SEYYAH & SOFRAM...
30 Eylül 2008 Salı
Acıgöl Soda yatakları - Tuz gölü
Bizler Antalya’ya gitmekten vazgeçip, gezi planımızı değiştirip, Denizli tarafına gitmeye karar verdik. Burdur’dan gene aynı yolu takip ederek Dinar üzerinden yola devam ettik.
Dazkırı ile Çardak arasında yolun sağ tarafında gördüğümüz beyaz göl ilgimiz çekince durup resimledik. Meğer burası soda tuz yataklarıymış. Resimleri çekip yola devam ettiğimizde gölün uç kısmında da bu ürünü değerlendirip işleyen fabrikasını da görmüş olduk. Dağlardan gelen tatlı su kaynaklarından beslenen göl (Acı Göl), yazları tamamına yakın kuruyormuş. Birçok kuş türüne ev sahipliği yapıyormuş. Konya’daki Tuz gölünden sonra ülkenin en tuzlu ikinci gölüymüş.
Elde ettiğimiz bilgiler;
- Sodyum sülfat nötr bir tuzdur ve doğal kaynaklardan (göl ve deniz suları), tabii minerallerden, yeraltından ve kimyasal proseslerden yan ürün olarak üretilmektedir.
- Konya Cihanbeyli ilçesine bağlı Bolluk ve Tersakan gölleri ile Afyon'a bağlı Dazkırı ve Denizli'ye bağlı Çardak ilçeleri arasında yer alan Acıgöl'den doğal sodyum sülfat üretilmektedir.
- Soda ve soda külü; başlıca, cam üretiminde Na2Û kaynağı, birçok sodyumlu kimyasal maddelerin yapılmasında, suların temizlenmesinde,
kağıt üretiminde, demir cevherlerinden kükürtlerin alınmasında ve başka birçok alanda kullanım alanı bulmaktadır. Doğal soda, cam ve şişe, petrol, kağıt, deterjan, kimya ve kostik soda gibi birçok sanayi kolunun yararlandığı önemli bir endüstriyel hammaddedir.
- Dünya tuz istihsali 42,5 milyon tonu aşkındır. Dünyada mevcut 95 kadar müstahsil memleket arasında yurdumuz, Amerika Birleşik Devletleri (3,5 milyonu kaya 16,4 milyonu diğer menbalardan), Çin (2,85 milyon), Hindistan (2,4 milyon), Almanya (2 milyon), Brezilya (800 bin) dan sonra 490 bin tonla altıncı gelmektedir.
- İnsanların iklim şartlarına göre yıllık tuz ihtiyacı 3-12 kilo arasında değişmektedir.
29 Eylül 2008 Pazartesi
Burdur İnsuyu mağarası 2
Bu mağara Türkiye’nin turizme açılan ilk mağarasıymış. Yükseltisi 1230 metre olan İnsuyu Mağarası'nın ölçülen uzunluğu yaklaşık 2150 metre. İnsuyu'nun, Kızılin Mağarası ile irtibatlı olma olasılığı yüksek görünüyormuş. İçinde mevcut olan15’e yakın göl varmış, bizler Dilek ve Büyük gölleri ziyaret ettik. 597 metrelik bölümü gezilebilen mağaranın içinde birbirleriyle bağlantılı irili ufaklı dokuz göl varmış. Bunlardan "Büyük Göl" adıyla anılanı 512 m2’lik alanıyla Türkiye’nin en büyük yer altı gölüymüş.
Tahmini 1 metrelik sütunun 10 -15 bin yılda oluşmuş olan sarkıt ve dikitler, seyre doyum olmayacak güzelliklerdeydiler. Dilek Gölü’nde bulunan dikit, 6 metrelik boyuyla Türkiye’nin en büyük dikitiymiş. İlk bilimsel çalışalar Prof.Dr. Temuçin Aygen tarafından 1952 yılında başlanmış.
1965 yılında o zamanki vali Vefik Kitapçıgil’in gayretleri ile turizme açılmış.
Dilek gölünde hiç su kalmamıştı, büyük gölde ise dip kısmında az miktar su kalmıştı fakat suyun rengi ve berraklığını anlatacak kelimeyi bulamadık.
İçeri girerken mağaranın kapısında yüzümüze çarpan müthiş kuvvetli rüzgâr, içeri girince karşılaştığım insanı rahatlatan ferahlatan serinliği ile birlikte düzenlenen ışıklandırmanın da etkisiyle sarkıt ve dikitlerdeki renk cümbüşü içeride dolaşırken bize zamanı ve olası tehlikeleri unutturacak kadar güzeldi.
Dışarı çıktığımızda satış yerlerinden birinde eşimin bulduğu Ceviz Ezmesi'nden almadan gitmek olmazdı, hem tadına baktık hem de biraz yüklendik….
Eğer yolunuz düşerse muhakkak zaman ayırın deriz….
(Daha fazla bilgi için: İnsuyu Mağarası
İnsuyu Mağarası
Filmi için:
İnsuyu Mağarası Filmi için
Gezinin Fotoğrafları:
Burdur İnsuyu mağarası
CEVİZ EZMESİ:
Bir kg. irmik ve 1 kg dövülmüş ceviz bir kaba konur. Diğer yandan bir bardak su bir tencere içinde, ateş üzerinde ılıklaştırılır. 1 kg. şeker ılık su üzerine dökülerek eriyinceye kadar karıştırılır. Şeker eriyince, irmik ve ceviz karışımı eklenerek iyice karıştırılır. Kıvama gelen bu karışım, pudra şekeri serpilmiş bir tepsiye dökülerek, kaşığın ters yüzü ile aynı kalınlıkta yayılır ve baklava kesimi yapılır. Burdurluların hediye olarak il dışına götürdükleri tatlı çeşidinin en yaygın olanıdır.
KAYNAK:
Burdur Evi Görevlisi Sayın Ahmet Öztürk'ün sayfasından (site.mynet.com/kocaoda1830)
CEVİZ EZMESİ
28 Eylül 2008 Pazar
Burdur İnsuyu mağarası 1
Baki bey konağına gittiğimizde öğle arası olmasından dolayı beklemek istemedik zira zamana karşı bir planlama yapmıştık. O arada bizlere bu mağaraları önerdiler, uzaklığının da 13 km. kadar olduğun öğrenince bu ara zamanı değerlendirmiş olalım istedik.
Antalya istikametine doğru giderken kısa süre sonra sağ tarafa doğru yön levhası size yolu gösteriyor. Geniş bir alanın etrafında arabalar park edilmiş, orada yüksek birkaç çınar ve selvi, altlarında bir havuz, karşında merdivenler, iki taraflı açık kahveler ile satış yerleri, ortalarında gişe…
Hemen oldukça düşük miktar olan ücretlerimizi verip içeri girdik. Yaklaşık 597 metre olduğu söylenen mağara içinde yürüyüş yolu betonlanmış, yol ışıklandırılmış, yön levhaları ile gidiş ve dönüş istikametleri belirtilmişti.
Hikaye bu ya; Sagalassos kralı Severianus tek kızı Asume’yi soylu bir alenin oğlu ile evlendirir ama çift geçinemez, kral üzülür, kızar, adamlarına cezalandırılmaları emri verir. Bu mağaranın en uç noktasında ölüme terk edilirler. Geçen günler süresince çift bu mağaradaki şifalı suyla beslenir, bu arada ne olduysa birbirlerine karşı sevgileri başlar, büyüyen sevgileri ışık olur, mağaranın çıkışını gösterir. Bu nedenle bu mağarayı ziyaret eden karı-kocalar aynı yastıkta kocar, sevgililerin ise hiç ayrı düşmediği söylenir olmuş…
Gezinin Fotoğrafları:
Burdur İnsuyu mağarası
27 Eylül 2008 Cumartesi
Burdur ve Burdur evi ya da Baki Bey Konağı Etnografya Müzesi
Tarif ettikleri üzere ana yola çıkıp derenin diğer tarafında olan konağa ara köprüyü geçerek ulaştık. İçerisi de diğeri gibi farklı ve güzeldi. İlgilinin öğle mesaisi nedeni ile, henüz gelmediği söylenince yakınlarda olan İnsuyu mağarasına gidip dönüşte uğramayı planladık. Yaklaşık 13 km. uzaklıkta olan mağarayı ziyarete gidip gezdikten sonra geri geldik.
Geldiğimizde ilgili kişinin genç ve girişken biri olması, bize açıklayıcı bilgileri üşenmeden aktarması, sorduğumuz sorular üzerine daha çok ilgilenmesine yol açtı.
Bu da diğeri gibi 17.inci y.y. Osmanlı sivil mimarisinin ender güzel örneklerinden. Tapu kaydı Raşit bey adına kayıtlı görünmesine rağmen dedesi ya da babası tarafından yapıldığı düşünülmekteymiş.
İki katlı olan yapını bir kısmı daha önceleri yıkılmış, oldukça yüksek olan üst kata taş merdivenlerle çıkılıyor. Alt katta eskiden ahır, ambar gibi kullanılan odalar vardı.
İkinci kat ahşap direkli, sivri kemerli ve ahşap tırabzanlarla çevrili bir eyvan sofa ile bahçeye bakıyor. Sofanın tavanı, dönemin zengin ahşap işçiliği ile, çatı saçakları da ahşap oyma işçiliği ile bezendirilmişti. En güzel oda gene başodaydı. Odanın tavanı, yüklük kapakları, pencere pervazları altın-gümüş varaklarla ve kalem işi süslemelerle bezenmişti. Vitraylar süslemeleri tamamlamıştı. Motifler genel olarak devrin bitkisel süsüleme özelliklerini yansıtıyordu. Başodadan sonra iki küçük oda daha vardı, aynı albenili süslemeler de buralarda da mevcuttu.
Odalardan birinde duvara gömülü yapılmış dolaplardan birinde üzeri bir tahta kapakla açılıp kapanan küçük bir banyo ya da abdest almak için kullanılabilecek bir yer yapılmıştı. Buna benzer yapılanmalar bizlerin eski evlerinde de bulunurdu.
Diğer bir küçük odada, yerel olarak kullanılan kumaşların yapıldığı tezgahlar, buralarda üretilmiş olan kumaşlar, bunlardan yapılmış olan elbiseler, mutfak kap ve malzemeleri bulunuyordu.
Alt katta bir tarafta eskiden kullanılmış olan demirci körüğü, diğer tarafında ise kumaş, halı örme tezgahı, bir köşede kalmış içi boş bir sandık gelenleri karşılıyordu.
Bahçede oturacak yerler ve ortada bir kuyu, kenarında eskiden etlerin asılıp kuyuya sarkıtıldığı demirden askılar, üzerinde artık meyvesi kalmamış olan dut ağacı da gölgeliği sağlıyordu.
Konakla aynı bahçede ama karşı tarafında buluna bir yapıyı gittik. Baki Bey konağı bahçesinde yer alan bu binanın adı Çelikbaşlar Evi’ymiş. İki katlı olup, ilk katı taş ikinci katı ahşap – kâgirden yapılmıştı, ikinci kat cumbalıydı. Girişte alt kattaki tüm odaların açıldığı geniş bir sofa vardı. İlk katta 5 ikinci katta 6 oda bulunuyor. Bina çok sayıda pencere ile aydınlık bir hale getirilmişti.
İl kültür ve turizm müdürlüğü olarak kullanılıyormuş. Burası da özgün yerel üretimlerin yapılıp satışa sunulduğu yermiş. Hanımlar incelemelerini yaparken biz ilgili görevli kişi (Sayın Ahmet ÖZTÜRK) ile sohbete daldık. Kendi çabası ile hazırlamış olduğu kişisel web sayfa adresini verdi, ayrıca burası ile ilgili hazırlanmış bir de cd takdim etti, Burdur hakkında birçokta kaynak broşür ve kitap verdi. Bizde kendi web adreslerimizi verdik.
Dışarıda bulunan geniş giriş holünde yede duran alçıya sarılmış malzemeleri görünce sorduğumda çok ilginç bir cevap aldık. Meğer bunlar asırlar önce yaşamış bir hayvanın dişi ile bazı kemikleriymiş. Dişin boyu en az 3,5 – 4 metre kadardı, diğer kemiklerin ölçüleri de bundan farklı değildi. Tahmini olarak bir fil ya da mamut benzeri hayvana ait olabileceği yeni bulunduğunu ve henüz tam inceleme ve sonuçlanma olmadığını belirtti. Bu da bizler hele çocuklarımız için çok ilgi çekici ve bilgi arttırıcı oldu.
Burada bulduğumuz Çörekotu kahvesi'nden birkaç paket alarak, veda ve teşekkür edip ayrıldık.
Daha fazla bilgi için:
Ahmet ÖZTÜRK
Burdur Evi Görevlisi
Baki Bey Konağı
Burdur evi ya da Baki Bey Konağı
26 Eylül 2008 Cuma
Burdur ve Taşoda Konağı Etnografya Müzesi
Şehir içinde gezip eski evleri resimlerken bizi gören bir bey ilgimizi çekebilecek bir yer olduğunu söyleyerek tarif verdi, bulana kadar da uzaktan da olsa ayrılmadı, sağ olsun.
Kapısında Taş oda yazan konağın içine girdiğimizde şaşkınlık daha arttı, o ne güzellikti öyle… Tahmini olarak en erken 17.inci y.y. da yapıldığı düşünülmektedir. İki katlı olarak inşa edilen binada yapı malzemesi olarak taş, kerpiç ve ahşap birlikte kullanılmış. Ahşap korkuluklu merdivenden çıkılan üst katta bulunan sofaya açılan başoda ve 4 oda vardı. Ahşap ve kalem işçiliği, alçı kabartmalar, hat örnekleri ve vitrayları ile ilgi çekiciydi.
Ayrıca bu üst kattaki odalarda giysiler, takılar, bilezikler, el işleme örnekleri, mutfak eşyaları, yazmalar ve yazı takımları sergileniyordu.
Ayrıca Gelin odası, duvarlarda dolap ve rafları ile o zamanın yaşamından bir kesit sunuyor.
Gerek odalarda gerekse sofada tavan ahşap işçiliği ile hem tavan hem yan duvar süslemeleri çok ince el kalem sanat işçiliğinin eseriydi.
Alt katta bulunan giriş odası genişçe, içi yer sedirleri ve saman örgü sandalyeler ile oturma yeri olarak düzenlenmişti.
Alt giriş kat ve bahçe kır kahvesi şeklinde hazırlanmıştı. Bizde oturup bir sabah çayı içelim istedik. Gelen güvelik görevlisi bizlere Çörekotu kahvesi önerdi. Merakla sorup öğrendik, birer bardak sipariş verdik. Tadı Türk kahvesine benzemekle beraber değişik bir tadı ile hoşumuza gitti. Ellerinde fazladan olmadığından alamadık. Birde bize bir başka evi de tarif edip ziyaret etmemizi önerdiler.
Bu vesile ile tüm gönül dostlarımızın mübarek KADİR GECESİ'ni kutluyor, hep birlikte sağlıkla ve hayırlarla dolu daha nicelerine ulaşmalarını diliyoruz.
25 Eylül 2008 Perşembe
Burdur ve Ulu Camii ile Saat kulesi
Müzeden çıkıp Pazar mahallesinde yer aldığı söylenen saat kulesini aramaya başladık. Bu arada birçok eski yapım şehir ev sokaklarını da dolaşmış olduk.
Gene aynı yerde bulunan Saat Kulesi, 1936 yılında yapılmış, caminin yaklaşık 10 metre kadar üst tarafında bulunuyor. Kesme taşlarla kare planda yapılmış. İçindeki merdivenlerle çıkılıyor. Zeminden âleme kadar altı boğum halinde daralarak çıkan kulede dördüncü katta her biri şehrin dört yanına bakan dört büyük saat yerleştirilmiş ve bu mekâna şerefe görüntüsü verilmiş. Saatlerin üzerinde ise dört pencereli ve piramidal çatısı âlem ile nihayetlenen bir oda varmış. Yüksekliği 30 m. imiş.
Gene aynı yerde bulunan Hamit oğlu Dündar bey tarafından 1300 yıllarında yaptırılan caminin açık olan bir kapısından içeri girdik. Ferah ve aydınlık yapısı, iç süslemelerdeki kalem işçiliklerinin güzellikleri, hem altta hem de mahfil şeklinde iki tane olanlardan müezzin yerine çıkılan merdivenle üste çıktığımızda caminin iç güzelliği daha belirgin oldu. Tavan ve mahfilin alt kısmında yapılan işçilikler, ince sanat ruhunu çok güzel yansıttığına şahit olduk. Giriş kapısının üzerine yapılan tahta oyma sanatının ustalığı ile ortaya konan kelimeyi şahadet ile Allah ve Muhammed yazıları harikaydı.
Camii kesme blok taşlardan yapılmış. Ahşap tavanlı ve kiremit çatılı. Beden duvarlarında iki sıra halinde sivri kemerli pencereler yer almakta. Mihrap ve minberi mermerden yapılmış. Camiinin kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerinde bulunan iki minaresi kare kaideli silindire yakın çok gen gövdeli olup şerefe altları klasik baklava ve stalâktitlerle (sarkıt) süslenmişti.
24 Eylül 2008 Çarşamba
Burdur Müzesi 4.üncü Bölüm
Antik yaşam kalıntı ve buluntuları birbirinden ilginç ve hayret verici güzellikteydi. İmparator heykelleri, Antoninler çeşmesi, ince işçiliğin eserleri cam eşyalar ve bunların yapılma tekniklerini anlatan bilgiler, siyah ve kırmızı figür tekniği ile yapılan Attika (Yunanistan'da bir coğrafi bölge) vazoları, kandiller, yapımı ile fırınlama tekniklerini anlatan açıklayıcı bilgi levhaları zamanımızın nasıl geçtiğini anlamamamıza yol açtı.
Güler yüzlü ve nazik müze personeline bir daha teşekkürlerimizi iletelim…
Sanal olarak gezmek isteyenler için:
burdurarkeoloji
Bahçesine bakmak için:
Burdur Müze Bahçesi
23 Eylül 2008 Salı
Burdur Müzesi 3.üncü Bölüm
Gitmeden önce danıştıklarımız pek görülebilecek bir şey olmadığından bahsettikleri için zaman olarak kısa süre ayırmıştık, bundan da pişman olduk fakat planladığımız gezi düzenine uymak zorunda olduğumuzdan birçok yerini görüp gezemedik. Sizler bu hatayı yapmayın, en az bir gününüzü bu şehre ve etrafına ayırın.
Müzede sergilenen eserlerin yanında açıklayıcı bilgi levhaları bizleri aydınlatırken, eserlerin yerleştirme şekilleri sıkmadan ayrı ayrı hepsini incelememize fırsat verdi.
Bahçesine bakmak için:
Burdur Müze Bahçesi
22 Eylül 2008 Pazartesi
Burdur Müzesi 2.inci Bölüm
Burdur Müzesi, şimdiye kadar gördüğümüz müzeler içinde en çok hoşumuza giden, beğenimizi alan bir yapılanma, aydınlatma, düzenleme ile karşımızdaydı. Göller ve güller kenti diye de bilinen Burdur, M.Ö. 3000 yıllarına kadar dayanan antik çağ yaşam kalıntılarına sahip. Bu çerçevede il sınırları içinde, 50’ye yakın höyük ve Tümülüs ile 25’ten fazla ören yeri ve antik kent yerleşim yeri bulunduğunu öğrendik.
Bahçesine bakmak için:
Burdur Müze Bahçesi
21 Eylül 2008 Pazar
Burdur Müzesi 1.inci Bölüm
Sabah Isparta’da dolaştıktan sonra Burdur’a doğru yol aldık. Yaklaşık 55 km. civarında bir mesafe vardı. 40 dakika kadar sonra, yolda da dura dura resimler çeke çeke, ulaştık. Günlerden Pazar olması nedeni ile sakin bir trafik vardı. Hemen sorarak müzesini bulduk. Müze Kart’ımızı göstererek ücret ödemeden müzeye girdik.
Gene bizlere çok yardımcı olan personelin yardımıyla ön bilgiler aldık, şehir haritası, şehirle ilgili broşürler verdiler. Bahçesine geçtik, nefis kokular bizleri karşıladı. Bahçeye ekilmiş olan kokulu güller nefis görünüm ve enfes kokuları ile içimizi açtı.
Bahçesine bakmak için:
Burdur Müze Bahçesi
20 Eylül 2008 Cumartesi
Gül yağı ve suyu imalatı
Üretim sabahın erken saatlerinde toplanan gül çiçeklerinin damıtma kazanlarına (imbik) doldurulması ile başlarmış. Her bir damıtma kazanına 1500 kg. su 500 kg. gül çiçeği konulur, kapağı kapatılan kazana önce doğrudan buhar verilir, böylece kazan içindeki gül çiçeğinin su ile tamamen karışması sağlanırmış.
Daha sonra kazan içinde dolanan serpantine buhar verilerek kaynatma başlatılırmış. Kaynamanın başlaması ile parçalanan gül hücrelerindeki kokulu maddeler su buharına geçermiş. Su buharı kazan içinde yükselerek, üst konikten soğutucuya (müberrit) geçerek yoğunlaşmaya başlarmış. Yoğunlaşan gül yağlı su soğutucu kolondan, ayırıcıya akarmış. Ayırıcıya toplanan yağlı sudan, yoğunluğu düşük olan gülyağı ayrılarak üstte toplanmaya başlarmış. En sonunda şişede toplanan bu yağlar ‘’ilk yağ’’ veya ’’ham yağ’’ olarak adlandırılırmış.
İlk yağın altında kalan yağlı sular, içlerinde çözünmüş olarak bir miktar daha yağ bulundururlarmış. Bir tankta toplanan bu yağlı sular daha sonra bir başka damıtma kazanına doldurularak, tekrar damıtılırmış. Damıtmanın sonunda, bir miktar gülyağı ayırıcının üzerinde toplanırmış. Bu yağlarda ‘’ikinci yağ’’ olarak adlandırılırmış.
Gülyağı, ilk ve ikinci yağların karışımıymış. Ayırıcıda kalan kokulu su ise Gülsuyu’ymuş, gülyağı üretimi esnasında yan ürün olarak elde edilirmiş.
Bizde bunlardan birer örnek olarak biraz aldık. Tabi yanında da çok sevdiğimiz gül çayı bol bol kurutulmuş gül çiçeği yaprağını da unutmadık. Anlayacağınız arabanın bagajı şimdiden dolmaya başladı, iyi ki az eşya ile yola çıkmışız !...
19 Eylül 2008 Cuma
Isparta Evleri
Etraf sokaklarında bulunan eski evleri görmek için ara ve arka sokaklara daldık. Bu kısa gezinti sırasında eski ama bir kısmı restore edilmiş evlerin önünde oturan şirin, tonton yaşlılarla sohbetlerimiz oldu. Hatta bir evin resmin çekerken ki kapısının üzerinde 1930 tarihi vardı, pencereye çıkan yaşlı bir hanım neden çektiğimizi sorması ile başlayan konuşma sohbete döndü. Evlerini kendilerinin yenilediklerini, diğer bazı evlerin belediye desteği ile yapıldığını anlattı. Yılardır kendi ailelerinde olan bu evin hatırası ve anısından bahsetti. Fakat her ev bu kadar şanslı değildi, çoğu harabe halde, bir kısmının içi hurdalık depo gibi olmuştu. Ama yenilenenleri gördükçe oralardan ayrılmakta zorlandık.
Bu evler genel olarak 2 katlı nadiren 3 katlı oluyormuş. Zemim kat duvarları tamamen taştan, üst kat duvarları kerpiç dolgu ya da bağdadi olarak yapılırmış. Ahşap malzeme, taşıyıcı sistemlerde, doğramada ve üst örtüde kullanılırmış. Evlerin zemin katları taşlık, servis odaları ile kışlık odalardan, üst katta ise diğer yaşam odaları ile bunların açıldığı hanay’dan meydana gelirmiş.
‘’Şah Nişi’’ de denilen ‘’Baş Oda’’ya birkaç basamak merdivenle girilir, diğer odalara göre daha süslü ve albenili olurmuş. Duvardan duvara uzanan raflar, nişler ve dolaplar el uzanma mesafesinde kullanım kolaylığı olacak şekilde yapılarak yaşamı kolaylaştıracak şekilde inşa edilirmiş.
Daha fazla bilgi ve fotoğraflar için:
ESKİ ISPARTA EVLERİ
18 Eylül 2008 Perşembe
Isparta – 2.inci gün
Sabah şehre genel olarak panoramik bakan teras katta kahvaltımızı yaparak başladık. Odamızı topladık, hesabımızı ödedik, müzenin yolunu öğrenip Isparta müzesine gittik.
Orada görevli genç delikanlı arkadaşın ön bilgi olarak bizimle paylaştığı bilgi ve broşürlerden sonra dolaşmaya başladık. İlk girişte bulunan antik bulntu eserlerden sonra hemen sağ taraf dönünce yerel etnoğrafik eserlerin sergilendiği galeri ile karşılaştık. Birbirinden ilginç değişik halılar, 18 y.y. dan kalma bir kapı, günlük yaşamdan kesitler sunulan görsel vitrinler ile yerel bir evin iç görünümü ve Yörük çadırı, diğer objeler bizleri mest etti.
Isparta’da Harmanören (Göndürle) Höyüğünden elde edilen buluntular, Bayat ve Sütçüler beldelerinde bulunan Roma dönemi buluntuları, altın ağırlıklı Eğirdir Definesi, gümüş ağırlıklı Karaağaç Definesi sikkeleri, Osmanlı dönemine kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan kullanılmış paralar ve çeşitleri, antik cam eşyalar ile antik mezar taşları ile heykeller seyre değerdi.
Gezimiz bittiğinde görevli genç arkadaş bize bir sürpriz yaptı. Müzenin üst ara katında bir küçük multimedya seyir yeri hazırlanmış. Bizlerin çok ilgili ve çok soran bir aile olduğumu görünce bizlere İl Valiliği tarafından hazırlanmış bir dvd seyrettirdi ki bu her müzede de yapılmalı. Satın almak istediğimizde ise aradığında ellerinde kalmamış olduğunu fakat il kültür müdürlüğünden bulabileceğimiz söyledi.
Yerin tarifini alarak teşekkür edip ayrıldık. Çarşı içinde orayı bulduk, Pazar günü olmasına rağmen, nöbetçi görevli bey, bizlere yardımcı olmak için bayağı gayret etti. Arzu ettiğimiz film cd sini bulamamakla beraber bizlere epeyi kaynak harita ve broşür verdi.
17 Eylül 2008 Çarşamba
Isparta – 1.inci gün
Akşamüzeri saat 7’ ye doğru şehre ulaştık. Giriş kısmı gidiş geliş çift şeritli, orta kısmı ağaçlıklı ve yeşillikli, şehrin hemen girişinde sağ tarafta Süleyman Demirel Üniversitesi giriş kapısı, modernize edilmiş 2 yaprak arasına yerleştirilmiş gül ile şehrin karakteristik özelliği vurgulanmak istenmiş.
Şehre girince öğretmenevini arayıp, çevik kuvvet polis memurlarının da yardımı ile bulduk, yer ayırtmada geç kaldığımız için yer olmadığından bizlere yardımcı olup yönlendirme yaptılar. Orada da yer bulamayınca etrafı da bilmediğimizden bakınmaya başladık. Emniyet müdürlüğünün yan tarafına park ettiğimiz araba başında dururken yanımıza gelen görevli polis memurunun önerisi ile hemen karşılarında yer alan bir otele gittik. Temiz, yazılanlara uyan özelliklere sahip ve istenen ücreti de (2 kişilik odalar çift kişi 75 ytl, kahvatlı dahil), artık hava iyice karadığında ve de mecburen kabul edip kayıt yaptırıp eşyalarımızı odalara yerleştirip az dinlenip hemen şehri gezmek için dışarı çıktık.
Otelin merkezi bir yerde olması gidilebilecek yerlere yakınlığı da işimizi kolaylaştırdı. Vilayet binası karşısında yer alan anıtta hatıra resimleri çekildik. Gene vilayetin sağ tarafında yer alan Kutlubey (Ulu) camii’ni bulduk. H.833/M.1429 tarihinde yapılmış. İsmini yaptıran Osmanlı komutanı Kutlubey’den almış. İçi tek büyük kubbe etrafında küçük yan (eliptik) ve köşelerde ise birer küçük kubbeden müteşekkil, içleri farklı güzel kalem işçiliği ile bezenmiş (İç cephelerde, özellikle örtü ve pandantif yüzeylerinde kalem işi süslemeler ile madalyonlar göze çarpıyordu), aydınlık, temiz bir camiydi. Bir tarafta sanırım dabbaklanmış koyun derisi üzerine ay yıldız şeklinde hat yazısı ile bezenmiş bir çerçeve vardı. Sütun başlıkları ise özgün ve antik buluntulardan değildi. Minaresi cami dışında bitişik nizam ama ayrı yapılmıştı. Yapılış şekli apayrı bir yazı konusu…
Vilayet binasının hemen karşısında gene eski bir yapı gördük. Bedesten imiş, yaklaşık 10 kadar dükkan vardı, nispeten küçüktü. Adı Firdevs Bey Kapalı Bedesten Çarşısı’ymış. Firdevs Bey Bedesteni’ni Isparta Valisi Firdevs Bey, yaptırmış olduğu kendi ismini taşıyan camisine gelir sağlamak amacıyla 1561 yılında yaptırmış. Bedestenin kitabesi bulunmamakta.
Bunun arka tarafında eski bir hamam (Bey Hamamı, Hükümet Konağı yakınında, Ulu Cami’nin doğusunda yer alan Bey hamamı’nın ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemekte) onun karşısında da 1554 yılında yapılmış Halil Hamit Paşa (İplikçi) Camii’ni (İplik Pazarı’nda bulunan bu camiyi Ispartalı zenginlerden Abdi Ağa 1562 yılında yapımını başlatmış ve cami 1569 yılında tamamlanmış) gördük. Kesme taştan farklı bir mimari yapı ile kendini hemen fark ettiriyordu. Arka yan tarafındaki Şadırvan’ı ayrı bir yapı olarak yapılmış. Şadırvan ile cami arasında bitişik ama gene ayrıca yapılmış minaresi, şerefe alt ve üst kısımlarında ise kare baklava dilimi şeklinde çini bezemeler ile minarenin külah kısımlarını iç içe geçmiş, tepesindeki alemi ile ilgi çekiydi.
Arka sokak tarafında eski taş yığma yapı üzerine 2 katlı bir ilköğretim okulu binası ile onun da arka sokağında restore edilmiş eski evlerin bulunduğu araları keşfettik.
Hava iyice kararmaya başlayınca geri dönmeye başladık. O arada gül şekilli çinilerle yapılmış vilayet önündeki alanda ve dükkânların bulunduğu Mimar Sinan caddesinde birer çeşme gördük. Bu çeşmeden biraz ileride de yolun diğer tarafında 1561 yılında yapılmış olan Firdevs Bey (Mimar Sinan) Camii’ni bulduk. Dış duvarları yığma kesme taştan yapılmış olan caminin iç kısmında giriş bölümünde ışınsal sekizgen içinde tepe süsü, sade bir mihrap, mermerden yapılmış minberi, kubbesi dairesel temel çizgiler içinde geometrik yamuk şekilleri ile köşe süsü aralarında yıldız bezemesi, orta göbek dış dairesi devamlı saç örgü, en iç göbek ise iç içe geçmiş üç dikdörtgen ve yonca yaprağı şekli verilerek yazılmış olan ayetle tamamlanmıştı.
Vakit iyice ilerlediğinden, ertesi gün içinde dinlenmiş olmamız gerektiğinden otelimize dönüp istirahata çekildik.
16 Eylül 2008 Salı
Öğretmenin Yeri (Isparta yolu)
Öğretmenin Yeri
Sandıklı Dinar üzerinden Isparta’ya giderken, akşamüzerine doğru yaklaşık 40 – 50 km. kala, yolun sol tarafında gözümüze çarpan otantik yerleşimli bir kır kahvesini görünce hemen arabayı durdurup geri dönüp oraya gittik. Bahçe içinde masaların yanında yer minderleri ile döşenmiş, bir ailenin oturabileceği genişlikte yerler yapılmış. Gölgelik asma altında bir yer bularak hemen çöktük.
Gelen delikanlıya gözleme, ayran ve domates biber siparişlerimizi verdik. Bir yandan da ayaklarımızı uzatarak dinlenmeye, bu arada çektiğimiz fotoğrafları da bilgisayara yükleyip, izleyip, unutmadan eklememiz gereken notları yazdık.
Gelen sıcak gözlemelerimizi yiyip, ayranları içelim dedik. Ayranlar ne yazık ki ekşimişti, söylediğimizde de bildiklerini anladık. Burada da bir ilk yaşadık, bundan sonra önce tadına bakıp sonra sipariş vermeye başladık.
Üzerine birer sıcak demli çaylarımızı içip, bizce uygun gelen hesabı da (4 kişi 18 ytl.) ödeyip yola devam dedik.
Isparta yolu Öğretmenin Yeri
15 Eylül 2008 Pazartesi
Afyonkarahisar - 5 - Afyon Müzesi
Her gittiğimiz yerde yaptığımız gibi hemen Afyon müzesini arayıp bulduk. Müze kartlarımızı gösterip içeri girdik. Ve hemen uyarımızı aldık, ‘’MÜZEDE RESİM ÇEKMEK YASAKMIŞ’’…
Ama dış mekanda bahçede olanlar çekilebilirmiş… Herhalde bahçede olan eserler ‘TARİHİ ANTİK ESER DEĞİL’’…
İtirazımızı dile getirince, ki bakanlık bünyesindeki bu kadar müze gezdik, olmadık yerde bile flaşsız çekmek üzere bizlere müsaade edildi, ama burada valilik ya da bakanlık izni gerekiyormuş !...
Bizde içerideki tarihi buluntuları gezip dış mekanda olan ‘’TARİHİ OLMAYAN (!), İÇERDEKİLER KADAR DEĞERLİ OLMAYAN, RESİM ÇEKİLMESİNDE SAKINCASI OLMAYAN’’ antik ve tarihi buluntuları resimledik.
14 Eylül 2008 Pazar
Afyonkarahisar - 4 - Afyon Ulu Camii (Hocabey camii)
Camii Kebir mahallesinde olduğu söylenen Ulu cami’yi bulmak üzere şehir içinde harita yardımı ve sorarak bulmaya çalıştı. Camiyi bulmak için şehir içinde dolaşırken Afyon’un sivil mimari örneklerinden olan eski yapı evlerini de gör şansımız oldu. 1902 de geçirilmiş olan büyük yangından sonra yeniden planlanıp yapılan şehir ızgara biçiminde sokaklarla düzenlenmiş, çok düzgün ve akılcı şehircilik planlaması gözlenmektedir. Altı (6) ay gibi bir zamanda bitirilen bu evlerin hiçbiri diğerine benzememekte, birbirlerinin görüntülerini engellememekte, gün ışığından en iyi şekilde faydalanmakta, güney – kuzey rüzgârından en randımanlı şekilde yaralanılacak şekilde yapılanmış.
Büyük kısmı yeniden elden geçirilip restore edilen bu evler sokaklardaki birliktelikleri görülmeye seyredilmeye doyum olmayacak görüntülerle karşımıza çıktı.
Ulu cami (Hocabey camii)
1272 ile 1277 yılları arasında Sahipata Fahreddin Ali’nin oğlu Nasreddin Hasan tarafından mimar emir Hac bey’e 1033 metre kare üzerine yaptırılan cami üç (3) giriş kapılı olup bugün kuzey yönündeki kapı ile kullanılmaktaymış.
5 sıra 40 ahşap sütun üzerine sonradan alçak piramidal çatı ile örtülmüş. Sütun başlıkları ahap parçaların bindirme tekniği ile bazıları sarkıtlı bazıları ise baklava dilimli süslü olarak yapılmış. Ne yazık ki bu sütunlardan sadece 22 adeti özgün olarak kalabilmiştir. Mihrap tamamen mermerden yapılmıştır, mihrap alnında İhlas suresi, bordür kısmında ise Ayet-el Kürsi, son bölümde ise ustanın adı yazmakta.
Mihrabın sağın da ise ahşaptan yapılma minber yer alıyor. Duvarları dştan moloz taştan yapılmış, araları ise Horasan harcı ile derzlenmiş, saçak altlarında ise toplam 24 (biri kırılmış) çört’en (taştan yağmur oluğu) vardır. Minare kuzeybatı kısmında camiden ayrı olarak, birkaç yapı tekniği birlikte kullanılarak yapılmış. 76 basamakla çıkılan şerefe ise dört sıra kirpi burnu üzerine oturtulmuş kokuluklarla tamamlanmış. Caminin batı tarafında ise tuvaletler, gasilhanesi, abdest alma yerleri ile dernek binası mevcut.
İçerde gördüğümüz müezzin mahfeli ile kapı arasında korkuluklarla çevrili yerlerde, 2006 yılındaki restorasyon esnasında 3 tane mezar çıkmış, yeri belli olsun diye bu şekilde tespit edilmiş.
Caminin 10 metre kadar aşağısında yolun diğer tarafında Mevlevi olduğu söylenen zatlara ait bir de türbe vardı. O türbenin yanında da yukarı yürüme ile kaleye çıkılıyordu.
Dolaşıp hayranlıkla gördüklerimizi konuşurken yanımıza gelen bir bize bu açıklamaları yaptı, meğer orada görevli olan imam-müezzinmiş. Bilgisi ile konuya hakim olduğunu gösteren, konuşmasında verdiği teknik ve tarihi bilgiler ile bizlere bayağı yardımcı oldu. Epeyi de sohbet ettik, emsallerinin benzerlerinin çoğalması dileği ile vedalaşıp ayrıldık.
Geniş bilgi ve resimler:
Afyon Ulu Cami (Hocabey Camii)
13 Eylül 2008 Cumartesi
Afyonkarahisar - 3 - Gedik Ahmet Paşa cami
Oradan ayrılıp yapımı 1472 de başlanıp 1475 yılında tamamlanmış olan Gedik Ahmet Paşa cami ve imaret külliyesine gittik. Gene ana cadde üzerinde olan caminin bahçesinin yan tarafında da bir de hamamı bulunuyordu hali hazırda da çalışıyordu.
Camiden çıkınca bahçesinin ön kısmında bir genç tarafında satılmakta olan kara dutları görünce dayanamayıp bir paket aldık, bu sene ilk defa yemiş olduk. Tadını da özlemişiz hani.
12 Eylül 2008 Cuma
Afyonkarahisar - 2
Anıt parka doğru gidip, taş yapılı belediye binasını, arka sokaklarını, yan tarafında yapılmış olan orta kısmı havuzlarla bezenmiş yürüyüş yolundan inerek Zafer Anıtına ve bulunduğu parka gittik.
11 Eylül 2008 Perşembe
Afyonkarahisar - 1
Yola devam edip şehre yaklaşınca yolun hemen sağ tarafında gördüğümüz Kırkinler mağaralarını gördük. Afyon ilinde çok güzel peri bacaları olduğun biliyor muydunuz? Ayrıca bu il sınırları içinde birçok kaya yerleşimlerin olduğunu da bu vesile ile öğrendik.
Şehre girince bizi dış cephesi ve ilgi çekici yapım şekli Afyon Lisesi karşıladı.
Şehrin hâkim tepesinde kurulmuş olan Afyon kalesi ki 226 metre yüksekliğinde olup M.Ö. 1350 yıllarına kadar dayanıyormuş. İçinde 4 adet sarnıç ile Alaadin Keykubat zamanında yapılmış küçük bir mescit ile saray da bulunuyormuş.
Şehir merkezinde bulunan içinde Zafer anıtının da yer aldığı anıt parkın karşısında Zafer müzesini gezdik.
Müzenin sağ tarafında vilayet binasının önünde park içinde turizm danışma bürosu vardı. Uğrayıp il haritası, gezilip görülecek yerler hakkında broşür ve bilgi aldık. Bizlere çok yardımcı oldular ki bu gibi nazik yaklaşımı neredeyse her gittiğimiz yerde gördük.
Oradan da müzeye pek uzak olmayan arka tarafına gidip arabamızı park edip (yerel bir gazetenin bahçesine park etmemize müsaade etiler) etrafı gezmeye başladık. O civarda bulunan Karaman Camii’ni ziyaret ettik. Bu camide taş, tahta ve çini işçiliğinin çok güzel uyumlu birlikteliğini hayranlıkla izledik.
Gezimizden diğer görüntüler : Anadolu Medeniyetleri Müzesi
10 Eylül 2008 Çarşamba
Afyon Bayat ilçesi
Afyon istikametine giderken yol üzerinde olduğunu düşündüğümüz Eğerli Kaya Kilisesi‘ne de uğrayalım, görelim dedik. Yola çıkmadan önce yaptığımız araştırmalardan elde ettiğimiz bilgilerden koca bir dosya yapmıştık. Hatta kalacağımız, gitmemiz muhtemel yerlerin harita ve resimlerini de indirip basmıştık.
Bu da onlardan biri, Bayat ilçe merkezi ile İscehisar ilçesinin Doğlat köyü arasında, Eyerli Dağı’nın batı yamaçlarında olduğu, Afyon ilinde bulunan kaya kiliselerinin içinde en sağlam ve eksiksiz olanı diye de not düşülen hatta kilise içinde kiremit renkli kök boya ile işlenmiş desenler var diye de eklenmiş olan yeri aradık.
İlçenin hemen girişinde olan kır kahvesine girip ayaküstü tanıştığımız baba – oğla sorduk. Tam bilemediklerini ama ilçe içinde yardımcı olunabileceği söylendi. Ne yazık ki ilçe içinde de bu konuda yeterli yardımcı olabilecek bilgi edinemedik.
Kaymakamlık binası karşısında olan polis karakolunda tanıştığımız, plakasından hemşeri çıktığımız, polislerden tam bilgi alamayınca artık vazgeçtik. Yer tarif edemedik amma birer çayımızı için teklifine de teşekkür edip, ilçe içinde dolanmaya başladık.
Bu dolanma esnasında gördüğümüz bir değirmeni hemen resimledik.
9 Eylül 2008 Salı
Alagöz Karargâh Müzesi
(Sakarya Meydan Muharebesi Başkumandanlık Cephe Karargâhı)
Ankara’dan çıkıp Afyon istikametinde giderken geçtiğimiz Polatlı yolu üzerinde (burada da şehir içinde ve yakın mesafe dışında görülecek o kadar çok yer var ki), giderken gördüğümüz bir yön levhası ile işaretleri takip edip 4 km. sonra köyü bulduk, birkaç kişiye sorup müzeye ulaştık.
İlgili görevli kişinin de yardımıyla gezmeye başladık. Ali Türkoğlu varisleri tarafından Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilmiş. Fakat burası gene askeri bir yapıymış (Anıtkabir komutanlığına bağlı), o nedenle fotoğraf çekmek izne tabi yani yasakmış.
Bu ülkeye mal olmuş bu gibi şanlı tarihimizin yakın geçmişinin ve Atatürk’ün izlerini taşıyan mekânın ve eşyalarını resimlemenin yasaklılığının anlamını çözememekle beraber, itirazın yersiz ve neticesiz kalacağını da tecrübe ile öğrendiğimizden, büyük haz alarak, saygıyla anarak, kahramanlarımıza rahmet okuyarak, burayı hibe edip bağışlayanlara, emeği geçip ülke kültürüne kazandıranlara teşekkür ederek gezdik.
Verilen kitapçık ki bu da doyurucu, öğretici, aydınlatıcı bilgi ve müze içi resimleri ile doluydu. Bir kısım dış mekândan bizim çektiklerimiz ve bir kısım da bu kitapçıktan aldığımız resimlerle, sizleri de heveslendirip, yolunuz buradan geçerse muhakkak, gitmenize vesile olmayı diliyoruz.
Eğer gidecek ve içeride resim çekmek istiyorsanız önceden Anıtkabir Komutanlığı ile irtibata geçip izin almaya çalışın !...
Şimdi bu kitapçıktan alıntılar:
12 ağustos 1921 Mareşal Fevzi Çakmak ile birlikte, Türkoğlu Ali Ağa’ya ait çiftlik evine giden Atatürk, 23 Ağustos – 13 Eylül 1921 tarihleri arasında 22 gün ve gece süren savaşı bu binadan idare etmiş, savaş planlarını burada hazırlamış, tarihi kararlarını burada vermiş…
2 katlı ve 12 odalı olan bu ev, taş ve kerpiçten yapılmış, kiremit çatı ile örtülmüş, sofa ve bazı odaların tavanları ahşap oyma bezemelerden süslenmiş. Zamanında mutfak olarak kullanılan yer gene mutfak, girişin solundaki oda Muhabere odası, bu oda ve bu kattaki diğer odalarda savaşı gösteren fotoğraflar, Giysi Odası, Sağlık odası, bazı silahların teşhir edildiği odalar mevcut. Üst katta Başkomutanlık odası, kurmay heyeti odası, Dinlenme odası, Yaverler odası gibi odalarda da diğer görülmesi gereken objeler sergileniyor.
Geniş ve ferah bir bahçe içinde kurulmuş olan müze ev ziyaret edilmesi gerekenler listesinde yerini almalı…
8 Eylül 2008 Pazartesi
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi - 4
Tahminimizden daha fazla zamanımızı alan müze içi turundan sonra iç kısmında terasvari şekilde yapılmış olan oturma yerlerinde oturup yorgunluk atıp, sıcak ya da soğuk içecekler alabiliyorsunuz. Ayrıca gene müze içinde satış reyonu gerek objelerin minik örnekleri gerek ise kaynak kitap alınabilecek şekilde düzenlenmiş.
Konu hakkında bilgi için başvurulabilecek linkler:
Müze Kart
Anadolu Medeniyetleri Müzesi
DÖSİM
7 Eylül 2008 Pazar
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi - 3
İki tarafında antik buluntu heykellerinin süslediği geniş bir bahçeden geçerek Müze girişine geldik. Çatalhöyük, Hacılar, Alacahöyük, Horoztepe, Boğazköy (Hattuşa), Kayseri Sultanhanı, Patnos, Sultan Tepe, Gaziantep, Hatay – Antakya, Ankara – Balgat gibi birçok yerden elde edilen antik buluntularla yurt dışından geri alınan eserler, tüm müzede hem üst hem de alt katta sergileniyor.
6 Eylül 2008 Cumartesi
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi - 2
İki ana yapıdan oluşan kompleksin 1.inci bölümü Bedesten (Çarşı) Fatih Sultan Mehmet zamanında (baş veziri Mahmut Paşa tarafından) yapılmış. 10 kubbeden oluşan orta mekân etrafında da 102 dükkanın çevrelediği arastadan meydana gelmiş. 2.inci bölümü olan Kurşunlu Han gene Fatih zamanında (bir diğer baş veziri Mehmet Paşa tarafından) orta avluya açılan revaklar şeklinde yapılmış. Onarım çalışmaları 1938 – 1968 yılları arasında sürmüş ve ilk bölümü 1943 yılında ziyarete açılmış. 1997 yılında da ‘’Avrupa’da yılın Müzesi’’ seçilmiş.
5 Eylül 2008 Cuma
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi - 1
Sabah erkenden yola çıkıp Ankara’ya doğru yollandık. Belki mevsimin yaz olmasında dolayı yollar oldukça kalabalık, trafik yoğundu. Yollarda gene güzel ve değişik gördüğümüz görüntüleri resimleyerek, ulaştığımızda hemen görüşmemiz gereken kişinin bulunduğu kuruma gidip görüşmelerimizi yaptık, bu arada bulduğumuz fırsattan da yararlanarak kızlarımızı TBMM’ne götürüp etrafı dolaştırdık, uzun zamandır görmek istedikleri bir yerdi.
Oradan çıkıp konaklayacağımız yere gidip kayıtlarımızı yaptırdık, bu konuda bize yardımcı olan Mustafa beye de yeri gelmişken teşekkürlerimizi iletelim.
Gezimize çıkmadan önce Samsun Müze Müdürlüğünden almış olduğumuz geçici Müze Kart’larını(http://www.muzekart.com/ ), elektronik karta çevirmek için Anadolu Medeniyetleri Müzesine ulaştık. İlgili kişiler yardımcı oldular, onlar kartlarımız hazırlarken bizlerde müzeyi gezmek için içeri girdik.
3 Eylül 2008 Çarşamba
Ege Bölgesi Gezisi - Temennilerimiz
Aslında bizler gibi gezmeyi tatil içinde değerlendirenlere yönelik, dinlenme yanında öğrenme, görme, gezme kültürünü de öne çıkaranlara ya da çıkartmak isteyenlere ya da çıkartmaya teşvik ve yönlendirmeyi amaçlayarak tüm illerimizin gidilecek, görülecek, gezilecek tarihi, doğal ya da güncel eser ve mekânlarını gösteren, illerin harita ile hakkında bilgi veren broşürleri, o illerin dışındaki diğer turizm bürolarından da elde edilebilmeli.
Bizler yola çıkmadan önce birçok kanaldan araştırma yaptık. Daha önce gitmiş olanların öneri ve tavsiyelerini not ettik, internet üzerinden yaptığımız araştırmalarda bulabildiğimiz birçok yazılı ve görsel yazıları derledik, bir klasör oluşturduk. Amatörce web sayfası açmış olanların gezi not ve anılarını inceledik. Ama gene de gidince gördük ki elde ettiğimiz bilgilerin eksikliği ya da yetersizliği ile sıkıntı yaşadık.
Öncelikle en büyük sıkıntı konaklama… Selçuk ilçesinde yapılan uygulama (otel, pansiyon ve apart sahipleri açmış oldukları bir irtibat bürosu ile yardımcı oluyorlar) her yerde olabilse…
Bizler öyle yıldızlı yaldızlı yerlerde kalmayı sevmeyiz, şöyle karı – koca ya da ailenin işlettiği şirin ev tipi pansiyon – apartları bir arada toplayabilen bir oteller rehberi kitapçığımız olsaydı…
Sonra gidilecek görülecek yerlerin mesafe, ulaşım şartları hakkında bilgi eksikliği, bilinen yerlerin dışında görülmesi gereken yerler hakkında bilgi eksikliği, gidilecek yerlerde açıklama bilgi not ve levhalarının yetersiz olması, yarım pansiyon kalınan yerler için yerel yemek yenilecek yerlerin hakkında toplu bilgi eksikliği… Bunları bulsanız da bu sefer bunların ücretlerinin belirsizliği…
Bazı konaklama yerlerinin sahip olduğu özelliklerin, tanıtımlarının dışında unsurları içermesinin (!) kontrolü ve denetlenmesi... Yazılanlar ile bulunan özelliklerinin aynı olmasının sağlanması...
Umarız bunlarda zaman içinde gönüllerin arzu ettiği şekilde çözümlenir, düzene girer….
Hafta sonu gitiğimiz bahçemizden görüntüler:
(Hafta sonu Yazlık ve Bahçe )
1 Eylül 2008 Pazartesi
Ege Bölgesi Gezisi - Gezi İzlenimleri – Beğendiklerimiz
(Bu arada ile tüm gönül dostlarımızın, tüm insanlığın ve tüm müslümanların Ramazan'ını kutluyor, hayırlara vesile olmasını diliyoruz... Hafta sonu Yazlık ve Bahçe )
Bu kadar beğenmediğimiz noktaları belirttikten sonra bir de beğendiklerimizi yazmasak olmaz değil mi ?...
Öncelikle Kültür Bakanlığının yapmış olduğu Müze Kart uygulamasını tebrik ederek başlayalım. Bu gezimiz esnasında ziyaret ettiğimiz müze ve ören yerlerinin sayısını unuttuk. Bu kart sayesinde, ödenecek giriş ücretleri ve gezi süresince toplam maliyet nedeni ile ancak zorunlu ve çok arzu ettiklerimize girebilecektik, birçok yere çok rahat ücreti ve toplamlarının maliyetini düşünmeden girebildik. Böylelikle daha çok yer görmüş, çok daha fazla bilgi ve görgü edinmiş olduk. Gitmekten vazgeçeceğimiz birçok antik kentlere gittik. Bu uygulamayı düşünüp hayata geçirenlere bir kere daha teşekkür ediyoruz.
Gene bakanlık bünyesinde bulunan neredeyse tüm müze ve ören yerleri bir önceki yıllara göre düzenlemeleri, açıklayıcı bilgi notlar, ışıklandırma gibi çalışmalarla çok daha görülesi, ziyaret edilesi yerler haline getirilmiş. Gene neredeyse tüm müze ve ören yerlerinde görevli resmi ve özel nitelikli kişilerin ilgili, bilgili, güler yüzlü, konularına hâkim, görgülü, yardımcı olmak için çaba harcayan, yönlendirme konularında dahi gayretli olmaları bizlerin çok hoşuna gitti. Çok beğendik, buradan gerek Kültür Bakanlığına gerek ise gittiğimiz yerlerde yardımcı olan tüm kişilere içten teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Yol üzerinde karşılaştığımız polis, trafik polisi ve jandarma görevlilerinin hepsinin nazik, kibar ve yol yönlendirme konularında (Afyon Bayat ilçesindeki Reyhanlılı polis memurunun, İzmir Çandarlı’da astsubay başçavuşların, Balıkesir Akçay’da önümüze düşüp yol gösteren motosikletli trafik polis memurunun) gösterdikleri ilgi ve yakınlık diğer bir takdir edilecek konu. Daha önceki yıllarda bir iki yerde yaşamış olduğumuz olumsuzluklar nedeni ile çekinceli yaklaşım gösterdiğimiz görevlilerin bizleri mahcup etmesi memnuniyet vericiydi.
Özellikle Selçuk’ta, konaklama yerlerinin oluşturduğu irtibat bürosu, gelenlere kendi aralarında sırası ile ilgilenilmesi, beğeni olmazsa diğer sıradaki konaklama sahibi ilgiyle devredilmesi çok hoşumuza gitti. Bu uygulamanın diğer benzeri yerleşim yerlerinde de olmasını diliyoruz.
Trafik ekiplerinin can yakmadan gösterdikleri yol hız kontrol ve en azından görsel olarak varlıklarını hissettirmeleri ile yollarda neredeyse hiç kaza görmedik. Birkaç yerde hatalı sollama ile karşılaşsak ta hızların fazla olmaması sebebi ile olumsuz durumlara şahit olmadık.
Karayollarında yapılan inanılmaz, müthiş yol ve geçiş yerleri yapı ve inşaatları takdirlerin ötesinde. Yıllar önce aynı yerlerden geçtiğimiz için kıyaslama yapabilme şansımız oldu. Tüm Türkiye’de nerdeyse tüm karayollarında çok güzel çalışmalar var. Birçok tekli yol çift yola dönmüş, trafik daha rahat akıyor, yol kaliteleri yer yer farklılık gösterse de, yollarda tıkanma, tırmanma şeritleri ile uzun konvoyların oluşmaması sağlanmış. Eskiye oranla daha fazla ve görülebilir yerlere yön, ikaz levhaları konulmuş. Birçok yerde özel ya da yerel belediye destekli kültürel etnografik, yerel üretim kültürlerini yansıtan müzelerin açılıp çoğalmış olması, ziyaretçilere bilgi aktarımı konusundaki çabalar diğer bir güzel uygulamaydı.