boş) yer alan üst mahfil. Müezzinler mahfili ise cami batı duvarı tarafında sahın ile birinci mahfil arasında kalan seviyede, seviyede minbere doğru çıkıntı yapmış, küçük bir alandır.


Caminin ahşap işli, sanat şaheseri kapısı 1977 yılında hırsızlıkla çalınması sonucu bulunduktan sonra Kastamonu’da Liva Paşa konağı Etnografya Müzesi’nde teşhire konulmuştur.


Dış mimari ifadesi ile sade bir görünüme sahip olan bu küçük caminin önemi, cami iç mekanında görülen ahşap işçiliği ve süsleme sanatının bir şaheseri olmasındandır. Anadolu’da, sayıları pek az olan ahşap direkli, Selçuk dönemi camilerinden biridir.


Bizler dolaşarak gezmeye doyamadık her bir köşesi ayrı bir güzel ve ince teknik hesapla yapılmış olan bu camii eğer yolunuz düşerse muhakkak görmenizi öneriyoruz. Bizler gittiğimizde yeniden yapılanma ve yenilenme çalışmaları vardı umarız sizler gittiğinizde bitmiş olur.

6 Ocak 2008 Pazar

Kastamonu Nasrullah Kadı Camisi

Kastamonu Nasrullah Kadı Camisi







Kastamonu adı ile bütünleşen, Kastamonu´ nun en başta gelen simgelerinden birisi olan Nasrullah Camii; Türk´ ün yeniden diriliş destanın yazıldığı Kurtuluş Mücadelesi esnasında da Mehmet Akif Ersoy´ un duvarlarında yankılanan sedasıyla, Kastamonu insanın kahramanlığına ortak olma onurunu da yaşamış ender eserler arasında yer almıştır





II. Beyazıt döneminde 1506 yılında 1506 yılında zamanın kadısı Nasrullah Kadı tarafından inşa edilen caminin üzerini örten dokuz adet kubbe, altı tane her kenarı 160 cm olan kare şekilli dört köşe paye üzerinde duran kemerlere bindirilmiştir. Caminin iç duvarlarını rengarenk süsleyen esma - ül Hüsna, hülefa - i raşidin ve aşere- i mübeşşere yazıları ihtişamın yanına zerafeti, heybetin yanına inceliği nakşetmiştir. Yazıların büyük çoğunluğu Kastamonu` nun değerli hattatlarından Ahmet Şevki Efendi` nin kalemine yansıyan sanatın eseridir. Cami, kubbe gövdesinde bulunanlar da dahil 40 adet pencere ile ışık almaktadır. Kuzey - batı köşesinde bulunan tek şerefeli minarenin tamamı kesme taştan yapılmıştır.





Caminin banisi olan Nasrullah Kadı, Karamanlı müderris Yakup Efendi` nin oğludur. Kadı ve müderristir. İstanbul` un değişik medreselerinde müderrislik, Diyarbakır, Manisa ve Belgrad diyarlarında da kadılık yapmıştır. Gelibolu’nun şehir köyü beldesi kendisine arpalık olarak verilmiştir.




Hemen caminin yanında bir tablo güzelliğiyle endamını sergileyen şadırvan da cami ile aynı tarihte inşa edilmiştir.





(EĞER FİLMİ SEYREDEMEZSENİZ...)

gittiklerim (blogcu'da)

4 Ocak 2008 Cuma

Şu Çılgın Türkler

Şu Çılgın Türkler

Birçoğumuzun bildiği gibi, Sayın Turgut Özakman’ın eseri olan ‘’Şu Çılgın Türkler’’ kitabından, izni ile alıntılanmış olan tiyatroya uyarlanmış olan gösteri için Sevgili aile dostumuz Behçet Bey’den davet aldık.
Ben genelde hafta arası gece program yapmam, zira zaten hastaneden oldukça yorgun geldiğim için, ertesi güne dinlenmiş başlamak isterim. Ama davet büyük yerden (!) gelince bir de severek okuduğumuz bir eserin gösterisi olunca, üstüne üstlük birçok kişinin amatörce alın teri ve emeği ile sahnelenmiş olması da eklenince, kuralı bozdum.
İyi ki de bozmuşum, güzel ve değerli bir gösteriyi izleme fırsatımız ve şansımız oldu.

Bu eserin gösterime girmesi, Samsun Sanat Tiyatrosu tarafından, sayın Yaşar Gündem’in bir yakın arkadaşı ile (Syn. İhsan Bengier ile) Sayın Özakman’dan müsaade alması ile başlıyor. 35 kişilik kadro, Deniz Güngörmüş (Neco düğün salonları sahibi), Gazi Belediyesi Başkanı ve kültür müdürü, Samsun Büyük şehir Belediyesi başkanı, tüm okullar ve isimsiz birçok insanın katkısı ile sergileniyor…






Bizler çok şükür kitapta yazılan birçok yeri görme şansına ulaştık. En son Ankara Polatlı’da Zafer tepe’yi de gördük. Hem de güzel bir 30 Ağustos günü… Ama ne yazık ki sadece bizim ailemiz vardı. Oradaki görevli ile uzun uzun sohbetimiz oldu. Kızlarımızın yönelttikleri soruları, bildiklerini anlatması da hoşuna gidince çok zevkli anlar yaşadık. Kurtuluş Savaşımızın nerelere kadar dayandığını görmek, hangi şartlar altında nasıl mücadele verildiğini görmek, o anları yaşamaya çalışmak ve o kahraman şehit ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anma fırsatımız oldu. O gün dolaşabildiğimiz kadar çok yeri dolaştık, okumuş olduğumuz kitaplardan edindiğimiz bilgileri yerinde görmüş olduk.
Bütün bunların aktarılabilenlerini seyretmek ayrı zevk oldu. Hatıralar canlandı, bilgiler tazelendi.

Öncelikle okumadı iseniz ‘’Şu Çılgın Türkler’’i okumanızı, gitmedi iseniz Kurtuluş Savaşı’nın geçtiği yerlere gidebilmenizi, oralardaki havayı koklamanızı ve türlü zorluk ve aksaklıklara rağmen verilen ölümüne mücadelenin amacını anlama ve kavrama üzerine bir kere daha düşünmenizi… rica edebilir miyim?....
Verilen kitapçıktan bir cümle ile bitireyim:
‘’Cumhuriyetimiz bu mücadelelerin ürünü… O dönem bilinmeden bugünü okuyamayız… yarını göremeyiz…’’

1 Ocak 2008 Salı

Bir Yeni yıl daha....





Yaşamımızdan bir yılı daha geri dönülemeyecek zamana gönderiyoruz, dipsiz sonsuzluğun koskocaman yüklüğüne yolculuyoruz. Zaman denen sürecin gidişatına dur diyebilmek, durdurabilmek hayalen dahi olsa başarabileceğimiz bir durum değil…



Ama zamanı yaşamak elimizde. Zaten geçmiş geri gelmiyor, gelecek belirsiz, sadece o an var, ne o anın geçmişi, ne de o anın geleceği…. sadece o an…



Yaşanmış ve yaşanacak zaman denen kavram, hem insanlar, hem de toplumlar için hızla akıp gidiyor, geç kalınmışlığın üzüntüleri, arzu edipte yapılamayanlar veya davranış, söz hareket olarak ta yapılıp, sonra duyulan pişmanlıklar fayda etmiyor.



İnancımız ne olursa olsun, hayatın insanlığa, insan uğruna ve insanlık uğruna harcanmayan kısımları yaşanmamış kısımlarıdır. Her yeni yılda herkes bir umudun sevincini sıcaklığını yaşamayı arzu eder, bu nedenle eski yılın kötülükleri alıp götüreceğine ve yeni yılın iyilikleri getireceğine inanmak ister. Bu istekle yaşama hayata biraz daha fazla yaklaşır tutunmaya gayret edilir. Yaşananların bir daha yaşanmaması onu yerine güzelliklerin yer alması arzu edilir.



İşte her yeni bir zamanın döngüsünde; ister yılbaşı, ister bir yıl dönümü, ister bir yeni başlangıç, hep daha yeni bir arzu ve istekle başlanır.



2008 yılında yine hep beraber olalım. Mutlu olun, sağlıklı olun, sevdiklerinizle olun…



Ve Yılbaşı... Yaşandı ve bitti…



Artık ne anlamı var?



Ve bana internetten gelen ve beğendiğim bir yazı ile bitireyim:



‘’ Merhaba yeni yıl



Senin de söyleyeceklerin vardır göreceğiz bakalım



Neler koyacaksın soframıza göreceğiz



Ve ne koyacaksan belli ki onu yiyeceğiz



Hoş geldin… ‘’