SEYYAH & SOFRAM...
30 Ağustos 2008 Cumartesi
Ege Bölgesi Gezisi - Gezi İzlenimleri – Beğenmediklerimiz
Hayatta ne kadar istesek ya da ne kadar uğraşsak, bazı zamanlar kendimizi bazı zamanlarda karşımızdakileri, arzu edildiği kadar memnun edemeyiz. Ama gene de yapılması gerekenleri yapmak durumunda olduğumuzu da kabullenmek lazım.
Hepimizin şikayetçi olduğu, nedenini bir türlü çözemediğimiz, trafik kurallarının ihlali ise en baş konumuz zira yollardaydık !...
Her zaman sürücü önceliğinin uygulamalarda birincil olduğu kabullenilse de yan etkenlerin varlığı da inkar edilemez. Yolların standart eksikliği, işaret ve yön levhalarının bazılarının şifrevari yerleştirilmesi, yol geçişlerinin bazılarının ana yoldan tali yola dönüş yerlerinde kazı çalışmalarının tamlanmaması ya da yarım bırakılması, bu yerlerin birçoğunda da işaret ve uyarı levhalarının eksikliği…
Bize göre en büyük sıkıntılardan biri de, birçok karayolunun yerleşim yerlerinin plansız yapılaşması ve yerel yönetimlerin yasal uygulama eksiklikleri nedeniyle diye düşündüğümüz sebebi ile ana yol ile şehir içi ulaşım yollarının karışıklığı…
Diğer bir anlamsızlık, karayolu ulaşımında bazı yerlerde mantık sınırlarını zorlayan hız sınırlama uyarı levhaları… İnanın birçok yerde 30 km. hız sınırı konmuştu ki, bu sınırı koyanların koydukları sınırlara uyup uymadıklarını aynı yoldan geçerken görmek isterdim… Bir yerde ne olur ne olmaz diye uymaya kalktım, yanımdan geçen bisikletli çocukların bizleri sollarken yaşadıkları keyifleri, yaşadıkları mutluluğu görmeniz gerekti !….
Bu seferki gezimizde gene epeyi kilometre yol yaptık, bilmediğimiz yerlere gittik. Karayollarının bastırmış olduğu harita ile karayolları işaret ve yön levhaları en büyük yardımcımız oldu. Bazı yerlerdeki yön levhalarına uyduğumuzda farklı yerlere ulaştık…. Ören yerlerini gösteren levhaların üzerinde uzaklığı gösteren mesafe km. işaret eksikliği nedeni ile birçok yere girmekten vazgeçtik…
Yol kenarlarında banket çalışmalarında dökülmüş mıcırların bazı yerlerde yola kadar çıkmış olması diğer bir tehlikeydi.
Bazı müzelerin bildirilen saatten önce kapanması (Pamukkale), bazı müzelerde fotoğraf çekimine izin verilmemesi (Afyon), bazı turizm danışma bürolarında yerel şehir harita ve bilgi broşür yokluğu (Aydın), bakanlık dışı müzelerde (Askeri, belediye) resim çekme için en üst makamdan izin alınması zorunluluğu, ziyaret edilmek istenen müzelerin otopark yokluğu, birçok eserde yazıtların anlaşılır Türkçe açıklama metin eksikliği, bir ören yerinde (Bergama akropol) özel güvenlik görevlisinin saygısız davranış ve oturma şekli….
Kalınabilecek yerlerin aranması ya da bulunmasında yardımcı olunacak irtibat bürolarını olmaması, kalınacak konaklama yerlerinin yazılanların hiçbirine ama dışında özelliklere sahip olması ve bunların denetimsizlikleri…
Gittiğimiz birçok yerleşim yerlerinde şehir içi trafiğin yoğunluğu, otoparkların yetersizlikleri, otopark ücretlerinin anlamsız yüksekliği (Asklepieion ve Bergama akropolü ile Ayvalık Alibey adasında)… Buralarda bomboş tarlanın herhangi bir yerine arabamızı bıraktık, bizden üzeri herhangi bir şekilde doldurulmamış bir makbuz gibi kağıt verip 4 ytl. alındı. Alibey adasında da resmi otoparka girelim dedik, ne de olsa il dışı plaka olunca başımıza sıkıntı gelmesin diye, burada da bilmem ne spor kulübü için gönüllü (!) bağış yapmışım gibi bir makbuz… İtiraz edince otopark fişi verildi… Bu gibi hizmetlerde yapılan uygulamalarda alınan yüksek ücretlerin gönülsüz ve zorunluluktan dolayı olduğu herkes tarafından göz ardı edilmemeli…
Birçok ilde ne yazık ki otopark bir sorun.. Yolun sağı solu bomboş, baş tarafta çekici, yeni moda, yanında Belediye Trafik Zabıta aracı, hemen hoparlörden bir anons ve araba yüklenmeye başlanıyor !...
Bazı il ve ilçelerde yol kenarları park yeri olarak düzenlenmiş, saatine göre ücret… İşte ne güzel, hem yerel idareye gelir hem de bizlere süresine göre park etme olanağı… (Acaba bunu bir adım ilerisi, gelecekte kaldırımlarda yürürken de yayalardan da ücrette istenir mi ki ?!...)
Ve…
Birçok verimli arazi, birçok ekonomik değeri ve ülke yaşamında katkısı olabilecek meyve ağaçları yok edilerek, ürün alınabilecek tarlalar işgal edilerek, deniz kenarları doldurularak bacasız sanayi Turizm diye yarar – zarar oranı hesaplanmadan dağ taş yapılaşmaya gidilmiş. Ekolojik ya da doğal yaşam ortam alanları diye adlandırılanların ise tartışmalı durumları şimdilik gözden kaçırılmakla beraber ilerde benzer sorunlara yol açabileceği hesaplanamamakta. Bu nedenlerle toprağa bağlı yaşamlar değişikliğe o da birlikte hayat sürdürme ve paylaşım amaçları dağılmaya yüz tutmuş parçalanmaya dönmüş.
Bu kadar yer dolaştık (15 il ve 4000 km. ye yakın yol), o kadar çok fotoğraf çektik (6500 den fazla), gördüğümüz tüm antik şehir kalıntı ve buluntularında bir düzen, estetik, sosyal yaşamda kullanım kolaylıkları, kent yaşam birlikteliğini sağlayacak yapılaşma ilgimizi çekti. Yüzlerce yıl evvel ulaşılan bu düzeyi şimdiki zamanda hiçbir yerleşim yerinde göremedik !…
Şu an aklımıza gelenler…
28 Ağustos 2008 Perşembe
Ege Bölgesi Gezisi - Gezi İzlenimleri - 2
Altınoluk’ta kaldığımız site içindeki evi bir gün önce iyice silip, süpürüp temizledik. Yakınımızda bulunan AVM’lere giderek ihtiyaçları aldık, bir de bize burayı bulan köylü hanımdan kendi üretimleri yerel köy sızma zeytinyağını... Akşam güzel bir yemek sonrası demli çaylarımızı da içip yorgunluk atmaya çalıştık. Akşamüzeri bir arkadaşımızla telefonlaştığımızda geldiğimizi duyunca ziyaretimize geldi, hep beraber anılar arasında yolculuk yaptık.
Ertesi gün sabah erken kalkıp sahile inip güneşin doğuşunu ve denizdeki yakamozların çektim.
Öğleye doğru gelen bir telefon ile eşimin blogspottan bir arkadaşının bizleri Burhaniye’ye ( karadenizsofrasi ) davet etmesi nedeni ile hazırlanıp yola çıktık, yol üzerinde de Edremit’te müzeye uğrayıp müdüre hanımın bize verdiği kitabı
iade ettik çünkü aynı kitaptan bulup aldık. Bu kitaptan sizlere de ileride bahsedeceğiz ve almanızı önereceğiz.
Blogspottan eşimin diğer bir arkadaşı ( mutfaktazen ) ile Akçay’da buluşup hem tanıştık hem de güzel bir sohbet ettik. Bu arada kitaplarından bir tanesini ( Turunç Kokulu Düşler ) de bizler için imzaladı.
Akşamüzeri kaldığımız eve dönüp çaylarımızı içip ertesi gün planı yaparken, diğer bir arkadaşımızdan Pazar sabahı kahvaltısı daveti aldık. Pazar sabahı yıllar öncesine dayanan tanışıklığın dönüşmüş olduğu dostluğunu sıcaklığını, kahvaltı masasının da güzelliği içinde, sohbetin samimiyeti ile zamanın akışını anlayamadık.
Çocuklarımız deniz kenarında dolaşırken bizler bir geçmişten bir günümüzden konudan konuya geçtik.
Behramkale
İMECE EVİ
Adatepe Zeytinyağı Fabrikası Müzesi
Müsaade isteyip çevredeki gezilecek yerlere doğru, önce Adatepe köyü, Assos – Behramkale, İmece Evi ile ana yol üzerinde bulunan Adatepe Zeytinyağı Müzesinin güzelliklerini gezip dolaştık.
Ertesi gün Güre ve kaplıcalar bölgesine gidip gezdik dönüşte de gene ana yol üzerinde ama çok dikkatli olarak geçerken görmeniz gereken
Antandros ve Nekropolü’nü dolaştık.
Kısa da olsa konakladığımız yerden ayrılıp, Balıkesir üzerinden ki burada da Zağnos Paşa Camisini ziyaret ettik.
Seyahat esnasında yol üstü konaklamalarından Yörsan’ın marketine uğramadan olmazdı tabi.
Mudanya
Karamürsel
Mudanya, Karamürsel yolunun deniz sahil tarafını takip ederek deniz ve doğanın güzelliklerini, tabi nasıl da tahrip edildiklerini seyrederek İzmit’e ulaştık.
Kasr-ı Hümayun
İzmit Saat kulesi
Atatürk anıt Heykeli
İzmit’te Kasr-ı Hümayun, Saat kulesi ile Atatürk anıtını gezip, bir iki gün dinlenip, amcaoğulları ile de hasret giderip, dönüşe yolcuğuna başladık.
Yolumuz üzerinde, Adapazarı’nda, gene blog sayfalarındaki ilk dostlarımızdan bir aileye sabaha kahvaltısına misafir olup, kısa zamanda yoğun sohbet ve hasret gidermeye çalıştık.
Oradan bir başka tanışlara uğrayıp sabah çaylarını içip gene yollara düştük.
Yolumuz üstü Bolu’ya girip dolaştık. Birkaç yere uğrayıp fotoğraflar çektik.
Tosya’dan geçerken yol kenarında pirinç satanlara uğrayıp, gene yolumuz
üzerindeki pirinç tarlalarını ve bunları sulayan Kızılırmak üzerindeki bir su bendini resimledik.
Dönüş yolculuğumuz sanki şehir içi trafiği kadar yoğun, sıkışık, kalabalık bir yol trafiği içinde geçti. Yolda epeyi trafik kontrolünün olması, neredeyse sıkışık düzende gidilmesi ve hız yapılmaması nedeni ile birkaç anlık sıkıntının dışında bir mesele olmadan sağ salim evimize ulaştık, şükür.
En çok özlediklerimiz arasında yer alan ev demlemesi Karadeniz’in güzelim çayını demleyip, bardak bardak içtik.
Bundan sonra sıra geldi tüm gezi not ve resimlerimizi sizlerle paylaşmaya…
Resimlerin slaytı:
25 Ağustos 2008 Pazartesi
Ege Bölgesi Gezisi - Gezi İzlenimleri - 1
Evet sevgili gönül dostları, gezimiz bitti, çok şükür sağ salim evimize döndük. Genel anlamda 15 ili dolandık. Hepsinin müzelerine, çoğunun ören yerlerine, yerel ve şahıs müzelerine, birçok arkadaşımıza uğradık. Bilmediğimiz ya da ilk defa gördüğümüz yerler de oldu. Birçok yeni kişi ile tanıştık. 4000 km. yol yapıp 6500'e yakın fotoğraf çektik. Şimdi bunları işleme, hazırlama, yazılarını düzenleme zamanı...
İlkinden başlayalım...
** **
Bu sene yapmayı planladığımız gezi rotası için uzun araştırmalardan sonra verdiğimiz karar sonrası tatlı bir telaş içinde hazırlıklara başladık.
İlk olarak bir arkadaşımızdan gelen elektronik posta ile haberdar olduğumuz Kültür Bakanlığının Müze Kart'ını almak için Samsun Müze Müdürlüğü'ne müracaat ettik. Gelen kartların geçici olduğu, elektronik ortamda hazırlanana kadar kullanabileceğimiz fakat kısa zaman içinde bunu ilgili merkezlerde yenilememiz gerektiği de söylendi.
Rotamız üzerinde ilk olarak Ankara’ya gittik. Arkeoloji müzesinde geçici müze kartlarımızı daimisi ile değiştirdik. Değişme süresince de bizler müzeyi dolaştık.
Yaklaşık 30 yıllık arkadaşımızın daveti ile akşamı birlikte olduk, yılar sonra çocuklarımız da tanışma fırsatı buldu. Güzel bir akşam yemeği ve gece muhabbeti ile zamanımızı değerlendirdik. Sabah erkenden yola koyulup Afyonkarahisar’a doğru yollandık. Yol üzerinde Polatlı civarında Alagöz Başkomutanlık karargâh müzesi levhasını görüp yola döndük. Kısa bir yol aldıktan sonra köy içindeki müzeyi bulduk.
Orada yaşayan Ali Türkoğlu varisleri tarafından bağışlanan arsa ve üzerindeki müştemilat ile içindeki eserler görülmeye değerdi. Burası Genelkurmay Komutanlığına bağlı bir yermiş bu nedenle içeride Türkiye’ye mal olmuş, ülkenin geçmişini geleceğe aksettiren bu görüntüler için askeri makamlardan izin almak gerekirmiş (!), o nedenle içeride ne yazık ki fotoğraf çekmemize izin verilmiyormuş (!)…. Ancak dış mekan ve çevre için izin varmış….
Yol üzerinde bulunan Afyon’a 50 km. mesafedeki Bayat ilçesine de girdik. Niyetimiz Eğerli Kaya Kilisesine gitmekti, ama tam tarif eden olamayınca ilçede dolanıp bir un değirmenini resimledik.
Afyon’a girmeden Kırkinler mağaralarını resimleyip şehre ulaştık.
Zafer anıtını, Zafer müzesini (anıtın tam karşısında), eski evlerini, camileri ve gidildiğinde muhakkak görülmesi gereken Ulu Cami’yi, Afyon müzesini (Valilik emri ile bu müzede resim çekmek yasakmış !!!.... ama bahçede serbest !...) ve bu yıl ilk defa karadutu yiyip yolumuza devam ettik.
Isparta’ya az bir mesafe kala acıktık, bir yerlere bakarken otantik yerleşim şeklinde yapılanmış kır bahçesini gördük, durup girdik. Gözleme ve ayran siparişlerimizi verip yastıklara uzandık. Gözlemeler iyi denilse de ayranlar oldukça ekşiydi ki bunu dile getirip tartıştık, böylece bu gezimizin ilk ağız tadı ve keyif kaçıran olayını da yaşamış olduk.
Isparta’ya girip yer için gittiğimiz misafirhanede yer olmayınca bir otel aramaya başladık. Çevik kuvvet polis memurlarının yönlendirdiği merkezde bulunan oteli bulup, beğenip yerleştik. Gece etrafı dolaştık, sabah kahvaltımızı yapıp doğru Isparta müzesine yollandık, burada da resim çekmek için izin gerekmiyormuş(!), bol resim çekip gezdik. Müzede bulunan görevli genç arkadaş bizlere bir multivizyon gösterisi de izletti, dvd sini almak istedik ama ellerinde olmadığından alamadık. Aslında bu tür gösterimler her müzede olmalı. Müze çıkışı şehrin eski yapı evlerinin bulunduğu sokakları gezip, il kültür müdürlüğünde bilgi broşür kaynak desteği aldık ki Pazar günü olmasına rağmen nöbetçi arkadaş bize çok yardımcı oldu.
Isparta’nın gül ürünlerini satan bir dükkan bulup, gül ürünlerinden epeyi bir yükleme yaptık. Gül kokulu kreminden, kurutulmuş mis kokulu gül yapraklarından gül çayından, tespihinden, kızlarımıza parfümlerinden, orijinal gül suyundan ve de güllü lokumundan alıp Burdur’a yollandık.
Burdur’a ulaşınca gene hemen müzesini bulup girdik. Bahçesindeki kokulu güllerin bizi karşılaması ile hem gözümüz hem gönlümüz ferahladı. Gezdiklerimiz içinde neredeyse en beğendiğimiz müze diyebiliriz. Hem düzenleme, hem içerdiği emsalsiz eserleri, ferah görüş alanlı mekânları ile çok rahat bir dolaşım sunuyor. Buradan Pazar mahallesindeki Ulu Cami ile yanında bulunan 30 metre yüksekliğindeki saat kulesini de ziyaret ettik. Şehirde eski evleri resimlemek için dolaşırken bir beyefendinin ilgimizi çekebileceğini söyleyerek yönlendirdiği Taşoda Konağı Etnografya müzesini bulduk. Çok güzel bir yapı yenilenerek hem şehir hem ülke kültürüne kazandırılmış. Orada bulunan güvenlik görevlisi beyefendinin önerisi ile ilk defa Çörek otu kahvesi içtik, inanın çok da beğendik, gidenler olursa muhakkak tadına bakıp alsınlar. Gene oradaki güvenlik görevlisinin önerisi ile Burdur evi diğer adı ile Baki Bey Konağı (Koca Oda)’na gittik. Görevlinin henüz gelmediğini (mesai arası öğle tatili nedeni ile) söylediklerinde, bizde gene önerileri ile İnsuyu mağaralarına yollandık.
Antalya yolu üzerinde 13 km. sonra yaklaşık 597 metre uzunluğunda harika yeraltı mağara görüntülerine sahip nefis bir doğa harikasını gezdik. Orada da gene ceviz ezmesinin tadına bakınca dayanamayıp koca bir kutu aldık… Dönüp Burdur evine geri geldik, gelen görevli genç arkadaş (Sayın Ahmet Öztürk - burası hakkında kendisinin hazırladığı amatör web sayfa linkini ilgili yazıda vereceğim) işine ve bilgisine sahip biriydi, bizi epeyi bilgilendirdi.
Hele binlerce yıl önce yaşamış bir mamut dişi ve kemiklerinin buluntusunu paylaşması, bizlere epeyi bilgi kaynağı oldu ayrıca yayın ve cd vermesi mutluluğumuzu arttırdı. Denizli’ye doğru yol alırken, Çardak ilçesi sınırları içinde yola yakın Acıgöl soda ve tuz yatakları ilgimizi çekti. Denizli öğretmenevi karşısında bulunan Atatürk ve Etnografya müzesini ziyaret etmek için gösterdiğimiz telaşı gören güvenlik görevlisi (ki mesai bitmek üzere idi), yakınlığı ile bizleri rahatlattı Gene onun önerisi ile yaklaşık 15 km. uzaklıkta olan Pamukkale müzesine yönlendirildik.
Hemen oraya yollandık, travertenleri hayranlıkla seyrettik, bu arada tüm müzelere ve ören yerlerine girişlere de zam gelmiş… Biz ilk alt girişten girdik (adam başı 20 ytl), sonra da müze için yukarı girişi için hemen yan tarafında ki asfalt yolu takip edip yukarı çıktık. Burada da giriş ücreti aynı (adam başı 20 ytl), yani 4 kişilik aile hem aşağıdan hem yukarıdan girmek isterse 160 ytl. verecek (ya da bayılacak !...) Tabi bizler ücret ödemedik, zira bizlerde Müze Kart vardı !... Üst taraftaki tarihi mekânları gezerken bir de baktık ki müzeyi kapatıyorlar, bizlere 19.30’a kadar açık olacağı söylenen müze tüm ziyaretçiler çıkartılarak 18.15 te kapatıldı… Bu da ayrı bir yazı konusu olacak, ama aynı ya da benzer yazıları birçok resmi ilgili kuruma da yollayacağız.
Pamukkale’den inerken yolun sağ tarafında gördüğümüz gene otantik yerleşim planlı bir kır lokantasını görüp durduk, mantı ve gözleme siparişlerimiz verdik, bu sefer tadında ayranlarımızı içip, üzerine yorgunluk çaylarını içip dinlenmeye çalıştık.
Yolumuz üzerinde olan Laokedia’yı da ziyaret ettik. Ana yoldan yaklaşık 1 km. uzaklıkta olan bu tarihi mekan hala kazı çalışmaları ile gün yüzüne çıkartılmaya çalışılıyordu.
Ertesi gün Aydın’a doğru yol alırken Nazilli’yi geçince sol tarafa doğru ayrılan bir yol üzerinde, ana yoldan 3 km. mesafede Nysa tarihi antik kentine döndük. Gördüklerimiz bizi hem hayrete düşürdü hem de hayran bıraktı.
Aydın’a varınca hemen müzesine gittik, birbirinden güzel antik tarihi kalıntılar her yerde olduğu gibi burada da ilgimizi çekti.
Turizm danışma bürosundan şehir haritasını almak istediğimizde, sponsor bulmadıklarından belediye tarafından da gönderilmediğinden ellerinde olmadığını söylediler !... Gene de bize yardımcı olmaya çalışarak, Tralleis antik kentine giriş izni için birkaç yerle telefon görüşmesi yaparak yön tarif ettiler. Kemer yolu tarafına dönerek zor da olsa bulduk ve de gittiğimize de değdi.
Kuşadası yolu üzerinde bulunan Meryem Ana’yı da, oralara kadar gitmişken uğramamak olmazdı tabi, yolumuzu oraya çevirdik. Ziyaretimiz esnasında gördüğümüz bize göre aykırı ilginçlikler, sanırım her inançta asırlardır devam eden farklılıkların değişmeden aynı şekilde insanlara onları yönlendirenler tarafından uygulanacağının bir kanıtıydı.
Uzaktan da olsa Selçuk kalesini resimleyip, Efes’e yol aldık. Efes en son gördüğümüzden bu yana epeyi değişime uğramış, yeni kalıntılar gün yüzüne çıkartılmış, temizlenmiş, açıklayıcı bilgi levhaları konulmuştu.
Birkaç saatimizi alan gezmeden sonra Şirince köyü yerleşiminin yolunu bulup yukarı doğru tırmanarak, dar yollardan çıktık. İlgi çekici evlerin yapılaşmalarını, yerleşimlerini, dar yolarının etrafına serpilmiş pansiyonlarını, özellikle şaraplarını küçük yerel ürünlerini sattıkları dükkanlarını gezdik. Kalmaya niyetlenip birkaç pansiyona baktık, hem yapıların özelliklerinden hem de fiyatların yüksekliğinden vazgeçip, Selçuk’a inmeye karar verdik.
Selçuk ilçesine girerken hemen sol tarafta minibüs garajının yanında ilçede bulunan otel ve pansiyon sahiplerini açmış olduğu bir irtibat bürosu gördük, hemen bizlerle ilgilendiler sırası gelen kişi bizi alıp oteline götürdü, bir aile oteli olması, sakin, düzgün, temiz ve fiyatının da uygun olması nedeni ile kabullendik. Bu hizmeti çok beğendik ve hoşumuza gitti, darısı diğer tüm ilgili ilçe ve yerleşimlere diyelim…
Akşam Selçuk belediye restoranında hem gözlerimize hem de midelerimize bayram ettiren mükellef bir akşam yemeği yedik. Izgaralar ve mezelerden sonra üstüne içtiğimiz Türk kahvesi yol yorgunluğumuzu aldı. Bir de gelen hesap bizleri şaşırtacak kadar da az olunca, keyif tam oldu hani !...
Sabah erkenden kalkıp kahvaltımızı yaptık, otel sahibi aile (Meral Otel) ile keyif çaylarımızı içip içten bir sohbet ettik. Memnuniyetlerimizi karşılıklı aktarıp zor da olsa vedalaşıp, tekrar görüşebilmek dilekleri ile ayrıldık.
Selçuk’ta bulunan Efes Müzesini arayıp bulduk. Efes ve orada bulunan Yamaç Evleri buluntularını, gladyatörlerle ilgili aydınlatıcı bilgi ve görselleri izledik. Müzenin içinde avlu kısmında çok şirin bir de oturma ve dinlenme alanı oluşturulmuştu ki buna benzer bir yapılanmayı sadece Ankara Arkeoloji müzesinde görmüştük.
Gene müze içinde küçük bir galeri içinde Oğuz Aydın beye ait bir de resim sergisi açılmıştı. Renklerin ve görüntülerin uyumu seyredenlere ayrı bir ufuk açacak kadar da güzeldi. Kendisi ile güzel bir sohbetimiz oldu, aslında ülkemiz içinde bulunan değerli sanatçılarımızın bu gibi yerlerde eserlerini paylaşıma açmalarının sağlanması ne kadar güzel bir düşünce…
Gene yolumuz üzerinde olan Selçuk’ta bulunan İsa Bey Cami ve külliyesi ile Saint Joan anıtını gezdik. Anıtı gezerken bir leylek ailesinin gösterisi hem bizlerin hem de tüm turistlerin ilgisini çekti, bol fotoğraf karesi alındı. Anıttan çıkıp Artemis Tapınağından geri kalabilen ve çıkartılmış olan buluntuları ziyaret ettik.
Kuşadası’na gidip, balık halini gezdik, özlemiş olduğumuz balık tadını görüntü olarak gidermeye çalıştık.
Aydın’da Çeşme yakınlarında bulunan Adaland’a gidip yunus balıklarının gösterisine katılıp izlemek istedik fakat her gün öğleden sonra 14.30 da olduğu söylenince, mecburen o kadar saat bekleyemeyeceğimizden, biraz üzgünce ayrılmak zorunda kaldık.
Çeşme’ye giderken gördüğümüz Teos antik yazı yön levhasına aldanıp girdik, meğer sadece bir mesire yeriymiş, boşa zaman kaybettik ve yolumuzdan olduk !... Bu da bu gezide diğer bir cilve oldu…
Yolumuz üzerinde gördüğümüz doğal organik ürün satış yerini görüp durduk, ziyaret ettik, birkaç ürün aldık, arka tarafında bulunan minik nilüferlerin çiçek açtığı havuzun görselliğinin güzelliğine daldık. Sakızlı dondurmalarımızı alıp, yola devam dedik.
Liman Tepe kazı alanına gidip yeni yapılmakta olan kazı çalışmalarında ortaya çıkartılanları resimledik.
Çeşme’ye ulaşıp Çeşme kalesini, Haralompulos kilisesini gezip, damla sakızlı Türk kahvesi, damla sakızı reçellerinden ve damla sakızlı kurabiyelerden aldık.
Çeşme’den sahil yolunu takip ederek İzmir’i boydan boya geçerek Manisa yakınlarında büyük Atatürk anıtının akşamüzeri fotoğrafını çekerek Manisa’ya ulaştık. Yaklaşık 20 yıllık arkadaşlarımızla ki yaklaşık 10 yıldır birbirimizi görememiştik. Kızlarımız büyümüş genç kızlar olmuşlar yıllar geçse de sevgiler azalmamış özlemler bitmemişti.
Gece otururken kızlarımız annelerine bir sürpriz hazırlamışlardı, zira o gün doğum günü idi, hoş bir gece tatlı anılardan sohbetlerle devam etti. Sabah sabah arkadaşımız Mehmet’in annesi bizlere sıcak sıcak göçmen böreği yapıp getirmişti ki bu da ayrı bir sürpriz oldu.
Sabah kahvaltımızdan sonra hep beraber Manisa’yı gezmeye başladık. Niobe (ağlayan kaya), Revak sultan türbesi. Yedikızlar, Hatuniye cami, Hükümet konağı, Sultan hamamı, Yeni han, Manisa Mevlevihanesi, Gülgün hatun dere mescidi, Saruhan bey anıtı, Sultan Camii, Bimarhane Darüşşifa), Muradiye cami, Manisa müzesi, Ulu cami, Saruhan beyi oğlu İshak çelebi türbesi ile en son üzüm bağlarına gittik…
Gene bir sabah veda edip ki zor oldu, yola koyulup Çandarlı’ya vardık. Sahilde bir çay bahçesine oturup sabah çaylarımızı içtik, bu arada bize yol tarif edip yardımcı olan Çandarlı Jandarma karakolu Astsubay başçavuşlara da teşekkürümüzü ekleyelim.
Tekrar yola düşüp bu sefer kurutulmakta olan kırmızı taze biberleri, sapsarı çiçekleri ile çok hoş bir tarla görünümünde olan bamyaları fotoğraflayıp Bergama’ya ulaştık.
Hemen ilk iş müzesine yollandık, gene bize çok yardım olan güler yüzlü hem müze hem de turizm danışma personellerinin de yönlendirmeleri ile önce müzeyi baştan sona, sonra da Asklepieion Tapınağı (sağlık antik kenti)’na ve oradan da Akropol’a çıktık. Akropol’a varmadan önce Redhall (Kızıl Avlu) Bazilikasını da dolaştık. Şehirden çıkmadan önce gene eski yapıları da resimledik.
Yolumuz üzerinde Dikili’yi de ziyaret edip, konaklama için hem yer bulamadığımızdan hem de bulduklarımızın istenen fiyatla uyumsuz özellikleri ve yapısı nedeniyle, Ayvalık’a doğru yönümüzü çevirdik.
Ayvalığa varmadan önce yolun sağ tarafında epeyi geniş bir alanda birçok havuzlar ve içlerinde renkleri deniz renginden kırmızıya değişen suların havuzlandığı, bazı havuzlarında ise flamingoların yüzdüğü tuz gölünü seyredip, gözlemleyip fotoğrafladık.
Ayvalık’a varınca kalmak için gittiğimiz öğretmen evinde yer kalmadığından yönlendirildiğimiz otele gittik. Kayıtlarımızı onaylattıktan sonra şehre inip, Lale adası ile Alibey adasına (cundaya) gidip gezip oradaki eski onarılan kilisenin ve diğer eski yapıların ve değirmenlerin resimlerini çektik.
Akşam yemek için otel bahçesinde otururken batan güneşi ve oluşan grubu, güneş battıktan sonra da şehrin gece ışıklarını çektik. Ertesi sabah kahvaltımızı yapıp Gömeç ve Burhaniye üzerinden Altınoluk’a arkadaşlarla buluşmak üzere ayrıldık.
Bu arada hangi otel, motel, apart ya da pansiyonda kalacaksanız, kapısında veya bilgilendirme amaçlı olan reklamlarında yazılanların doğruluğunu girmeden sorgulayın. Biz bunları kontrol etmeden girdik, şimdiye kadar da yanıltılmamıştık ama bu otelde yazılanların hiçbiri yoktu. Bu gibi yerler neden kontrol edilmez ya da nasıl ve kimler kontrol ediyorlar ?!...
Yolumuz üzerindeki ilçeleri gezmeyi sıraya alıp giderken Edremit ilçesinde hemen köprüyü geçer geçmez yolun sağ tarafında olan Sıdıka Erke etnografya müzesi görüp gezdik müthiş hayran kaldık amma gene içeride fotoğraf çekimi yasaktı… Gene de burada bulunan müdire Reyhan hanım ve rehberlik yapan Sema hanım bize çok yakın ilgi gösterdiler. Hatta kendilerine hediye edilmiş bir kitabı danışma amaçlı kaldığımız sürece faydalanmamız için geri vermek üzere bizlere vermesi ayrı bir mutluluk oldu…
Yol üstünde gördüğümüz oldukça eski tahta minik bir cami ilgimiz çekti. Hemen durup içine girdik, Çorum’un İskilip ilçesinden sökülerek buraya getirilip yeniden monte edilmiş. Yanında da antika eşyaların bulunduğu ve satıldığı bir de işyeri vardı.
Buradan birkaç km. sonra, ana yoldan 2 km. kadar içeride de Tahtakuşlar Etnografya Galerisine (müzesine) gittik. Emek ve gönül isteyen bir çalışma ile bir araya getirilmiş birçok yerel kullanım ürünleri toplanılarak ziyaretçilerin ilgisine sunulmuştu.
Buradan çıkınca da yaklaşık 500 metre kadar yukarıda Kaz dağlarının ekolojik evlerinden İdaköy Çiftlik evini ziyaret ettik gene çok hoşumuza gitmesine rağmen buluşma noktamıza biraz uzak kaldığından vazgeçmek zorunda kaldık.
Altınolukta arkadaşlarımız bizlere arzu ettiğimiz yerlerde konaklayacak yer bulamadıklarından iş başa düştü. Yolda sorduğumuz çoğu yer dolu olmasından önceleri moralimiz bozuldu fakat sözümüz gereği bir yer bulmak zorundaydık. Kazara danıştığımız yol kenarında taze sebze satan bir köylü hanım bize yeri olduğunu söyleyince önce inanmakta zorlandık. Hadi bir bakalım bari dedik fakat gide gide bizi bir site içinde iki katlı eve götürüp gösterince bir de fiyatını duyunca hemen kabullendik. Şimdi bu evin verandasında gezdiğimiz, gezeceğimiz yerlerin fotoğraf ve yazılarını paylaşmak üzere çaylarımızı yudumluyoruz…
Resimlerin slaytı:
24 Ağustos 2008 Pazar
Arhavi Gezisi – 25 – Dönüş ve Sis
Arhavi Gezisi – 25 – Dönüş ve Sis
Samsun’a yaklaştıkça yağmur şiddetini arttırdı, tiptik Karadeniz havası yağmurun yanında sisi de getirerek kendini gösterdi.
Çam burnu civarında yapılan deniz üzerinden geçiş köprüsü inşaatı devam ediyordu, yol üstünde dağ tarafı da deniz tarafı da ayrı güzelliklere bürünmüştü. Önden giden araçların yoldan kaldırdığı yağmur suları görüşü engellemenin yanında arabayı sürüşü de etkiliyordu.
Bir ara verdiğimiz mola da sahile vuran dalgalar geri çekildiğinde geride kalan atıkların ya da diğer deyişle denizin kustukları daha açık ve net gözlenebiliyordu. Yaklaştıkça artan yorgunluk bizleri daha sık mola verip çay içerek dinlenmemizi gerektirdi.
En son Fatsa Acara’da çekildiğimiz resmi hatıra olarak saklamaya karar verip, bir sonraki gezide tekrar hep birlikte buluşabilmeyi diledik…
Burada bir kere daha bu geziye çıkmamıza vesile olan sevgili Sırrı Bey ve değerli eşi Ayşen Hanım’a, Arhavi’de bizi ağırlamak ve dolaştırmak için çaba harcayan Sevgili Ömer Bey ve değerli eşi Saniye Hanım’a içten teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Yol üstünde Beşikdüzü’nde sabah çayımızı demleyen çaycımıza, Çarşıbaşı’nda Keşan bezi hakkında bizleri bilgilendiren genç arkadaşımıza, Hopa’da Hızır ustalara, Arhavi’de Çoruh ekmek ve simit fırını ustası ile eşine ve çalışanlarına, çiçeklenmiş çay bahçesini çekmemize izin veren bahçe sahibine, Atatürk köşkü çalışanları ile Tuğana gümüş el sanatları merkezine, Nihat usta ve çalışanlarına, İslamoğlu peynir markete teşekkürlerimizi iletirken, anılarımızda yerlerini aldıklarını belirtelim…
Bir sonraki gezi not ve fotoğraflarında buluşmak üzere…
23 Ağustos 2008 Cumartesi
Arhavi Gezisi - 24 - Peynir Çeşitleri
Köfteleri yedikten sonra çıktığımız gezide dönüş yolunda bu sefer yağmurla karşılaştık. Bu gezimiz esnasında aylardan Kasım olmasına rağmen hiç yağışla karşılaşmamıştık. Gerçi işimize gelmiş rahat rahat dolaşmıştık fakat kendi aramızda hep eksikliğini konuşmuştuk. Bu sefer de Vakfıkebir civarında karşılaştığımız yağmur hoşumuza gitti.
Sahil tarafında rastladığımız bir yöresel peynir çeşitleri satan geniş bir dükkanı görünce hemen durduk, birkaç sahil resmi çekip karşı tarafa dükkan girdik.
Girince hemen çeşitlere göz gezdirmeye başladık.
Neler mi vardı?..
Mesela İmansız Peynir, Minzi, Çeçil Peyniri, Antep taş peyniri, Laz peyniri, Yağsız telli ve yağlı ile yarım yağlı telli peynirleri, Kolot peyniri, yöresel yağlı ve yağsız tulumları, bez tulumu, kurutulmuş tekerlek kaşarlar, gravyer peyniri, Külek peyniri, Deri tulumu, Erzincan tulumu …
Tabi yöresel fırın unları, yarmalar, mısır unları, fındık ve ürün çeşitlerini, cevizli ve fındıklı pestil çeşitlerini de unutmayalım..
Eee bu kadar çeşit görüpte boş çıkmak olur mu? Tabi ki olmaz… Nasıl olsa arabanın bagajında boş yer varken…
22 Ağustos 2008 Cuma
Arhavi Gezisi - 23 - Akçaabat Köfte
Trabzon’da kısa bir şehir tutu daha yaptıktan sonra tekrar hep beraber yola koyulduk. Akçaabat girişinde bulunan Nihat Usta’da yiyelim istedik. Sahile manzaralı, bazı gidiş gelişlerde zaman zaman uğradığımız bir yer… Az çok tanınıyoruz tabi...
Hemen siparişlerimizi verdik, önden ayranlarımız, salata ve karışık (sade, yulaf mısır) ekmek dilimlerimiz geldi. Az bir müddet sonra gelen köfteleri hemen yemeğe başladığımızdan (!) ne kadar açıktıysak, resimlemeyi unuttuk.
Ama yemek sonrası Nihat usta’nın değerli çalışanları bizi mutfak kısmına davet edip resimlememize müsaade ettiler…
Bizler teşekkür edip yola çıktık, şehirden biraz uzaklaşınca az önce yağmış olan çise yağmurun ardından hemen sahilde oluşmuş gökkuşağını da sizler için fotoğrafladım…
21 Ağustos 2008 Perşembe
Arhavi Gezisi - 22 - Trabzon'dan görüntüler
20 Ağustos 2008 Çarşamba
Arhavi Gezisi - 21 - Zağnos Vadisi
Trabzon Belediyesi-TOKİ işbirliği sonucu yürütülen Zağnos vadisi kentsel dönüşüm projesi kapsamında anlaşma sağlanan binaların yıkımları ile açılan alan çok güzel yapılandırılmış. Zağnos köprüsünün güney kısmında belirlenen toplam 271 adet binanın 204'ünün yıkımı tamamlanmış. Anlaşma sağlanan binalar için toplam 24 trilyon lira ödeme yapılmış. Zağnos köprüsünün kuzey kısmında tespit edilen 125 adet bina sahipleriyle de anlaşma çalışmaları da devam ediyormuş..
Şu an bile yarım bitmiş hali ile çok ilgi çekici, ferah, sosyal yaşama oldukça fazla katkıda bulunacağını gözlemlediğimiz bu alan, bittiği zaman ne kadar güzel olacaktır, kim bilir...
Daha fazla bilgi için: KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİ
Zağanos Paşa
Zağanos Paşa (veya Zağnos Paşa), Rum asıllı devşirme Türk. Fatih Sultan Mehmet devrinde önemli rol oynamış, Gelibolu sancak beyliği ve kaptan-ı deryalık görevlerinde bulunmuş, 1467-1469 yılları arasında ise Trabzon Sancak Beyliği yapmış bir Osmanlı paşasıdır.
Sultan I. Murat tarafından sürgün edilmiş olan Paşa, Fatih Sultan Mehmet tahta geçer geçmez çağrılarak vezir tayin edilmiştir.
Zağanos Paşa, Fatih'in çocukluğunda askerlik öğretmenliğini yapmış, sultanın kızkardeşi ile evlenerek hem eniştesi hem de kayınbabası olmuş, bunların yanısıra Trabzon'un zaptı esnasında Prenses Anna ile de evlenmiştir.
İstanbul'un fethi öncesinde Rumeli Hisarı'nı yaptırmış, Osmanlı donanmasının kara yolu ile Kasımpaşa’ya indirilmesinde de emeği geçmiştir. (bilgiler wikipeida dan alıntılanmıştır)
19 Ağustos 2008 Salı
Arhavi Gezisi - 20 - Trabzon Gümüş El işçilikleri
Atatürk Köşk’ünden çıkıp hemen karşısında bulunan Trabzon’un ünlü gümüş el işçiliklerinin sergilenip satıldığı, bahçe içindeki 2 – 3 katlı yapıya girdik. Sabah bahçe temizliği yapan gençler hemen bize yardımcı olma gayreti içine girdiler.
Bizi içeri davet ettiler, üst kata çıkardılar. Orada birbirinden güzel, ilgi çekici, albenili, el ustalığının müthiş eserlerini görme şansımız oldu.
Burada yöresel gümüş el sanatlarının Kazzaziye, Hasır, Telkari örneklerini sergiliyor ve de satışa sunuyorlar. Bizler hem bakıp hayranlığımızı ifade ettik, yetmedi tabi bir şeyler almadan da çıkmadık….
İşte o görüntüler…
18 Ağustos 2008 Pazartesi
Arhavi Gezisi – 19 – Atatürk köşkü
Zağnos vadisi yanındaki yolu takip edip, yolda birkaç kişiye sorduktan ve de epeyi yol çıktıktan sonra köşkü bulduk.
Giriş ücretlerini ödeyip içeri girdik. Genel olarak özellikle kalabalık zamanlarda fotoğraf çekilmesine izin verilmediğini söylediler, rica ederek çekebilme izni istedik. Sağ olsunlar müsaade ettiler. O kadar güzel görüntüler çektik ki, hangi birini nasıl anlatalım bilemiyorum.
Evin içinin estetik bütünlüğünü, kalorifer dilimleri arasında yemek soğumasın diye açılmış küçük pencereleri, şöminesi, şöminesine bağlı odalara kadar götürülmüş ısınma pencereleri, mutfağı, ocak yanındaki su ısıtma deposu, dört aşamalı balkon kapıları, fazla yağmur veya kar olduğunda suların odayı basmaması için yapılmış kapı önü su kanalları, kapılar açıldığında kendiliğinden yükselerek halılara takılmamasını sağlayan mekanizmayı, kalorifer ısı ayar vanaları, banyosu ve dinlenme odası, hele çatıya yağan yağmur sularını alt kattaki salon altında toplayan su deposunu, bahçedeki çiçek ve ağaçları….
Kısaca muhakkak uğrayın, gezin ve inceleyin… Belki de bizim göremediğim başka incelikleri de keşfedebilirsiniz…
Soğuksu semtinde küçük bir çam korusu içinde yer alır. Yirminci yüzyılın hemen başında yaptırılmış 1923 den sonra hazineye kalmıştır.Büyük Önder Atatürk 1934 ve 1937 yıllarındaki Trabzon ziyaretlerinde bu köşkte konuk edilmiştir. O'nun ölümünden sonra Trabzon belediyesi tarafından o dönemde kullanılan eşyalarla dekore edilerek Atatürk müzesi olarak ziyarete açılmıştır.
Avrupa mimari tarzında inşa edilen köşk üç + yarım katlı taş bir yapıdır. Dıştaki taşkın saçaklarda ahşap, içte, tavanlarda alçı süslemelere yer verilmiştir.Ulu önderimiz 1937 yılında vasiyetnamesinin bir bölümünü bu konakta yazmıştır.Günümüzde müze olarak paylaşılan Atatürk köşkü yerli ve yabancı konuklarca ziyaret edilmekte ve kent turizminde önemli rol oynamaktadır.
Bir NOT: Bu köşkü gezerken hakkında yazılmış açıklayıcı bilgi levhasındaki yazım hataları gözden kaçmış olabilir. Ama bizim gibi Türkçe sevdalılarının gözünden kaçmadı. kısa zaman içinde düzeltilmesi dileğimizi eklemeden kendimi alamadım !...
17 Ağustos 2008 Pazar
Arhavi Gezisi -18 - Trabzon
Dönüş yolunda yolumuz üzerinde olan Trabzon’a da uğrayalım istedik. Şehre ilk girişte yolun sağ tarafında kalan havaalanı ve havalanmakta olan bir uçağı seyrettik.
Yeniden elden geçirilip restore edilmiş olan kale surları yanından ve geçiş tinellerinden geçerek çarşı içine girdik. Çarşıda taze hamsiler, meyveler, yerel peynir ve tereyağları, mısır ekmekleri sergileniyor, alacaklılarını bekliyordu.
Çarşı dan çıkıp ana caddeyi takip ederek yukarı doğru çıktık, Zağnos vadisi yanındaki yolu takip ederek, kaleyi seyrettik.
Elde ettiğimiz bilgiler ve resimlerimizi paylaşalım…
Kent merkezi kuzeyde denizden, güneyde Boztepe'nin üzerine kadar düzgün olmayan teraslar halinde yükselir. Değirmendere, Kuzgundere (ya da Tabakhane) ve Zağnos dereleri yerleşimi güneyden kuzeye derin boğazlarla bölmüştür. Tabakhane ve Zağnos dereleri arasında kalan ve düzgün olmayan yüksek bir masa formundaki alan üzerinde, kentin bilinen en eski yerleşim kalıntıları tespit edilmiştir. İşte bu nedenle Trabzon adının eski Grekçe masa ya da trapez/yamuk biçimi karşılığı olarak "trapezos" kelimesinden geldiği görüşü ağırlık kazanmaktadır.
Kuruluşu çok eski yıllara uzanan surların kaynaklara göre MÖ. 5. yy. da varlığı bilinmekte olup çeşitli dönemlerde ve günümüzde onarılmış ve yenilenmiştir. Onarım ve yenileme çalışmaları bugünde devam etmektedir. Güneyden kuzeye yukarı hisar veya iç kale, ortahisar ile kuzey hisar veya aşağı hisar olmak üzere üç bölüme ayrılır.
Yukarı Hisar: İç kaleyi koruyan ve akropol vasıtası gören bu kısım en eski ve şehrin içinde kapalı bir site idi. İlk yaptırıldığı tarih MÖ 2000 yıllarına kadar gitmektedir.
Ortahisar: Yukarı hisar ve iç kalenin devamı olan bu kısım yamuksu şekildedir. İç kaleden bu kısma iki kapı ile geçilmekteydi. Bu bölümde ortahisar camii eski hükümet konağı, zağnos Köprüsü kule ve çifte hamamlar, Amasya camisi, Şirin Hatun camii, Musa Paşa camii yer alır. (Kule hamamı çifte hamamı Amasya Camii günümüzde yıkık durumdadır.) Bu kısımdaki surlar Trabzon İmparatoru Alexsioz II.(1297-1330) zamanında yukarı hisardan aşağı hisara kadar yaptırılmıştır.
Aşağı Hisar: Bu kale batıdan Zağnos burcunun yanı başından başlayıp denize kadar inen surlardan meydana gelmiştir. Bu kısım surların Sotka kapısı adı verilen iki kapısı bulunur. Günümüzde ''Kale Kapısı'' ismi verilen mevkide suru delinerek taşıtların geçmesine elverişli duruma getirilen kısmı daha yüksek duvarlardan meydana gelmiştir.
16 Ağustos 2008 Cumartesi
Arhavi Gezisi - 17 - Yol Manzaraları
15 Ağustos 2008 Cuma
Arhavi Gezisi - 16 - Çay ve çiçekleri
Gezi esnasında bir çay bahçesine de uğradık. Çaylar tomurcuklanmış ve birçoğu da çiçeklenmişti. Beyaz çanakları içinde albenili sarı renkleri ile, bahçenin genel yeşilliği içinde çok güzel bir görünüm almışlardı.
İşte merak eden dostlar için....
14 Ağustos 2008 Perşembe
Arhavi Gezisi – 15 - Arhavi Simidi
Gece Saniye Hanım ve Ömer beylerde oturup sohbet ederken, Ömer bey dışarı çıkacağını söyledi, sebebini sorduğumuzda; ‘’buraya has bir simidin fırından çıkma zamanı, alıp geleyim’’ dedi…
Ben de beraber gitmeyi önerince kabul etti. Gecenin saat 10 ununda fırına fittik.
Mayalanmış hamurlarla yapılan simitler şekillendirilmiş, tepsilere dizilmişti. Önce alttan ısıtılan ve kaynayan su dolu bir kaba, oradan da çıkartılıp sulandırılmış gene alttan ısıtılan bir kaptaki pekmeze batırılıp, süzülüp tezgâha konuluyordu. Oradan da fırın küreklerinin üzerine dizilip, önce ateşten uzağa sonra hafifi piştikçe ateşe doğru yer değiştirilerek pişiriliyordu. Fırın içine su dolu bir kapta patateslerde pişirilmişti ki ikram edilip yediğimizde, tadını çok beğendik.
Diğer bir çeşit simitte, gene sıcak suya batırılıp çıkartılıyor ama bu sefer pekmezli su yerine bol susama bulanıp, fırın tepsilerine yerleştirilip, tepsi ile fırında pişiriliyordu.
Biz susamsız olanları tercih ettik. Bunlar tezgâhlarda piştikten sonra az dinlendirilip iplere diziliyor, askılara asılıyor, alıcılarını bekliyordu. Tam soğuduğunda ise hafif yumuşak ama gevrek bir simit oluyormuş.
Ben dönüşte kızlarımız da yesin diye, üç torba aldım arabanın bagajına yerleştirip ağızlarını açtım.
Aldığımız sıcak simitlerle eve geldiğimizde saat gece yarısını bulmuştu. Sağ olsun Saniye hanım çayımızı demlemiş, Ayşen hanım, Sırrı bey ve tabi ki eşimi bizleri bekler bulduk. Sıcak simit ve çayın yanına bir de yöresel kaşar peyniri ile yanında domates ve yeşil taze biberler de gelmesin mi?..
İnanın o gece hep beraber aldığımızı o kadar simidi nasıl yedik farkına varmadık… Bir yandan demli çaylar bir yandan demli sohbet derken neredeyse sabahı bulduk.
Bizler ilk defa bu tip bir simit yedik. Benzerlerini Sinop’un Gerze ilçesinde Nuri Dede’nin yaptığı ile Samsun’da yemiştik. Ama bunun tadı, hele taze ve sıcakken, bir başkaydı.
Bizlere unutulmayacak bir gece geçirmemize vesile olan, Saniye hanım ve Ömer beye, Ayşen hanım ve Sırrı beye, bir kere daha teşekkürlerimizi sunuyoruz…
13 Ağustos 2008 Çarşamba
Arhavi Gezisi – 14 - Arhavi manzaralar
Arhavi Gezisi – 14 - Arhavi manzaralar
12 Ağustos 2008 Salı
Arhavi Gezisi - 13 - Arhavi Balıkçı Barınağı
Karadeniz Sahil yolu yapımının Arhavi geçişi sırasında yapılan çalışmalardan etkilenerek yıkılıp yeniden yapılan Balıkçı barınağındaki evler, modern bir yalı görünümüne kavuştu. Arhavi Su Ürünleri Kooperatifi eski başkanı Reşat Filibelioğlunun da büyük katkıları ile bugünkü noktaya gelen barınaklar akşam olduğu zaman herkesin ilgi odağı olmaya devam ediyor.
Düzenli ve tek tip olarak 59 balıkçının, Karadeniz Sahil yolu yüklenici firmasına yaptırılan balıkçı barınağı ve burada bulunan iki katlı konutlar da hak sahipleri de konutların içlerini kendi istedikleri gibi donatıyorlar.
11 Ağustos 2008 Pazartesi
Arhavi Gezisi – 12 - Hopa Pidesi
Arhavi Gezisi – 12 - Hopa Pidesi
Sarp sınırını gezdikten sonra dönüş yolunda önümüzde giden Sırrı bey ile Ömer beyler sola Hopa’ya döndüler, arkasından mecburen bizde…
İlçeye girince bir pidecinin önünde durdular ve bizleri de davet ettiler.
İçeride pide çeşitlerini öğrendik. Kavurma etli, yumurtalı, karışık ve Ağu Peynirli dedikleri bir çeşit. Biz değişiklik olsun diye Ağu peynirlisini istedik, o yöre has bir çeşitmiş. Tadına baktığımızda hoşumuza gitti, alalım dedik, araştırdılar ama bulamadılar. Zira oranın pazarları kurulduğunda civar köylüleri getirip satarmış.
Üst kata çıktık, hem etrafı seyredelim hem de sakin olsun dedik.
Pideler geldi…
O da ne ?!...
Pidelerin yanında ne çatal ne de bıçak vardı.
Ama yanında kocaman kesilmiş ekmek dilimleri…
Bu nedir diye sorduğumuzda, pidelerin bu şekilde yendiğini söylediler. Etraf masada oturanların bakışlarını anlatmamıza gerek yok tabi…
Biz gene de teşekkür edip, mümkünse getirmelerini istedik. Gerçi pide kenarları yüksek olması nedeni ile sanki bir kenarlıklı servis tabağındaymış gibi duruyordu ama bizler o şekilde yemesini beceremezdik…
Hem pide hem de ekmek dilimleri…
Eğer yolunuz düşerse Hopa’da bu pide çeşitlerinden yemek için, Hızır Dayı’ya uğrayın deriz…
10 Ağustos 2008 Pazar
Arhavi Gezisi - 11 - Manzaralar
Gezimiz esnasında çektiğimiz bazı manzara resimlerinden seçmeler...
9 Ağustos 2008 Cumartesi
Arhavi Gezisi - 10 - Hopa – Sarp
Sabah erkenden kalkıp Gürcistan sınır kapısı Sarp’a gidelim dedik. Yolda giderken deniz kenarında olması gereken Hopa feneri, yol için denizin doldurulması nedeni ile kıyıdan uzaklaşmış….
Tünellerden geçerek Sarp sınır kapısına ulaştık. Yol üzeri bayağı TIR kuyruğu vardı. Bunları geçip kapıda açılmış olan dükkanları dolaştık, diğer taraftan gelmiş ürünlere baktık, birkaç işimize yarayan nispeten ucuz amam bizimkilere göre pek kaliteli olmayan ürünlerden aldık.
Sınır ise denizden de kıyıdan da belirlenmiş, denizin sınır kısmına konuşlandırılmış ışıklı şamandıra ile sahile sıralanmış küçül taş parçaları aramızdaki sınırı de belirliyordu !...
Türkiye tarafına yapılan cami ise, diğer taraftan Bakü’den de görülüyormuş…
Sınıra en yakın olan tünelin yan tarafında Rus işgali sırasında başlanan bir tünel giriş de vardı.
8 Ağustos 2008 Cuma
Arhavi Gezisi - 10 - Vadi Görüntüleri
Karadeniz bölgesinin özelliklerinden biri de yamaçlarını dik, eğimli olmasıdır. Bu yamaçların ortasından da genelde tertemiz, berrak, köpük içinde şırıl şırıl derelere akar. Tepelerdeki evlere ise teleferik denilen el yapımı, uzun ve sağlam teller üzerinde hava yolu ile yolcu ve yük taşıması ve naklini yapıyorlar.
İki yamaç arasına da kendi yaptıkları ara köprülerle ulaşım sağlıyorlar, hatta biliyor musunuz, bu tahta tabanı köprülerden küçük kamyonetler bile geçiyor !...
Ama bu vadiyi dolaşırken dinamit lokumları için delik açan işçiler ile heyelan sonrası altındaki toprakla birlikte göçen köy evi canımızı sıktı, üzüldük.
7 Ağustos 2008 Perşembe
Arhavi Gezisi – 09 – Karakovan Balı
Bu gezimiz sırasında gittiğimiz çiftekemer köprüleri civarında, yüksek yamaçların aralarındaki yarıklara yerleştirilmiş bal kovanları gördük. Oldukça yüksekte ve ulaşılması oldukça zor görülen, inip çıkarken ya halat yardımı ya da kayalıklara açılan adımlık oyuklar, bu yolla inildiğinde ise kalın ve sağlam kütüklerle yapılan merdivenlerden yararlanılarak düzen kurulmuş.
Açık havaya ve güneş görecek şekilde yerleştirilen kovanlardan elde edilen ballar ise yok satıyor.
İşte buralarda çektiğimiz resimler ile topladığımız bilgiler…
Anadolu’da yüzyıllardır geleneksel yollarla üretilen karakovan balı, ülkemizdeki doğa dostu ürünlerin son örneklerinden biri. Karakovan, bu topraklarda yüzyıllardır hem lezzet hem de şifa dağıtmaya devam ediyor.
Arılara ve kovanlara hiçbir müdahale olmadığı, içi altı ay boyunca karanlık olan bir kovanda üretilen bala, karakovan balı deniyor. Karakovan balı üretiminin her adımı bulunduğu yörenin koşullarına göre şekilleniyor ve kovanların tüm malzemeleri doğadan elde ediliyor.
Arılar ise bu kovanların içine kendi peteğini inşa ediyor. Bu nedenle, ayrı bir lezzete ve şifaya sahip bu balın hem kendisi hem de peteği değer kazanıyor.
Karakovan, ince uzun bir silindir görünümünde hazırlanıyor. Silindirin arka ucu bazı bölgelerde açık bazılarında kapalı tutuluyor. Ön ucuna ise arıların girip çıkabileceği bir kapak yerleştiriliyor. Bal üretimi süresince bu kapak açılmıyor ve kovanın içinin karanlık kalması sağlanıyor.
Kovanın yapımında Anadolu’da iki farklı yöntem izleniyor. Bunlardan en yaygın ve üretim için en sağlıklı olanı sepet şeklindeki kovanlar. Bir başka karakovan malzemesi ise kestane ve ıhlamur gibi ağaçların kütüğü. Yaşlı ağaçların gövdesinden bir bölümü alınıyor ve içi oyularak yine silindir şeklinde bir kovan hazırlanıyor. Bu kovan ise genelde iki parça halinde oluyor. Ancak kütükten yapılan kovanlar çok fazla tercih edilmiyor.
Kovanların konduğu zeminin düz olması ve arıların havalandıktan sonra alanı çok iyi görebileceği en uygun yere bir barınak inşa edilmesi gerekiyor. Etrafı açık ancak üzerinde çatısı olan bir barınak. Manzaranın yanı sıra bu alanın kekik ve geven gibi bitkilere yakınlığı da önemli. Kovanlar için genelde kekiklerin yoğunlaştığı bölgeler seçiliyor. Tüm sepetler burada üst üste yerleştiriliyor. Uzaktan bakıldığında bu barınak dev bir bal peteği gibi görünüyor. Arılar bal peteklerini sepetin üst kısmından dip kısmına doğru sırayla örüyorlar. Kendi giriş çıkışları için sepetin iç kısmına boşluklar bırakıyorlar.
Karakovan balının şifa değeri çok yüksek. Yöre halkı balı mide ve bağırsak hastalıkları, romatizma, soğuk algınlığı, ağrılar, sarılık ve yanık gibi rahatsızlıklara karşı da kullanıyor. Şehir insanı içinse enerji vermesi, direnci artırması gibi nedenlerle strese karşı en iyi ilaçlardan biri olarak ilgi görüyor.
6 Ağustos 2008 Çarşamba
Arhavi Gezisi – 08 - Çiftekemer Köprüsü
Ayşen hanımın eniştesi Ömer bey bizi Çİftekemer köprüsüne götürmeyi teklif etti, biz de hemen kabul ettik. Kapise deresi boyunca yola çıktık. Yol üzerinde köylerinini bulunduğu yerde bir köy evini bahçesine bizim arabamızı bırakarak kendi arabası ile devam ettik. Bizimki yol arabası olduğundan, altı yüksek olmamasından mecburen yol üzerinde bıraktık.
Dere boyunca gittikçe o kadar güzel görüntüler vardı ki sağ olsun bizi kırmadaı her foto çekmek istediğimizde durdu, belki bir daha göremeyeceğimiz görüntüleri çekme şansımız oldu.
18.Y.Y. da Osmanlılar tarafından yapılmış olan köprüler 2003 yılında karayolları 10.uncu bölge müdürlüğü tarafından yeniden yapılarak kullanılır hale getirilmiş...
İki derenin birleştiği yerde her iki tarafı ve her iki tarafa ulaşımı sağlayacak şekilde, oldukça büyük kayalar üzerinde temel atılarak yapılmışlar.
Her iki derede o kadar temiz ve berrak akıyordu ki, seyre doyum olmadı. Derenin birini takip den yol Arılı köyüne diğer dere üzerinden geçen yol ise Ortacalar kasabasına gidiyormuş.
Yolun birleştiği yerde buluna eski yapı ev ve yan kısmında açık alan havyan yeri ile üst kısmında bulunan yüklük evinde ise hayvan yemleri ve mısırlar kurutuluyordu.
Köprü ayakları altında ise Şimşir ağacı vardı ki bundan yapılan kaşıkları evlerimizde kullanırken öncelikli tercihimiz oluyor.
Bizler etrafı gezip dolaşıp havanın güzelliğinden de yararlanırken, bol bol da resim çekildik.
Eğer birgün niyetlenirseniz muhakkak gitmenizi ve oraları görmenizi tavsiye ederiz.
5 Ağustos 2008 Salı
Arhavi Kapisre Deresi vadisi
Arhavi Kapisre Deresi vadisi
Deniz kıyısından 3000 M.ye çıkan dağlık yapıdan beslenen debisi ve akışı düzensiz birçok derecikten beslenen ve yaklaşık 35 kilometre uzunluğundaki Arhavi (Kapisre) deresi ilçede mevcut tek akarsudur. Bu dere kenarından yukarı doğru gittikçe vadinin neredeyse tamamen dinamitlendiği, kamyonlarla ya deniz doldurmaya ya da HES’ler için (Hidro elektirk santral yani baraj doldu malzemesi olarak) taşınıyordu. Etrafın o güzelim doğal bütünlüğü kalmamış, bir yandan kazı makineleri bir yandan da dinamit yuvaları açanlar ile gürültü, toz birbirine karışmış durumdaydı.
Teknolojinin gelişimi, toplumsal yaşamı kolaylaştıran üretimler, sosyal ilişkileri arttıran yollar… Ama diğer yandan da yadsınmayacak kayıplar… Bu konuda ilginizi çekecek bir makaleyi sizlerle paylaşalım…
Deniz Alasının Yaşama Alanları Yok Ediliyor…
Eğer istenirse ya da merak edilirse bu veya benzeri birçok makaleye ulaşmanız mümkün...
Bir görüşü eklemeden kendimi alamıyacağım:
''Eğer santraller yapılırsa yöredeki tarihi ve turistik değerlerimiz yok olacaktır. Bölgemizdeki bir çok endemik bitki ve canlı türü yok olacak, bölgedeki fauna ve flora önemli oranda etkilenecektir.'' ...
Fındıklı Dereleri Destek!
4 Ağustos 2008 Pazartesi
Arhavi Gezisi - 6 - Ve Arhavi...
Nihayet uzaktan da olsa Arhavi’yi ve arkasını yaslamış olduğu heybetli zirveleri karla kaplı Kaçkar Dağlarını görmeye başladık.
Fırtına deresinin üzerindeki köprüyü geçtikten sonra akşam üzerinin ufuk çizgisindeki grup manzarasını seyredip çektik.
Ulaşmamız normal varma zamanını oldukça geçtiği için bizi bayağı merak etmişler. Ama biz dilenci vapuru gibi gördüğümüz ilgi çekici bir yer olduğunda durup oyalanmaktan geç kaldık, ne yapalım !...
Ayşen Hanımın kız kardeşi Saniye Hanım, sağ olsun, üşenmemiş bizler için yorulmuş nefis bir akşam yemeği masası hazırlamış. Bizler oturupta sohbet etmekten, gülüp kırılmaktan yemekten de geç kalktık…
Yemek sonrası getirilen meyveler ise diğerlerine benzese de farklıydı. Mesela armutlardan birini adı HECECUL idi genelde Gürcistan’dan, Bakü’den gelirmiş. Diğer armudun adı DALKIRAN, elmanın adı ise Demir elma’ymış. Tadları ise çk güzel ve tatlımcaktı. Bizler Sarp sınır kapısına gittiğimizde ve dönüşte Hopa‘da bunlardan ve tatlı hurmalardan aldık.
Ertesi gün sabah kıyıdan açılmakta olan balıkçı teknesi ile peşine düşen martılar, hemen liman ucu fenerinin yanında güzel bir görünüm veriyorlardı.
Havanın açık, güneşli ve mevsimine göre ılık olması ile gezimize devam etmek için evden çıktık…
3 Ağustos 2008 Pazar
Arhavi Gezisi - 5 - Dağ Su'ları..
Dağ Su'ları..
Bu gezimizi Kasım ayı içinde yaptığımızdan her taraftan dağ suları akıyor kaynıyordu. Olabildiğince düzleşmiş çift yönlü yolda rahat bir yolculuk yaparken, yol kenarlarına kadar inmiş, küçük çavlanlar halinde buz gibi akan dağ sularını gördükçe durup içip bol resimlerini çektik.
Bazıları az su taşırken bazıları insan kalınlığında bolca akıyordu. Hele bir tane vardı ki yaklaşık 25 – 30 metre yüksekten düşüyordu. Sırrı bey dayanamayıp yanına kadar gidip resimledi.
Bu akan suların yanında bir yandan denizden diğer yandan dağlardan gelen esinti ile birlikte deniz ve su sesleri arasında ayrılmak istemedik.
Ama yolcu yolunda gerek….
2 Ağustos 2008 Cumartesi
Arhavi Gezisi – 4 – Beşikdüzü
Gezimize yol üstünde gördüğümüz yerlere uğrayarak devam ettik. Beşikdüzü’ne gelince yolun hemen sağ tarafında bir kamyon park yerinin hemen karşısında gördüğümüz çay ocağı ve bahçesinin davetine hayır diyemedik !...
Çay ocağına çaylarımızı söyleyip, masa üzerine nevalelerimizi döktük. Minik bir havuz, üzerinde küçük bir köprü ve yemyeşil bahçe içinde, çok güzel demlenmiş çaylarımızla birlikte yedik.
Üstüne bir de yorgunluk çayımızı içip tekrar yollandık. Yol üzerinde gördüğümüz yerel kumaş üreten bit atölye görünce hemen durup girdik. İçeride birbirinden güzel, rengarenk, albenili o kadar çok çeşitli bezler vardı ki.
Bunlar Çarşıbaşı beldesinin Keşan Bezi’ymiş. Kök boyaları ile renklendirilen iplerle örülen bezlerden, masa örtüsü, giyim, şal, örtü gibi ürünler yapılıyormuş.
Bu arada orada bezlerin örülme esnasında kullanılan malzeme ve tezgahı da sergiliyorlardı. Biraz alışveriş yapıp tekrar yollandık.
1 Ağustos 2008 Cuma
Arhavi Gezisi _ 03
Hoynat adasından sonra yol Perşembe’ye doğru düzleşiyor. Yol düz diye araba sürücüleri biraz dikkati dağıtacak şekilde araba kullandıkları için bizler geride kaldık !...
Ordu girişinde bizleri, yapılan anıtın fındık şekillerinin içinden çıkan sular karşıladı. Karadeniz adacıkları bu kısımda birkaç tane var. Etrafında ise uçuşan martılar balık peşinde…
Yapılan tüneller ile yapılmakta olan köprü geçişleri mevcut yol güzergahını daha da düz hale getirecek gibi. Fakat köprü geçişlerinin yapıldığı küçük koylar Karadeniz’de balıkçılık yapanlar için bir sığınma yeri, yapılmış olan küçük çekekler ise kayıklarını çekip bakım yapıp korudukları yerler. Bakalım bunlar yol yapımlarından gördükleri zararları ne kadar giderebilecekleri ?...
Tirebolu kalesi (ilçe merkezinden denize doğru uzanan bir yarımada üzerinde kurulu olan 13, y.y. dan kalma Sen-Jan Kalesi), balıkçı limanı, balıkçı kayıkları ile yol kenarındaki yürüyüş yolu parkı ile ilgimizi çekti.