SEYYAH & SOFRAM...
28 Aralık 2008 Pazar
Yeniden MERHABA !…
Birçok arkadaşımızın bildiği gibi kalp rahatsızlığı olan ve kalp pili desteği ile yaşamını sürdürenlerden biriyim.
Yaklaşık 1,5 ay kadar önce hafta sonu gece yarısı ani bir kalp spazmı ile ortaya çıkan tablo hafta başında iş yerinde de tekrarlanıp, ondan sonraki günlerde de benzeri atakların takip etmesi ile sağlığım açısından oldukça sıkıntılı ve zor durumlar yaşadık. Zaman içinde çeşitli müdahaleler ve ilaç değişimi ve destekleri ile bugüne kadar geldik.
Şimdi önceki günlere göre çok daha iyi olmama rağmen uzun süreli hareketlerde çabuk yoruluyor ve sıkıntılı anlar yaşıyorum. Bu arada da durumuma üzülen eşimde ( Soframdan) ani tansiyon yükselmesi ile rahatsızlanınca durum katmerlendi !... Bu nedenle her ikimizde sayfalarımıza uğrayamaz ve güncelleyemez olduk. Neyse ki hanım benden önce nispeten sağlığına kavuştu.
İnşallah kısa zamanda sağlığımın daha da iyiye gitmesi ile çok özlediğimiz blog sayfaları dostları arasına dönüp paylaşımlarımıza devam etmeye çalışacağız.
Bu arada çeşitli şekillerde bizlere ulaşan dostların gösterdiği yakınlık ve geçmiş olsun dileklerine içten ailecek çok teşekkür ediyor ve hepinize sağlık içinde nice yıllar diliyoruz.
Bu vesile ile şimdiden tüm gönül dostlarımızın yeni yılını kutluyor, Allah’tan hayırlara vesile olmasını diliyoruz. Hastalarımıza şifa, yakınlarına sabırlar niyaz ediyoruz. Hepimize, Ülkemiz’e, tüm Dünya’ya daha güzel günler ve yaşam getirmesini temenni ediyoruz.
7 Aralık 2008 Pazar
Kurban Bayramınız Kutlu Olsun...
Evinizin neşeli, sağlığınız yerinde, sevdiklerinizin yanınızda olduğu mutlu bayramlar geçirmeniz dileği ile...
Bayramız kutlu olsun…
Seyyah & Soframdan
25 Kasım 2008 Salı
SAMSUN EKOLOJİK MARKET
Samsun’da açılmış olan ekolojik ürünler pazarında sadece yerel üreticilerin ürünlerinin yanında diğer şehir ve bölgelerimizden de gelen ürünlerde eşlik ediyorlar. Bu ürünleri kalıcı olarak tüketicilere ulaştırmak için gene Samsun’da Gazi Park içinde bir Ekolojik Market açılışı da resmi olarak Cumartesi günü yapıldı.
İçinde sadece yerel değil diğer bölgelerden gelen ekolojik ürünlerde sergilenip satışa sunuluyor. İçerideki ürün çeşidi ve sayısı mevcudu epeyi fazla, fiyatları da bize göre oldukça uygundu.
Birde sadece cumartesi günleri ekolojik pazarı beklemeden haftanın her günü bu ürünlere ulaşmakta mümkün olacak. Ayrıca parkın içinde olması da ayrı bir güzellik tabii. Her mevsim ayrı bir görünüme sahip olan parkı da ziyaret etmiş olursunuz.
**
Ekolojik ürün Nedir?
Ekolojik (organik) ürün, insan ihtiyaçlarını karşılamak için, doğaya ve insana zarar vermeden üretilerek sertifikalandırılan tarımsal ürün ile bunlardan elde edilen katma değerli üründür.
Ekolojik tarım nedir?
Ekolojik tarım aynı zamanda sürdürülebilir bir üretimdir. Üretimde biyolojik çeşitliliği, biyolojik dönemleri ve biyolojik faaliyetleri destekleyen ve değerini artıran bir yöntemdir.
Ekolojik tarımın temeli, tarım dışı verilerin minimum kullanımını ve ekolojik düzeni onaran, koruyan ve destekleyen bir sistemdir. Ekolojik tarım yöntemi, sentetik kimyasal ilaçlama ve gübre kullanımı yerine sağlıklı, verimli ve bereketli ürün oluşumunu geliştirir. Bu şekilde, toprak, biyolojik olarak dengelenmiş birçok çeşit yararlı böcek ve diğer organizmalar ile canlılığını korumaya devam eder. Bu durumda ciddi zararla ya da hastalık problemleriyle karşı karşıya kalınırsa doğal kaynakların ve biokontrol maddelerinin kullanılması uygundur.
Ekolojik tarım, insan sağlığının, yediğimiz gıda ve kullandığımız toprağın sağlıklı olmasıyla bağlantılı olduğu gerçeğinden hareket eder.
Daha fazla bilgi için:
Ekolojik tarım Gen teknolojisine karşı
23 Kasım 2008 Pazar
Samsun Ekolojik pazarda kahvaltı
Bazı arkadaşlarımızın bildiği gibi, bu sene içinde Samsun’da ekolojik ürünlerin satıldığı bir pazar açıldı. Bu pazarda ekolojik üretim şartlarına göre yetiştirilmiş ürünler sergilenerek tüketicilere ulaştırılmaya çalışılıyor.
Buğday Derneği tarafından ilki iki yıl önce İstanbul Şişli’de, ikincisi Antalya’da kurulan %100 Ekolojik Pazarlar zincirine üçüncü bir halka daha eklendi: Samsun Gazi %100 Ekolojik Pazarı...
Her cumartesi günü kurulan ekolojik pazarda, doğa ve canlı sağlığına zararlı hiçbir yöntem, kimyasal ilaç, gübre ve katkı maddesi kullanılmadan üretilen kontrollü ve sertifikalı organik ürünler satılıyor. Buğday Derneği’nin tescilli markası olan %100 Ekolojik Pazarlar bu markaya ait ilke ve standartlar doğrultusunda yönetilip, denetlenmesi nedeniyle tüketiciye ek bir güvence sunuyor. Bafra, Çarşamba Ovaları, Gümüşhacıköy, Terme, 19 Mayıs, Alaçam, Ağcagüney’den birçok üreticinin katılacağı pazarda birçoğu birlik ve kooperatiflerden oluşan 30 tezgâh var.
Samsun Pazarı’nın en büyük avantajı ağırlıklı olarak yerel üreticilerin katılıyor olması ve pazarın lokomotifi olan sebze grubu için uzun yol maliyetlerinin eklenmemesi.
Bilgi için:
Samsun Gazi %100 Ekolojik Pazarı
İşte böyle bir şansa sahip olmanın avantajı ile nerdeyse her hafta sonu gittiğimiz bu pazarda gene her cumartesi günü sabahları yerel ekolojik ürünlerden oluşmuş bir kahvaltı sunuluyor.
Bu hafta da böyle bir kahvaltı için arkadaşlarımızla sözleşip orada buluştuk, harika tatları ile havanın güzelliğinden de yararlanarak hoşça vakit geçirdik.
Yerel ekolojik üretim yapan üreticilerle de değişik ve çeşitli konularda görüşmelerimiz oldu.
İşte o kahvaltıdan görüntüler….
Kahvaltıda Çerkez Peyniri, hepside organik ekolojik üretimli olan; siyah zeytin, bal, elma pekmezi, dut pekmezi, kuşburnu marmeladı, karayemiş tuzlaması, turşular, turşu ve karayemiş kavurması, yumurta, kabak tatlısı, fındıklı ve cevizli bibertuzu, ekmek çeşitleri ve sıcak ekolojik siyah çay sunuldu. Tatları hakkında ne yazabiliriz ki… Sadece oldukça güzel ve muhakkak gelinilmesi gereken bir paylaşım olduğunu bilmenizde yarar var.
Buradan kalkınca da hemen dükkanlara dalıp birbirinden lezzetli meyveler (biz elma ile pepino aldık), ayrıca taze ekolojik yeşilbiber, pazı, maydanoz, tere, roka, mendek (daha sonra tarifini paylaşacağız) gibi yeşillikleri yüklendik.
Buradan da aynı gün resmi açılışı yapılmış olan Samsun Ekolojik Market'e gittik. Bir sonraki yazı ve görüntülerimiz bu konuda olacak...
(Not: Bir önceki yazımız...
Samsun'da Ekolojik ürünler pazarı
Not_2 : Samsun'da bulunan blog sayfası olan arkadaşlar, haftaya 29 Kasım 2008'de saat 10:00 'da sabah kahvaltısında buluşalım hem tanışalım hem de ekolojik pazarda alışveriş yaparak pazarımızn uzun ömürlü olmasına katkıda bulunalım....
22 Kasım 2008 Cumartesi
Sinop Etnografya Müzesi (Aslan Torunlar Konağı) 2.inci Bölüm
2.inci Bölüm
Bu konağın en alt zemin katında Sinop ve Boyabat evlerinin sergilendiği galeri kısmı ki burası daha önceleri atların bağlandığı ahır kısmıymış. Ülkemizin çeşitli yerlerinden elde edilmiş mutfak eşyalarının sergilendiği mutfak bölümü ve köy odası yer almakta, ayrıca koruma amaçlı bir çeşmenin de orada yeniden yapılandırılıp konuşlandırıldığı bir köşe de yer alıyor. Kesme taştan zemin kat üzerine ahşap çatı arası tuğla dolgulu 1. ve 2. katlar bindirme tekniği ile yapılmış. Zemin kattan, geniş bir kemerden geçilip, sağlı sollu iki merdivenle üst kata çıkılıyor.
Konağın 1.inci katında Sinop yöresinde kullanılmış olan ziynet eşyaları, kılıçlar, dokuma tezgâhı gibi eşyalar bulunuyor. Bu katta da 4 oda ve 3 eyvan bulunuyor. Tüm odalar ahşap dolap, ocak gibi fonksiyonel öğelerle zenginleştirilmiş.
Konağın 2.inci katına çıkıldığında geniş bir salon ve bunun etrafında simetrik olarak planlanmış 4 oda ve 3 eyvan bulunuyor. Bu eyvanlarda konak yaşantısı canlandırılmıştı.
Başoda da konağın erkeklerinin yaşamı, oturma odasında ayrıntılı bi5r kına gecesi, namaz odasında evin büyüklerinin ibadetleri canlandırılmıştı. Ayrıca gelin odasında gelinin konak içindeki yaşamı ve eşyaları ayrıntılı bir şekilde sergilenmekteydi.
Konağın yapımında zemin kat taş, 1.inci ve 2.inci katlarda tamamen ahşap malzeme kullanılmış. Çıta süslemeleri ve kalem işlemelerindeki zarif işleme ve desenler seçilmiş. Konağın restorasyonu aslına uygun olarak yapılmaya çalışılmış.
Işığı ve güneşi içeri dolduran bol pencere, ahşap çatkı ve geniş saçak cepheye hareket sağlamış.
21 Kasım 2008 Cuma
Sinop Etnografya Müzesi (Aslan Torunlar Konağı) 1.inci Bölüm
1.inci Bölüm
Günümüz Sinop ve ilçelerindeki sivil mimari tamamen betonarmeye dönüşmüş, bu da geleneksel yapılanmanın ortadan kalkmasına neden olmuş. Gerçi bu durum, ne yazık ki, ülke genelinde oldukça yaygın ve acı bir gerçek olarak karşımıza hep çıkıyor.
Sinop Arkeoloji müzesi ile hükümet konağının arka kısmında ana cadde üzerinde bulunan, eski yapının elden geçirilerek düzenlendiği ve muhakkak görülmesinde fayda olduğunu söylediler. Bizde hemen Kefevi Caminin arka tarafına düşen bu müzeye doğru yollandık.
Sinop’ta günümüze gelen evlerin en önemlisi Aslan Torunlar Evi’ymiş. Sinop’un en eski evlerinden günümüze gelen bu evin XVIII. yüzyılın sonlarında yapıldığı iddia edilmişse de tapu kayıtlarında XIX. yüzyılın başlarına ait olduğu yazılıymış. Bu konak kesme taş zemin üzerine ahşap ve çatkı arası tuğla dolguluymuş. Bunun üzerindeki birinci ve ikinci katlar bindirme tekniğinde yapılmışlar. Konağın çift kanatlı giriş kapısı iki yanda eli böğründelerle (eski ahşap evlerde çıkmaların altına aralıklı olarak konulan ahşap göğüslemelerden her biri) desteklenmiş. Eli böğründe; Osmanlı ev ve konaklarındaki cumba veya çıkmaları alttan destekleyen eğimli ahşap yapı, payanda (dikme) olup gelen kuvveti göğüslemeye yarıyormuş.
Cephe görünümünde geniş pencereleri ahşap çatkıları ve geniş saçakları ile kendine özgü bir konumda. Konağın zemin katından sağlı sollu bir merdiven ile diğer katlara ulaşılmaktadır. Bu katlarda odalarla eyvanlar ortadaki sofaya açılmaktadır. İçeride ahşap malzeme ağırlık kazanmıştır. Ayrıca bunların üzerleri kalem işleri ile bezenmiştir.
20 Kasım 2008 Perşembe
Sinop Müzesi 5.inci Bölüm
Müzenin bahçesinde dolaşırken arka yan tarafta yerleştirilmiş olan birçok top, çapalar yer alıyordu.
Çoğunun denizde balık avlarken balıkçılarımızın ağlarına takılması ile bulunduğunu söyleyenler oldu. En küçük çapa bir insan boyundaydı. Hele bir tanesi ki yaklaşık 4 metre boyumdaydı, üzeri iyice midye kabuğu ile dolmuştu.
Toplarda kullanılmış olan taşlardan yapılmış gülleler de bahçede yerini almıştı.
19 Kasım 2008 Çarşamba
Sinop Müzesi 4.üncü Bölüm - bahçe düzenlemesinden seçmeler -
- bahçe düzenlemesinden seçmeler -
Bahçeyi de dolaşıp çıkışa yönlendiğimizde güzel bir sürpriz bizi bekliyordu. Yapay bir şekilde elde edilmiş olan ufak göl havasındaki havuz içinde çeşitli boy, tür ve renkte balıklar vardı.
Gerçi bahçede dolaşırken karşımıza çıkan irice bir kaplumbağa güneşin altında tembellik yaparken resimlemiş, resmini çekerken de bizi hiç umursamamıştı. Bahçe içindeki güllerin renkleri ve görünümleri de içimize ferahlatmıştı.
Havuz etrafında süs amaçlı dikilmiş ve bayağı büyümüş olan ince uzun sıyırma kabak ki ilerde kuruyunca içi boşaltıldığında çok güzel banyo lifi oluyor, bir de su kabağı ki oda kuruyunca içi boşaltıldığında üzerinde açılan bir delikle su saplağı (maşrapa gibi) ya da kabı olarak işe yarıyor. Bunları çekerken havuzda gördüğümüz bir su kaplumbağası da bizi seyrediyordu.
18 Kasım 2008 Salı
Sinop Müzesi 3.üncü Bölüm - bahçede sergilenenler -
- bahçede sergilenenler -
Müze içi gezimizden sonra çıktığımız bahçe ise başlı başın ayrı bir müze olacak kadar geniş ve sayısız örnekle doluydu.
Revak ve Bahçede Arkaik, Klasik, Hellenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı çağlarına ait muhtelif mimarî parçalar, çeşitli steller, lâhit, lâhit kapakları, sunak, adak, mil taşları ve arslan heykelleri teşhir edilmekteydi. Ayrıca çok sayıda İslâmî mezar taşı da açık teşhirde yer almaktaydı.
Duvarlara monte edilip yağmur ve güneşten korumak amaçlı yapılmış üst ön kiremitli sundurmalar altında ışıklandırması ile birlikte sergilene n mozaiklerdeki sanat, bezeme ve işçilik ustalıklarını, renk ve desen ahenklerini nasıl anlatabilirim bilemiyorum. Ancak görmek gerekir.
Bahçe içindeki gezi yollarının iki yanında yerleştirilmiş olan büyük küpler, sütun başlıkları, mezar stelleri, yol işaretleri, anı dikmeleri arasında gezdik. Bahçe içinde etrafı açık üstü kapalı yere döşenmiş büyükçe bir mozaik parçasının sergilendiği yer ve etrafında bulunan mozaikler kendilerine yer bulmuştu.
Gene bahçe içinde birçok Osmanlı mezar taş başlıkları bulunuyor.
Gene bahçe içinde, 1950 li yıllarda yapılan kazılarda ortaya çıkartılan, mısır tanrısı olan Serapis için yapılmış mabed bulunup korumaya alınmış.
Bahçeyi gezerken gördüğüm bir kitabe ilgimi çekti. Çok az olan bilgimle okumaya çalıştım ama beceremeyip sordum. Meğer 1853 te yapılan deniz baskınında şehit olanlar için yapılmış olan deniz şehitliğini kitabesiymiş.
Gene bahçe içince buluna bir yapı eşimin dikkatini çekti. Sorduğumuzda burasının 1335 tarihinde I. Murat ‘ın kardeşi Süleyman Paşa ‘nın kızı İsmet Sultan Hatun için yaptırılmış bir türbe olduğunu söylediler. Buraya SULTAN HATUN TÜRBESİ ya da AYNALI KADIN TÜRBESİ deniyormuş. Biri kapı önünde hariçte, diğeri türbe içinde ve zemin taşlarından biri üzerinde mermerden birer ayna resmi mevcutmuş ki halk arasında "Aynalı Kadın" türbesi adıyla anılışı bundan olsa gerek.
Ek bilgi:
Serapis Mabedi
Bugün Sinop Müzesi’nin bahçesinde kalıntıları yer alan mabet, 1951 yılında bölgede yapılan kazılar sonucunda ortaya çıkarılmıştır. Güneyinde altarı olan dikdörtgen planlı bir mabettir. Kazı sırasında pişmiş toprak malzeme, mimari parçaları ve sırasıyla Serapis, Dionysos, Herakles, İsis ve Kore figürleri bulunmuştur. Mabedin hangi tanrı için yapıldığı bilinmemekle birlikte bir yazıta göre bu mabedin Serapis'e ait olduğu sanılmaktadır.
17 Kasım 2008 Pazartesi
Sinop Müzesi 2.inci Bölüm
Müze içinde girdiğimiz bir salonda duvara monte edilmiş olanın dışında yerde bulunan nefis bir mozaik döşemenin işçiliği, desenleri, bezemeleri o kadar güzeldi uzun zaman başından ayrılamadık. Benzeri güzelliği Antakya Müzesinde, Altınoluk’ta Antandros antik kalıntılarında görebilmiştik. (Antandros’u da görme şansımız oldu, bunun hakkında bilgileri ileriki günlerde paylaşacağım.) Ortasında bulunanın dışında 6 ayrı çerçeve içine yerleştirilmiş insan figürleri resim gibi duruyordu. Köşelerinde yerleştirilmiş figürler ise ayrı bir güzellikteydi.
Heraklesin, Dionysosun ve Kibele tanrçasının buluntuları ise o zamanın kültürünü ayrı bir yansımasıydı.
Ayrıca M.Ö.350 yıllarında Sinop ile Karadeniz Ereğli arasında yapılmış olan bir yardımlaşma ve kuvvet destek antlaşmasının günümüze çevrilmiş hali ile aslının kitabesi bir aradaydı.
Mezarlara ait steller (gömüt anıtı) ile Boyabat ilçesi sınırları içinde bulunmuş bir anıt mezara ait geyik parçalayan aslanlar heykeli ise bir başka zamanının el işçiliği ve kültürünü nefis bir eseriydi.
Bir denizciye ait olduğun düşündüren lahit ki üzerinde filika figürü bulunuyordu.
Hele Bilkent Üniversitesi Seramik Stüdyosu öğrencileri tarafında yapılmış seramik fırın örneği de zamanında neyin nasıl üretildiği hakkında bilgi veriyordu.
Denizlerimizden elde edilen amforalar, kandil örnekleri, amfora fırın antik kalıntı buluntuları ile Sinop sikkeleri ile diğer antik hazine buluntuları önünden ayrılmakta zorlandık.
Bu sikkelerin yapım şeklini ilk olarak Gaziantep ile Hatay – Antakya arasında bulunan YESEMEK AÇIK HAVA MÜZESİ ve antik buluntu ören yerinde ( 1 , 2 , 3) görmüş, oradaki ilgili görevlinin geniş bilgisinde faydalanma şansımız olmuştu.
Son kısımda bulunan ikonlar ise başka tarihi bir kültürel gerçeği günümüze aktarıyordu. Ne yazık ki bizden önceki bazı ziyaretçilerin aşırı ve gereksiz yaklaşımları nedeni ile fotoğraf çekimine artık izin verilmiyormuş.
Burada Bizans sanat üslubunun özelliklerini taşıyan zengin bir ikona koleksiyonu sergilenmekteydi. Çeşitli boy ve ebattaki İsa, Melek, Meryem ve Azizler ile ilgili konuları içeren, bol miktarda altın yaldız kullanarak yapılan, ziyaretçiler tarafından ilgi ile izlenilen ikonalar müzenin bu salonunda yer almaktaydı.
Müzeyi dolaşırken gösterdiğimiz yaklaşım nedeni ile bizlere kameraya çekmemize müsaade edildi. Teknolojinin nimeti olan digital SLR makine sayesinde kamera çekimini yapabildik. Bu da ayrı bir teknik yazı konusu tabi…
16 Kasım 2008 Pazar
Sinop Müzesi 1.inci Bölüm
Uzun zamandan bu yana gidip görmek istediğimiz yerler arasında Sinop Müzesi’de vardı. Bir türlü kısmet olmadı. Her seferinde ya zamanımız yetmedi ya da başka bir neden ortaya çıktı. Bu sefer azmettik ne olursa olsun muhakkak gideceğiz diye.
O nedenle görmek istediğimiz yerleri gördükten sonra dostlara uğramaya karar verdik. Sinop’a girince hükümet konağının etrafında dolanarak arabamızı bırakacak yer aradık. Deniz Şehitliğinin karşısında bulunan itfaiye memurlarına yer sorunca bize karşı tarafa bırakabileceğimiz söylediler. Sağ olsunlar yardımları ile bulduğumuz tek arabalık yere park edip müzeye yollandık.
Tabi giriş ücreti ödemedik zira bizde Müze Kart var !… Yoksa sizler daha almadınız mı?...
Görevli arkadaşın nu arada bizlere vermiş olduğu broşürler, Sinop il haritası – müze hakkında bilgi, gezerken oldukça yardımcı oldu.
Girişte bahçenin güzelliği zaten bizlere yetti. İçeri girince hemen sağ ve sol taraflarda ilin adının kaynağı, haritası ve il hakkında bilgiler içeren açıklamalı çerçeveler bulunuyor. M.Ö. 5 ve 4.üncü y.y. da kullanılmış olan sikkeler tarihi geçmiş hakkında ön bilgi veriyor.
Meydankapı kurtarma Kazısı, Kocagöz/Demirci Höyük ve Keçi Türbesi mevkiindeki höyük ve nekropolü (mezarlık) hakkındaki yazıları okudukça tarihi geçmişin derinliği sizleri daha çok sarıyor.
İrili ufaklı buluntuları seyrederken müzenin kurulduğu alanda Serapis mabedinin de bulunduğunu öğreniyoruz.
Hele cam işçiliklerinin incelikleri ve işçilikleri zamanının ender örnekleriydi.
Bir sergide gördüğümüz antik kulplu Hydria’nın yakam ve gömü kabı olarak kullanıldığını görünce, bu kültürün tarihin derinliklerinde günümüze kadar gelmesinin kaynağı hakkında bir bilgi sahibi olduk.
Net'ten bulduğumuz ek bilgi:
Sinop Müzesi
Sinop ili ve çevresindeki eserlerin bir araya getirilmesi, toplanması düşüncesi Milli Mücadele yıllarında ortaya atılmış ve ele geçen buluntular Mektebi İdadi’de koruma altına alınmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra dergâhlardan ve türbelerden toplanan eserler de Sinop’un çeşitli okullarında bir araya getirilmiştir. Bu nedenle de Vilayet Makamı Maarif Vekâletine 1926 yılında yazdığı bir yazıda Sinop’ta bir Asar-ı Atika Müzesi kurulmasını teklif etmiştir. Bu sırada Sinop’ta yaptırılan kibrit fabrikasının temel inşaatında bir nekropole ait buluntularla karşılaşılmıştır. Bunun üzerine Müzeler Müfettişi Ahmet Tevhit Bey o sırada hapishanede ve çeşitli okullarda korunan eserleri Selçuklu dönemine ait bir cami olan Süleyman Pervane (Alâeddin) Medresesi’nde 1932–1933 yıllarında bir araya getirmiştir. Kibrit Fabrikası inşaatında çıkan eserler Ankara Arkeoloji Müzesi’ne 1927 yılında gönderilmiştir.
Sinop Müzesi 29 Ekim1941’de ziyarete açılmış, 1945 yılında memurluk, 1947’de de müdürlük olmuştur. Müzede eser sayısının artmasının nedeniyle yeni müzenin yapımına Y.Mimar İhsan Kıygı’nın projesine göre 1966 yılında başlanmış ve 1969 yılında da tamamlanmıştır. Bundan sonra Kibrit Fabrikası temellerinde çıkan ve Ankara Arkeoloji Müzesi’ne getirilen eserler geri getirilmiş, müzenin teşhir ve tanzimi yapılarak 29 Ekim 1970’de yeniden açılışı yapılmıştır.
Sinop Müzesi arkeoloji ve etnografya bölümlerinden meydana gelmiştir. Arkeoloji bölümünde Prehistorik Çağ buluntuları, Demirciköyü Kocagöz Höyüğünden çıkarılan Erken Tunç Çağı objeleri ile Arkaik, Klasik, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine tarihlenen eserler bulunmaktadır. Arkeoloji bölümünün en önemli eserleri arasında, M.Ö. V. Yüzyıla ait üzerinde aslan başı, karga başı ve koçla bulunan bronz hydria; geyiğe saldıran aslan; M.Ö V. Yüzyıla tarihlenen heykel grubu bulunmaktadır. Ayrıca XIX. yüzyıl Bizans resim sanatı üslubunda yapılmış Rum ikonaları da ayrı bir bölümde sergilenmektedir.
Müze bahçesinde ise büyük ölçüde mimari parçalar, Arkaik, Klasik. Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine tarihlenen lahitler, sunaklar, mil taşları ve mozaikler sergilenmektedir. Selçuklu ve Osmanlı dönemi mezar taşları onları tamamlamaktadır. Müze bahçesinde Serapis mabedi, Aynalı Kadın Türbesi ve 1853 Rus baskınında ölen şehitler anısına ait birde şehitlik yer almaktadır.
15 Kasım 2008 Cumartesi
Arif’in Dükkânı
Birçoğumuz ihtiyaçlarımız için daha fazla mal ve çeşit bulunduran büyük dükkanlara gider olduk. Hemen hemen her çeşit malzemeleri raflarında değişik bölüm isimleri altında bulunduran büyük alış veriş yerleri bunun yanında da bir merkez konumu de içeriyorsa tercihlerde de ağır basıyor.
Birçok küçük müteşebbis iş yeri ise kapanıyor ama zaman geçtikçe de onları ara olmaya başladık.
Bizlerde gittiğimiz yerlerde bu gibi yerel küçük dükkanları ararız. Mesela Antakya’nın Uzun Çarşısı’nda her bir satış çeşidi için ayrı sokaklarda yerlerini almışlardır. Oraya gittiğimizde de hemen hayvan eyeri, ayakkabı ve kemer için deri işleyenleri, küçük el aletleri üretmeye çalışan marangozhanelerini gezeriz. Birçok yerde de el ürünü kumaş işleyenleri ararız. Mesela Kastamonu’da, Sinop’ta, Rize’de, Hatay – Antakya’nın Harbiye ve Samandağ ilçelerinde olduğu gibi… Her biri ayrı özellikteki ürünler üzerine, ipek, keten, Boyabat örtüsü, Rize bezi gibi…
Bir de eskinin yaşamında gerek duyulacak hırdavat malzemeleri vardı ki onları da sadece bu gibi malzemeleri satan yerlerden alırdık. Aradığımızı ne kadar baksakta bulamaz ama istediğimizi der demez hemen dükkân sahibi koyduğu raftan kutusundan çıkartıp verirdi.
İşte bu gibi yerleri ben çok severim. Bunlardan biri de Gerze ilçesinde bulunan Karagülle Arif’in Dükkânı…
Babadan kalma dükkanı rafları tahtadan, üzerleri bildiğiniz ya da ilk defa görebileceğiniz irili ufaklı, büyüklü küçüklü malzemelerle dolu.. Küçük inşaat malzemeleri, eski kapı kolları ve kulpları, çeşitli boy ve ebatta çiviler, boyacı sıvacı malzemeleri… Baltalar, keserler, kürekler, küçük büyük tırpanlar ve sapları, teller, bahçe ve tarla tel ile çitleri, zincirler, kamalar… Hatta tel süzgeçler, süpürgeler…
Ben oraya gittiğimde bir bardak demli çayını içerken yaptığımız sohbetten zevk aldığım kadar o dükkânın havasını yaşamaktan da büyük zevk alıyorum.
Artık yolunuz düşerse ve de böyle bir nostaljiden de hoşlanıyorsanız, kaymakamlık binası karşısındaki ara sokakta karşınıza çıkacaktır.
14 Kasım 2008 Cuma
Gerze Yakup ağa Konağı 2.inci Bölüm
Gerze İlçesinde olup sivil mimari örneklerinden biri olan konak, ilçenin merkezi kısmında ve üç yol kavşağında olup, zeminle birlikte 4 katlı bir yapı şeklinde. 19. y.y. Osmanlı dönemi sivil mimarlık örneklerinden en güzeli olan binanın zemin kat kısmı sonradan yapılan değişikliklerle dükkân şekline dönüştürülmüştü.
Yapının ön cephesi dört cumbalıydı. Cumbaların kenar kısımları ve kat bölümleri silme tahtalarla çevrelenmişti. Dördüncü katın orta kısmında küçük bir balkon bulunmaktaydı. Balkon ağaçtan yapılmış, işlemeli iki sütuncuk üzerine oturtulmuş üçgen alınlıklı küçük çatı örtülüydü.
Ön cephede, cumbaların ara kısımlarında ve balkon kısmında sıva üzerine yağlı boya ile yapılmış nebatı motifler görülmekteydi. Binanın iç kısmında odalarda ve salon kısımlarında da sıva üzerine yapılmış resimler vardı.
Binanın doğu ve batı cephelerinin büyük kısmında sıvalar dökülmüştü. Bağdadi olarak yapılmış olan yapının üzeri kiremit çatı ile örtülüydü.
Konakta, kurtulabileceğine inandıkları tek bir tahtayı, kapı veya pencere sövesini, tek bir dolabı bir kapağı iptal etmeden restorasyonunu yapmışlar. Tavan ve duvar süslemelerinde eski görünümünü olduğu gibi bırakılarak, yeni çalışmanın eskiye uygun yapıldığını göstermek istemişler ki bunda da bayağı başarılı olunmuş. Tavan işlemeleriyle ilgili bölümü Trabzon Röleve Müdürlüğü tarafından hazırlanmış.
Konağın en alt zemin katı kafeterya, 1. katı DÖSİM mağazası ve Turizm Bürosu, 2. katı dinlenme ve okuma salonu, 3. katı ise Kültür Evi (Yaşayan Konak) olarak düzenlenmiş.
Yakup ağa Konağı dikdörtgen planlı, moloz taş ve tuğladan dört katlı olarak yapılmış. Konak harem ve selamlık olmak üzere iki ayrı bölüm tek yapı içerisinde ve tek çatı altında düzenlenmiş. Plan düzeni ortadaki sofaya açılan odalardan oluşmuş, mimaride karnıyarık denilen tipte yapılmış. Üzeri kırma çatı denilen şekilde örtülmüş. Cephe düzeni dikdörtgen pencerelerle hareketli bir konumda yapılanmış.
Yapının tüm pencereleri giyotin çerçeveli yani aşağı yukarı sürgülü yapılmış. Üzeri kırma çatı olup olukluk kiremitle örtülmüş. İç kısımda odaların tavan ve duvarları çok zengin bir süslemeye sahipti. Çeşitli renkte çiçek ve geometrik motifler tüm tavanı, dolap kapılarını ve duvarları süslemekte olup eşsiz sanat eserleri kabul edilecek kadar güzel ve hayranlık uyandıran el emeği görüntüler vardı.
Nostalji için:
ESKİ GERZE FOTOĞRAFLARI
YAKUP AĞA KONAĞI’NIN TARİHÇESİ
KAFKASYA'DAN GÖÇ VE YERLEŞME :
Yakup ağa, Kafkasya'nın Karadeniz sahilindeki Tuapse liman şehrine bağlı bir kasabadaki çiftlikte yaşamakta iken, 1864 yılında Rusların Müslüman Çerkeşleri yurtdışında iskana mecbur etme programı gereği, sahibi olduğu menkul ve gayri menkulleri nakte çevirerek eşi Yektadil Hanım ile birlikte Gerze'ye gelen ve ilk olarak Acısu Köyü'ne yerleşen Zekeriya Efendi'nin büyük oğludur.
Hacı Zekeriya Efendi'ye Acısu Köyü'nde yer verilmiş ve bir miktar da orman tahsis edilmiştir. İlk uğraşıları; yerleşmek için gereken bina-ahır yapımı gibi ihtiyaçlar ile birlikte tarlalar açma işlerinden sonra büyükbaş hayvan yetiştiriciliği, satışı ve köyde kasaplık ilk işleri olmuştur. Hacı Zekeriya Efendi'nin üç evliliğinden Yakup, Nahide, Ömer, Osman ve Nesime isimli 5 evladı olmuştur.
Kafkasya'da nakte çevirdikleri ile Gerze kasaba içinde arsa ve Saraçoğlu Köyü ile sahilde Dereyeri olarak tabir edilen tarlayı alarak buraya kereste ambarı, yazıhane binası yapmıştır. Ayrıca Dereyeri mevkiine yelkenli gemilerin yanaşıp, tomruk ve ceviz kütüğü yükleyebileceği basit bir iskele yaptırmıştır. Bundan sonraki işi, Samsun'a tomruk, kerestelik ağaç göndermek olmuş ve bu arada da Gerze'de bütün ailesinin oturacağı konağı inşaa ettirmiştir. Tarih 1911 (Hicri 1327)
Bu arada Hacı Zekeriya Efendi oğlu Yakup Ağa'yı aynı şekilde Kafkasya'dan Sinop'a gelen Hacı Ömer Efendi'nin kızı Naciye Hanım ile evlendirmiştir. Bu evlilik her iki hacının dünür olması sebebiyle ortaklık yaparak işleri büyütme yoluna gitmesine vesile olmuştur. Büyük oğul Hasan Kılıç Samsun'da kereste mağazası açarak ticarete başlamıştır.
1929 yılında Amerika'da meydana gelen büyük kriz (kara cuma) Türkiye'de de büyük ekonomik çalkantılar yaratmış ve büyük iflaslar meydana gelmiştir. Sermayesinden iki misli alacağı olan ve tahsil edemeyen bütün tüccarlar özellikle keresteciler iflas etmişlerdir.
Hacı Zekeriya Efendi 1913 yılında, Yakup Ağa 1928 yılında vefat etmişlerdir.
Hacı Zekeriya Efendi, Ketekaç Oğulları ile anılmaktadır. Aile, Soyadı Kanunu'nu takiben kelime anlamına gelen en uygun olarak Kılıç soyadını almıştır.
KONAĞIN İNŞAATI:
Şimdiki binanın bulunduğu yerde evvelce yapılmış iki katlı bir ev ve arkasına açık bir at ahırı varmış. Konak yapımına karar verilince, Romanya'dan fırınlanmış kafi kereste, Rusya'dan kalfalar ve tavan ve duvar resimleri için ressamlar getirilmiş ve konak 1911 yılında inşa edilmiştir.
Binanın zemin katında; 4 dükkan, büyük mutfak, çamaşırhane ve iki fırın yer alacak şekilde inşa edilmiştir. Üst katlarda toplam 12 oda 6 salon, 6 tuvalet, 6 küçük banyo mevcuttur. Odaların 3 tanesinde ayrıca bacalı ocak vardır.
Binanın son katındaki balkonlu taraftaki dairede Hacı Zekeriya Efendi'nin, batıya bakan diğer dairede de Yakup Kılıç'ın kaldığı ve iki daire arasında büyük bir kapalı kapı ile yine alt katlarla arasındaki merdivenler başında iki büyük kapı vardır. Yani 2 adet süit daire (iki ayrı ev) havası verilmiştir.
Konağın üst katlarındaki tavanlardaki yağlı boya resimler Rusya'dan getirilen ressam tarafından yapılmıştır.
13 Kasım 2008 Perşembe
Gerze Yakup ağa Konağı 1.inci Bölüm
Gerze’ye vardığımızda birkaç dostumuza kısa ziyaretler yapıp yenilenmiş meydanında diyebileceğimiz konağı ziyaret ettik.
Girişin hemen yanında bulunan turizm bürosundan konak ile ilgili broşürleri de alarak binaya girdik. İlk girişte konak sahibinin eski bir resmi yerleştirilmişti. Daha yeni bitip açıldığından tam olarak düzenlemeler tamamlanamamış diye düşündük.
Sağ taraftaki ilk odaya girdiğimizde bizi DÜZEN denilen el yapımı kumaş – keten – kilim dokuma tezgâhı karşıladı. Geniş bir salon oda ve bu odaya açılan diğer odalar vardı. Genelde her kat aynı şekilde orta büyük odaya açılan yan odalar halinde sıralanmıştı.
İlk kat merdiveninden çıkıp odalara baktığımızda her katta iki tarafta tuvaletler, büyük odalarda gömme dolap içinde banyolar, neredeyse her büyük odada ocaklar yani şömineler, pencere önlerinde tahta altlıklı sedirler, çeşitli günlük yaşa eşyalarının konulacağı gömme dolaplar vardı. Üst katlarda toplam 12 oda 6 salon, 6 tuvalet, 6 küçük banyo mevcuttu. Bizim bir de ilgimizi en üst kat her iki taraf merdivenlerinin başlarında buluna bir küçük alan çekti. Bunların önünde buluna geniş aydınlık pencerelerden ilçe ve deniz manzarası çok güzel gözlenebiliyordu.
Duvarların ve tavanların bezemeleri, manzara resimleri ve ahşap işçiliği seyre doyum olmayacak kadar nefisti. O zamanlar bunlar işin Rusya’dan ressamlar getirtilmiş.
En alt katta mutfak olarak şekillendirilmiş büyük bir ocak yanında küçük bir fırın da vardı. Ayrıca sol tarafta lavabo olarak yapılmış büyükçe bir taş ve bu taşın uç kısmında su deliği ile buradan akacak sular içinde tezgâh olarak konulmuş tek parça uzun düzgün taşın arka kısmında oluk bırakılmıştı.
Konağın mutfak kısmında hem arka bahçeden hem de ön taraftan girişi sağlayan küçük kapılar konulmuştu. Ana yapıya iki ayrı ön kapıdan giriş yapılabiliniyormuş.
12 Kasım 2008 Çarşamba
Sinop _ Gerze
Alaçam’dan sonra devam etiğimiz yolumuzda Yakakent’i az mesafe geçince Çam gölü denilen çam ağaçları arasında daha önce Orman İşletmesine ait olan şimdilerde özel işletmeye devredilip dinlenme yeri yapılan yerin hemen ön kısmında ana yolda bulunan çeşmeden su içip hava aldık. Bu arada denizin doldurulması ile elde edilen duble yol yapımı nedeni ile bu civarda bulunan sahil kesimi iyice bozulmuş… Bir yandan çağdaş ulaşım bir yandan da çevre… Hadi karar verin..
Eski halini bilen bizler için çevre öncelikli tabi ki…
Bu kısmı geçtikten Çayağzı’nda da yol şantiyesi kurulmuş, kamyonlar gidip geliyorlardı, buradan da birkaç km. sonra sağ ve solda balık fabrikaları bulunuyor. Balık mevsimi de açıldığı için çalışıyorlardı.
Yolun devamında eski adı Kanlıçay şimdiki adı Güzelceçay olan virajların başlangıç yerine ulaştık.
Bu kısımda Hacıselli denen yere kadar rampa çıkılıyor, birkaç yerde oldukça keskin ve tam geriye dönecek kadar virajlar var. İlk keskin virajlardan sonra durup Güzelceçay’dan ve virajlardan görüntüler aldık.
Hacıselli denilen tam tepe kısmında eğer hava açıksa Snop adası ve İnce Burun’a kadar oldukça geniş ve uzak alanı seyredip ve resimleyebilirsiniz.
Gerze’ye yaklaştıkça İdemli mesire yerini geçince Değirmenler, burayı geçince de hemen yolun sağ tarafında yapılmış yeşillikler arasında mekan vardı. Onun az ilerisinde durup limanın ve ilçenin görünümünü seyredip fotoğrafladık.
İlçede bulunan birkaç tanışa uğrayıp selamlaşıp sohbetler ettik.
İlçede yeni yapılanmış olan Yakup ağa konağını dolaştık (bir sonraki yazıda bahsedeceğiz), Lise yokuşundan ilçe çıkışına yönlendik ki tam lise civarı karşısında eski yapı evlerin yıkılıp yerlerine beton bir binanın yükseltildiğini görünce içimiz acıdı. Dönünce eski resimleri karıştırıp o eski evleri andık…
Bu arada ne olur ne olmaz anısı olsun diye etrafında bulunan birkaç evi çektik.
İlçe çıkışında sanayi sitesini geçimce yol sola rampa aşağı doğru iner, oradan da Sinop’un adasını çektik. Bu yoldan aşağı inerken hemen sağ tarafta BEDRE denilen sahilde denize giriliyor. Rampanın bittiği yerde sağ tarafta gördüğümüz bir lokanta reklam tabelası ilgimizi çekince frenleyip döndük. Sahibesinin bizim eski bir tanış olmasını öğrenmemiz, karşılaşmamız ile çok güzel bir sürpriz yaşadık.
İlknur hanım’la uzun yıllar aynı hastanede mesai paylaşmış, kızlarımızın bir nevi cici annesiydi. Aile dostumuzu olmasının ötesinde yeri vardı. Büyük kızı mezun olmuş işe girmiş, küçük oğlu mezun olmuş önümüzdeki aylarda askere gidiyormuş… Daha neler konuşuldu neler…
Lokantayı eski halinden değiştirmişler, hem içeriyi hem bahçeyi düzenlemişler. Tam deniz kenarında manzarasına ve havasına doyum olmayacak kadar hoş bir yer olmuş…
Hemen bize bir masa hazırladılar çayımızda hazır deyip oturttular…
Sofrada Kızılcık Pekmezi, Erik Pekmezi, Elma Pekmezi, sarısı ile albenili köy yumurtası, bahçelerinden taze nane, maydanoz, salatalık, yeşilbiberler ve tabi yerel köy ekmeği… Bunların hepsi kendi bahçelerinden el emeği ile yapılan ev ürünleri olup çayın yanında deniz kenarında havanında güzel olması ve sohbetinde sıcaklığında ekolojik kahvaltılıklar öyle güzel gitti ki…
Eğer yolunuz düşerse muhakkak öneririz… (Lokanta56 - Gerze)
Sinop dönüşünde gene ilçe çıkışında Gerze’nin akşam görüntülerini çektik.
11 Kasım 2008 Salı
Samsun Alaçam ve eski evler 2
Müsadenizle EGE GEZİSİ notlarımıza birkaç gün ara verip, bir önceki hafta fırsat bulupta gitmiş olduğumuz Alaçam -Gerze - Sinop gezimizle ilgili notlarımızı paylaşmak istiyoruz...
** ** **
Daha önceki bir gezimiz sırasında uğrayıp dolaşıp resimlediğimiz bir evin ( Samsun Alaçam'da Bir Tarih ) yandığına dair duyum almıştık ve çok üzülmüştük. Bu sefer de izin günüm olması nedeni ile havanın da bu mevsimde açık ve güneşli olmasından yararlanarak hanımla gene kısa bir gezi için yollandık. Yolumuz üzerinde olduğu için de girelim bakalım o halini de resimleyelim istedik.
Çok şükür o çektiğimiz ev değil de yanındaki bahçe içinde bulunan ev, ne yazık ki, yanmış. Büyük bir bahçe içinde bulunan taş yapı üzerine konuşlandırılmış olan tahta yapılar nerdeyse tamamen yanarak bitmiş.
Bu evi ararken dolaştığımız ara sokaklarında karşımıza çıkan bulduğumuz evleri de gelmişken fotoğraflayalım dedik.
Bulduklarımız bahçe içinde sessizliğin yalınlığında yalnızlıklarını yaşıyor gibiydiler. Pencereler kapalı, perdeler örtülü, kapılar kilitli, bahçeler ise mevsim ot ve çiçekleri ile dolmuştu. Bahçe içinde bulunan çeşmelerden damlayan sular ile çeşme duvarlarını yosunlar kaplamış, üzerlerini otlar örtmüştü. Bahçelerinde güller açmış, incirler dallarında kurumuş, karalâhanalar yaprakları alınmış (herhalde) sapları üzerinde birkaç yaprakla sanki nöbetteler gibiydi.
Sabahın erken saatleri olmasından da yararlanarak bir fırından simit alalım istedik. Bu vesile ile iki tip simidin olduğunu, birinin tava da diğerinin ise fırın tabanında pişirildiğini tatlarının farklı olduğunu söylediler. Birer tane aldık. Simitlerin yanında bulunan küçük pidelerin ise PATIL diye adlandırıldığını da öğrenmiş olduk. Tabi bir simit derken yüklendik. Yola devam ettiğimizde de bir yandan virajlı yollardan denizi ve dağları seyrederken bir yandan da bunların tadına baktık.
Alaçam'da, bakımsızlık nedeniyle yıkılma tehdidi bulunan 1870 yıllarından kalma 24 konak, 3 iş yeri ve 3 hamam gibi tarihi yapıların 'Alaçam Kültür Şehri' çalışması kapsamında restorasyon projesi hazırlanmış. Hazırlanan projelerin yıl sonunda onaylanmasının ardından ilk etapta 13 adet tarihi binanın restorasyonuna başlanacakmış ki bu haberi duyduğumuzda memnuniyetimiz karşımızdakileri şaşırttı bizde onların şaşırmasına şaşırdık yani…
Alaçam kaymakamlığı tarafından yürütülen çalışma ile Kültür ve Turizm Bakanlığının 2008 yılı içinde, Çeşme Mahallesinde bulunan tarihi öneme sahip on iki adet tarihi bina için bakanlığa gönderilen yardım başvurusuna olumlu yanıt gelmesi ise ayrı bir sevindirici haberdi.
Gördüğümüz kadarı ile Alaçam yabana atılamayacak bir tarihi zenginliğe sahip. Bu bakımdan Amasya, Kastamonu veya Beypazarı gibi yerlerle rahatlıkla boy ölçüşebilir. Ancak bu potansiyel korunamazsa gelecek kuşaklara aktaracak bir mirasımızın kalmayacağı da bir gerçek.
Samsun ilçelerinde bulunan bu eski yapı evler korunabilmesi için sadece merkezi ya da yerel yönetimlerin uğraşısı yetmiyor. Bizlerin de o yerlerde yaşayanların da buna destek vermesi gerek. Eğer bu gibi yerler düzenlenip sosyal yaşama katılımı sağlanırsa yurt içi turizmin de büyük rol oynayabilecekleri göz ardı edilmemeli.
Benzer güzellikleri Vezirköprü ziyaretimizde de görmüş resimlerken bizlere hayretle bakıp soru yöneltenlere bakanlıktan değil de kişisel gezi olarak gelip beğendiğimiz için çekmeye çalıştığımız anlatmaya uğraşmıştık.
10 Kasım 2008 Pazartesi
Çaka Bey Sanat Galerisi - Ayios Haralambos kilisesi
Çeşme’de adının İnkilap caddesi olduğunu öğrendiğimiz çarşı caddesinde sahile doğru inerken sağ tarafta gördüğümüz bir bina ilgimizi çekti. İçinde bir de resim sergisi bulunuyordu. Şimdi çarşı içinde bulunan Çaka Bey Sanat Galerisi olarak kullanılan bu yerin yaklaşık 1500 metrekare alan üzerine kurulu 1832 yılında yapılmış olan tarihi Ayios Haralambos kilisesi olduğunu öğrendik. Bu yapı iki katlı olup doğu-batı ekseninde uzanan üç nef bulunduğunu, bu neflerin üzerinde galeri katlarıyla bazilika planlı bir Rum Ortodosk dini yapısıymış.
Tavanda buluna freskler ve süslemeler ilgi çekiydi, parça düşmelerine karşı da ara kata yapı içi boyunca ağ serilmişti. Ayrıca kilisenin "katolina" denilen 2 renkli çakıl taşından depremler neticesinde oluşmuş bir tabanı bulunuyor.
9 Kasım 2008 Pazar
Ege _ Çeşme ve görüntüler
Bu deponun yanında bulunan daha da yukarı çıkmayı sağlayan merdivenlerden çıkan küçük kızımız hem kalenin diğer taraflarının hem de kaleden çeşme liman ve sahilini resimledi.
Kelden çıkıp tekrar çarşı içine girdik ve daha önce gözümüze kestirdiğimiz sakız reçellerinden, damla sakızlı kahvelerden, damla sakızlı kurabiyelerden yüklendik. Kitapçımıza uğrayıp 4 – 5 torbaya ancak sığdırabildiği kitaplarımızı da alıp, çarşı içinde arabamıza döndük.
8 Kasım 2008 Cumartesi
Ege _ Çeşme ve kalesi
Aldığımız kitapları sonradan almak üzere bırakıp gezmeye devam ettik. Bir kısmı restore edilmiş eski yapıları resimledik. Sahilde bulunan kale müzesine varıp Müze Kart’larımızı gösterip ücret ödemeden girdik.
Daha önce gördüğümüzden daha da farklılaşmış, güzelleşmiş, yeniden düzenlenmişti. Çeşme Kalesi Sultan II. Beyazıt Döneminde 1508 yılında inşa edilmiş. Aydın Valisi Mir Haydar tarafından Mimar Ahmet oğlu Mehmet'e yaptırılmış. Kalenin ilk inşaatı tam deniz kıyısına yapılmış. Ancak, sonraki yıllarda denizin doldurulması sonucu bugünkü konumunu almış.
Müze kalede su altından çıkartılmış amforalar, toplar, gülleleri, iki adam boyundaki çapalar sergileniyordu. Ayrıca bir bölümde eski antik kalıntıları düzenleyip çok güzel bir şekilde sergilemişlerdi.
Kalenin yukarısına doğru yürüyünce üst kısımda eski Osmanlı mezar stelleri sıralanmıştı. Bunların yan tarafında kapalı bir mekânda ise kalenin büyük ve geniş bir su deposu inşa edilmiş olduğunu gördük.
7 Kasım 2008 Cuma
Ege _ Çeşme
Yıllar önce arkadaşımız Mehmet ve büyük kızı Hande ile birlikte hep beraber gidip bir defa gezmiştik. Bu defa yolumuzu çevirip Çeşme’ye de uğrayalım istedik. Çarşıya yakın bir yerde bulunan park yerine arabamızı bırakıp (görevli de Karadenizli çıkınca…) hem çarşıyı hem de etrafı gezip seyredip sahile doğru inmeye başladık. Tam o sırada gördüğümüz bir kitapçı dükkanının indirimli satış kampanyası yaptığını yazan bir reklamı bizi içeri girmeye davet ediverdi. Her birimiz bir rafa daldık, seçilen kitaplar masaya konunca hem satıcı hem bizler şaşırdık. İçlerinde seçme yapamayınca hepsini aldık.
O arada dükkan sahibi gençle sohbetimiz derinleşti, bir defada bu kadar satmadığını, ailecek kitap düşkünü olmamızdan da memnun olduğunu söyleyince kızlarımız daha çok memnun oldu.
Fotoğrafları için:
Çeşme ve kalesi
6 Kasım 2008 Perşembe
Ege _ Limantepe Kazı Alanları
Gene Çeşme’ye giderken yolda gördüğümüz yön levhasına bakarak girdiğimiz yolun bizi götürdüğü yerde arda bulunan köprünün iki tarafında yapılan kazılarda ortaya çıkartılmış buluntuları gördük. Arabamızı bir kenara park edip yaklaşık M.Ö. 4000 yıllarına kadar dayanan antik yerleşim alanını resimledik. Daha sonra öğrendiklerimiz kadarı ile aynı kazı çalışmalarının deniz altı kısmının da olduğunu, bunun için hayfa Üniversitesi ile birlikte çalışmalarının devam ettiğini de öğrenmiş olduk.
Resimlediklerimiz arasında evlerin duvar kalıntıları, evler arası yollar, M.Ö. 600 -1200 yıllarına ait büyük su kuyularını, bir küp mezar kalıntısını, halen devan etmekte olan kazı alanları vardı.
Edindiğimiz bilgiler;
İzmir'in 38 kilometre batısındaki Urla ilçesinde bulunan Klazommenai de bir İon kentidir. Yerleşim tarihi İ.Ö. 4000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Kenti karadan çeviren surları iyi korunan Klazomenai (Limantepe) de bir İon kentidir. İ.Ö. 2000'lerde önemli bir seramik merkezi konumundadır. Eşit parsellerden oluşan Hippodamik plana göre kurulmuştur. Dünyanın en eski limanlarından biri olarak bilinir.
Sitin çeşitli yerlerinde Neolitik ve Kalkolitik keramikler bulunmuş ve İlk Tunç Çağı yerleşimi kalın surlarla çevrilmiştir. Bunun üzerindeki İT III tabakasında Ege tipi “koridor evlere” rastlanmıştır. Orta Tunç Çağına tarihlenen bir evrede apsis planlı evler yer almakta ve bunları Geç Tunç Çağına tarihlenen ancak kısmen tahrip edilmiş yoğun bir yerleşim izlemektedir.
Daha fazla bilgi için:
klazomeniaka
5 Kasım 2008 Çarşamba
Ekolojik ürünler satış yeri
İzmir Seferihisar yolu üzerinde, yolculuk yaparken Öncü Süt Ürünleri’nin “Doğal Ürünler Pazarı” yazan bir yer görünce hemen durduk içeri girdik. Burası İzmir yakınlarında, Seferihisar’a giderken, Bademler’i hemen geçince, Ulamış’a yaklaşırken yolun solunda birden karşımıza çıktı diyebiliriz.
Cumartesi ya da Pazar sabahında, kaymaklı, karadut reçelli, keçi peynirli bir kahvaltı için burası dolu olurmuş. Arka tarafı ise yeşillikli, küçük bir gölcüğünde yeni çiçek açmış nilüfer çiçekleri ile dolu olduğunu gördük.
İçeride ise birbirinden güzel birçok yerel doğal ürün raflarda yerini almıştı. Bir tarafta gördüğümüz kara köy ekmeğinden koca bir dilim kestirdik. Birkaç ürün daha alıp çıkarken hemen lokantasının önünde sakızlı Girit dondurması satıldığını görünce yemelik alıp arabaya binip yolumuza devam ettik.
4 Kasım 2008 Salı
Ege Gezisi – Kuşadası
Selçuk’tan ayrılıp Kuşadası’na doğru yöneldik. Yol rahat ve sakindi. Vardığımız zaman arabamıza park yeri ararken yol kenarlarının Belediye tarafından saatlik ücretli olarak otopark haline getirildiğini görüp boş bir yere park ettik.
Sahile bakalım dediğimizde sadece iki minik denizle oynaşıyordu. Yolumuz üzerinde rastladığımız Balık Hali’ni görmemizle içine dalmamız bir oldu. Hem kokusunu hem de tadın özeldik zira… Çeşit çeşit balıklar, ahtapotlar, karidesler…
Oradan çıkıp etrafa bakarken eski Mehmet Paşa Kervansarayının restore edilip bir otele çevrilmiş olduğunu gördük. Çarşısını gezdik, bu sırada bir dükkânın önünde halı ören hanım seyrettik.
Arabamızı alıp Adaland’a doğru yollandık. Bu esnada tepelik bir yerden Güvercinada Kalesini ve limana gelmiş dev bir kruvaziyeri resimledik.
Yol üzerinde bulunan Adaland tatil sitesine varıp, Avrupa’nın 5.inci büyük yunus balıklı havuzu olduğunu duyduğumuz havuza gidip gösteriyi seyretmek istediğimizi belirttik. Maalesef gösteri saat 14:30 ‘daymış. Bizim de 2 saat kadar bekleyecek zamanımız yoktu. İçimiz gide gide ayrılmak zorunda kaldık.
Fotoğrafları için:
Gidilesi Yerler - Ege Gezisi - Kuşadası Balık Hali
3 Kasım 2008 Pazartesi
Seferihisar - Teos
Yola devam ederken Seferihisar’a da girip gezelim istedik ama daha girer girmez öyle bir sıkışık trafik vardı ki hemen vazgeçip geri döndük. O sırada yol kenarında Şehitler Çeşmesini görüp resimledik.
Yol üzerinde gördüğümüz TEOS yön levhasına kanarak, (diğerleri gibi tarihi bir mekân olduğunu düşünüp), hemen saptık. Epeyi viraj ve yol aldıktan sonra karşımıza çıkan levhada bir mesire yeri olduğunu gösteren yazıyı görünce canımız sıkıldı. Zira hem zaman hem yoldan kaybetmiştik.
Daha sonra konuştuğumuz arkadaşlarında başın aynı şey gelmiş.
Canımız burnumuzda geri dönmeye başladık. Yolların dar ve virajlı olması nedeni ile karşıdan gelen bir aracın dar açı ile viraja girmesi ile bir sıkıntıda yaşadık. Erken fark etmemizle kendimizi asfalt yolun toprak kısmına atarak kurtardık ama can sıkıntımız bir kat daha arttı.
Dönerken de etrafın ve uzaktan Sığacık limanı ve kalesi de resimledik.
2 Kasım 2008 Pazar
Artemis Tapınağı
Selçuk-Kuşadası yolunun başlangıcında, hemen sağa dönünce aşağı doğru birkaç yüz metre gidince açıklık alanda görülüyor. DÜNYANIN YEDİ HARİKASI’ndan biri olarak kabul edilen ARTEMİS TAPINAĞI, M.Ö. 334-250 yılları arasında ününü dünyaya duyurmuş. Yağma, deprem, yangın gibi nedenlerle yedi defa yıkılıp yapılmış. Şimdiki tapınak Hellenistik Dönem’e aitmiş.Tek tanrılı dinlerin insanları gibi tapınan Efesliler Artemis’in bünyesinde pek çok tanrının gücünün birleştiğine inanıyorlarmıştı.
Gerçi geniş bir alanda sadece antik kalıntıları kalmış. Sadece bir sütun yüksekçe kalmış, onun da üzerinde leylek yuvası ve bir yavrusu görünüyordu. Zamanında St.Joan kilisesine dokunmamışlar fakat bu tapınağa aynı hoş görüyü göstermemişler. Kalmış olan ana sütuna yakın bir yerde de yarım kısmı görünen bir sütun parçası ile nispeten bayır yukarı olan yerde de üzerinde kenar süsü olan bir duvar parçası kalmış.
Buradan ayrılıp 20 dakika kadar uzaklıkta olan Kuşadası’na doğru yollandık.
Artemis Tapınağı yön levhasını takip ederek ulaştığımız yerde bulunan alanda birçok tur otobüsü ile bizler gibi araçla gelenlerin yan tarafına park edip tapınaktan geri kalanları görmek ve resimlemek için indik. Geniş bir alanda geri kalan bazı kalıntılar dışında alanın orta kısmında üzerinden bir leylek ailesinin yuva yaptığı tek sütun kalmıştı. Etrafında dağınık tarzda yayılmış antik kalıntılar birçok kişi gibi bizlerinde ilgisini çekti. Geri kalanlara bakarak girişe konulmuş olan o zamanki halini hayallemeye çalıştık.
1 Kasım 2008 Cumartesi
Ayasuluk Kalesi
Ayasuluk Tepesi Erken Hıristiyan, Bizans ve Selçuklu devirleri boyunca iyi tahkim edilmiş bu kale ile savunulmuştur.
Halen ayakta duran sur, Erken Hıristiyanlık Devri’nde inşa edilmiş olup sonradan Selçuklular zamanında büyük bir restorasyona uğramıştır.
Kale, Bizans çağında yapılmış olmasına rağmen görünen kalıntıların büyük bir çoğunluğu Selçuk ve Osmanlı çağlarına aittir. Biri güney, diğeri de batıya açılan iki giriş kapısından, batıdaki daha anıtsal bir yapıya sahiptir.
Onbeş burçla tahkim edilmiş surların büyük bir kısmı restore edilmiştir. Rivayete göre St. John (Fransızca St. Jean), İncil'ini bu kalede yazmıştır.
31 Ekim 2008 Cuma
Saint John Anıtı
İsa Bey caminden çıktıktan sonra yan duvarının kenarında yukarı doğru yollanarak St.John anıtına çıktık. Arabamızı park eder etmez hemen yanımızda ücret diyen biri bitti !...
Neyse deyip verip içeri girmek için kapısına yöneldik. Kapıda Müze Kart’larımızı gösterip girdik. Yüksek duvarlarla çevrili tepe de yapılmış olan anıt kilise Selçuk Kalesi’nin bulunduğu tepenin güney eteğinde yer alıyor. Bu yapı Efes’teki Bizans Dönemi yapılarının en görkemlisiymiş. Bu tepe üzerinde son günlerini geçiren St. John, öldüğünde de buraya gömülmüş. Mezarın üzerine önce bir anıt dikilmiş, M.S. 4. y.y.'da bu anıtın çevresine çatısı ahşap olan bir kilise yapılmış; yüzyıl sonra da buraya Justinianus (527-565) tarafından halen kalıntıları ayakta duran kubbeli bir bazilika inşa ettirilmiş. Haç planlı yapı avlu, narteks (kiliselerin ön cephesinde bulunan giriş bölümü, merkezden duvar yahut kolonlarla ayrılır. Hıristiyanlığın ilk zamanlarında Hıristiyan olmayanların ancak bu bölüme girmelerine izin verilmiş) ve 5 nefli (kilise yapılarında meydana gelen koridor yapıları) ana kısımdan oluşmakta. St. John'un mezarı en ortadaki kubbeli bölümün altındaymış.
Girişte hafif meyilli yolla yukarı doğru yürümeye başladık. Giriş kapısının arkasından baktığımızda ana girişin iki yanında da bire göz yapılmış olduğun gördük. Yola devam edince sağ tarafta bazilikadan kalan antik buluntuları, ilerleyince de sütunlarla geniş bir avlu, onun içinde de 4 sütunla çevrili küçük bir alan, etrafında geçiş koridorları ile çevrilmiş bağlantılı odalar, zincirle çevrilmiş bir odanın dibinde mozaik yer döşemesi gördük.
Odaların giriş kapılarının tuğlalardan örülme şekli, oda kapılarını tek taşlı olarak 3’lü yapı ile meydana getirilmesi, bir tarafta su küpleri, salonun ortasında vaftiz yeri, bazilikanın altında yapılmış olan yer altı su ve kanalizasyon sistemi, duvarların alt kısmında yıkıntıların son kalıntıları yer alıyordu.Arka kısım bahçesinde ise meyvelerini vermiş olgunlaşmasını bekleyen kaktüsleri görünce aklımız kaldı. Zira bunlar olgunlaşınca o kadar güzel tatları oluyor ki…Giriş avlusuna geldiğimizde bir gurup turistin rehberlerini dinlediğini gördük, bizde ağaçların altında gölgelik bir yer bulup az dinlenelim istedik. Tam bu sırada avlunun kenarında antik kalıntı duvarın üzerine yuva yapmış leyleklerin gösterisine şahit olduk. O kadar insanı umursamadan yuvadan uçtu aralarımızda dolaştı, çocuklar peşlerinden loşunca havalanıp yuvasına döndü. Buradan ayrılıp Artemis tapınağına yollandık.
Fotoğrafları için:
Saint John Anıtı
30 Ekim 2008 Perşembe
İsa Bey Camii
Selçuk Efes müzesinden ayrılıp, sağa dönünce gördüğümüz yön levhasını takip ederek önce İsa Bey camisini gördük.
Bu yola girmeden önce tam karşımızda 14.üncü y.y. da yapılmış olan Karakol yanı Cami’sini (cami kesme taştan tuğla hatıllı, kare planlı olup, önünde iki sütun ve iki payenin yuvarlak kemerlerle birbirine bağlandığı üç bölümlü bir son cemaat yeri bulunmakta. Yuvarlak kemerli bir kapıdan içerisine girilen caminin üzeri yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülmüş. Kasnağın üzerine sağır nişler yapılmıştır. Bu nişlerin içerisine de yuvarlak kemerli küçük vitraylı pencereler yerleştirilmiş), gene İsa Bey camisine varmadan yolun sağında gene 14.üncü y.y.da yapılmış olan, küçük restore edildiği için ben geçmişe ait bir buluntusuna şahit olamadığım mescit şeklinde Kılıçaslan Camii, tam karşısında ise etrafı tellerle çevrilmiş yıkıntı halinde İse Bey Hamamı (1372 de yapımlı)’nı resimledik.
Yolumuza devam edince dış bahçede İsa Bey’i tasvir eden bir anıt heykeli ile karşılaştık. Yan tarafına arabamızı park edip, camiye yöneldik.
İki taraflı 14’er basamakla çıkıp içeri giriliyor. Merdivenli girişin altında şimdi akmayan suları ile bir çeşmesi de bulunuyor.
1375 yılında inşa edilmiştir. Mimarı Ali Bin Müşeymeş ed-Dımışki’dir. Beylikler dönemi ile Osmanlı mimarisine geçiş aşamasının en tipik örneklerinden biri olup, içerisinde yer aldığı zengin tarihi ve arkeolojik eserler arasında kendisine özgü mimarisi ile bir yer edinmek amacıyla St. Jean Kilisesi'nden tek bir taş dahi alınmadan inşa edilmiş ve neredeyse bu kilise ile boy ölçüşebilecek konumda. Ayrıca Türk mimarisinde ilk defa, 'ikinci cemaat yerine' sahip olmasıyla ayrı bir önem taşıyormuş.
19.uncu y.y. sonlarına doğru kervansaray olarak kullanılmış.
Oldukça geniş bir avluya gene yüksek taç bir kapı girişi ile giriliyor. Kapının üzeri iki renk taşlarla örülerek şekillendirilmiş, üst ön alınlığında da el işçiliğinin ustalığı sergilenmiş. İçi ise spiralli kesme taşa işlenmiş küçük bir kubbe ile tamamlanmıştı.
Kapını hemen girişinde sol tarafta minareye çıkmak için iki kademeli taş merdiven yapılmış, bunlardan çıkılarak yan taraftaki kapıdan minareye çıkılıyor. Ana giriş olan taç kapının üzerine de günümüzde şerefeden yukarısı yıkılmış olan minare yerleştirilmiş. Biz gittiğimizde yıkılmış şerefenin yerinde leylek yuvası içinde de 3 yavru vardı, yukarıdan hem bizi hem de uçma dersi veren annelerini izliyorlardı.
Avludaki arkaya bakan duvarlarda hiç pencere yoktu, diğer yanlardakilerde iki katlı örülmüş, üst kattakiler açık, alttakiler kapalıydı.
Ortada avluyu çevreleyen antik sütunlar, ortada sekizgen bir havuz, ana girişin dışında batı ve kuzeyden de giriş sağlayan ama şimdi kilitli olan kuzeydekinde 10 diğerinde 15 basamakla inilip çıkılan kapıları mevcuttu.
İçinde ise 4 büyük granit sütun, bunların üzerinde 2 büyük kubbe, içleri büyük kısmı dökülmüş çinileri, sade bir mihrabı, yenilenmede yerleştirilmiş olduğunu düşündüğümüz minberi ile huzur veren iç yapısı vardı.
İç avlunun arka duvarına oralarda yatanların (sanırım) mezar taşları dayandırılarak sergileniyordu.
Bahçenin ara tarafına doğru bir de iğde ağacı vardı ki gölgesinde kuşlar cıvıldıyordu.
Bizlerde kendimize anı fotoğraflarımızı çekerek buradan ayrıldık.
Daha sonra çıktığımız St.John anıtından da burasının ve yavru leyleklerin yukarıdan resimlerini çektik.
Fotoğrafları için:
İsa Bey Camii
29 Ekim 2008 Çarşamba
Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun ...
Cumhuriyet Bayramımız, bu ülkeye ait olduğunu düşünen; bu ülke için bir çivi çakan ve bu ülke için canını feda edebilecek herkese kutlu olsun !!!
28 Ekim 2008 Salı
Blogger erişime açıldı
Blogger erişime açıldı
hakkımız olanı aldık:-)))yayına devam
(Alıntı)
Geçtiğimiz cuma günü erişime kapatılan Blogger'ın yasağı bugün öğle saatlerinde kaldırıldı. Siteye erişim yeniden engellenebilir.
Blogger.com'un 4 günlük yasaklanma macerası nihayet sona erdi. Artık herkes blog'una giriş yapabilir. Chip.com.tr'nin Google Türkiye'den aldığı bilgiye göre, geçtiğimiz Cuma günü Türkiye'den erişime kapatılan www.blogger.com, 4 günlük yasaklama macerasından sonra tekrar özgürlüğüne kavuştu. Bilindiği gibi popüler blog sitesi Blogger, Lig TV'den yapılan şikayet üzerine erişime kapatılmıştı.
Kararın kaldırılma nedeni ise şimdilik "delillerin yetersiz olması ve yeni delillerin toplanma isteği" olarak açıklandı. Eğer bir gelişme olmazsa, bir süre sonra aynı yasağın tekrar gündeme gelmesi de beklenebilir...
Birçok yasaklı site arasına Blogger'ın da eklenmesi, belki de bugüne kadar gösterilen en büyük tepkiyi de beraberinde getirmişti.
(Chip.com.tr)
26 Ekim 2008 Pazar
Biz halk olarak ''BECERİRİZ''...
Millet olarak birşeyin cılkını çıkarmakta üstümüze yoktur herhalde. Girdiğimiz her işin içine eder bırakırız. Birileri işe yarar, insanlığa faydalı birşeyler yaptı mı hemen kolpasını, sahtesini, artık orjinaline dair olmayan ne varsa onu çıkarırız. Biri hakkımızda gerçekte olsa olumsuz bir fikir beyanında bulundu mu hemen karşı cephe açar, savaş açarız. Biz böyle bir milletiz işte, bizden iyisini hazmedemiyoruz. Bize yapılan eleştirileri de hazmedemiyoruz. Hatta bu hazmedememenin neticesinde çoğu zaman kurunun yanında yaşı da yakarız ve bize göre yaptığımız herşeye değmiş ve sorun kökten halledilmiştir. Halbuki kendi kendimizi kandırdığımızın biz de farkındayızdır.
Son zamanlarda bu bahsettiğim şeylerin en bariz örneğinin internet dünyasında sık sık görmeye başladık. İlk olarak youtube‘un bir kaç densizin yüklediği videolar yüzünden tüm Türkiye’de yasaklanması ile başladı bu silsile. Aslında bu olay o tarihten sonra olacaklarında habercisiydi ancak ben gibi çoğumuz bunun farkında değildik. Youtube’un ardından Google groups, Wordpress ve daha hatırlamadığım bir çok dünya çapında yaygın olarak kullanılan hizmetler Türk kullanıcılarının hizmet erişimine Türk mahkemeleri tarafından kapatıldı. Kimler geldi kimler geçti bu yasak çemberinden diye düşündüğümüzde aslında olayın ciddiyetini daha iyi kavramış olacağız. Bir kişinin isteği üzerine milyonlarca insan bir hizmetten mahrum bırakılıyor. En son yasak kurbanı ise ne yazık ki milyonlarca blog yazarının bulunduğu Blogger oldu. Artık her sabah kalkıp düzenli olarak girdiğimiz bir sitede veya hizmette, bir sabah kalkıp da o beyaz fonda kabus gibi duran kırmızı fonlu yazıları görme korkularıyla başbaşayız saolsunlar. Gerçek dünya da bizleri rahat bırakmadıkları gibi sanal dünyada artık özgür değiliz. Özgürlüğümüzü öyle ya da böyle bir yolunu bulup kısıtlamak adamların hobisi haline geldi.
Yasaklara karşı silahımız ilk başlarda dns ve ağ ayarlarında bir kaç ufak değişiklikti ancak belli bir süre sonra o da işe yaramadı ve imdadımıza ninja gibi proxy siteleri yetişti. Başta ktunnel, vtunnel ve ntunnel vardı ancak artık a’dan-z’ye kadar herhangi bir harfi tunnel başına koyun girin bu hale geldi:)….olsun amaç hizmet olduktan sonra çoğalmaları internet kullanıcıları açısından daha iyi. Velhasılı kelam istedikleri kadar yasak koysunlar, demokrasilerde çare tükense bile internette çare tükenmez bunu da iyi bilsinler….
alıntı:
BECERİRİZ
24 Ekim 2008 Cuma
NİHAYET BU DA OLDU....
NİHAYET BU DA OLDU....
KİM NE YAPTI İSE....
YAPILANLARIN KARŞILIĞINDA BLOGGER'E DE TÜRKİYE'DEN ERİŞİM MAHKEME KARARI İLE ENGELLENMİŞ....
BİZLERİN YILLARIN BİRİKİMLERİMİZE DE ERİŞİMİMİZ ENGELLENMİŞ OLUYOR....
YILARDIR KENDİ ARASINDA ÇIKARSIZ PAYLAŞIMLARI İLE BİRBİRİNE ULAŞMIŞ,
SAYILARINI BİZLERİN DAHİ BİLEMEYECEĞİ KADAR KİŞİYİ DE MAĞDUR ETMİŞ OLDULAR....
YAZILACAK SÖYLENECEK ÇOK ŞEY VAR DA....
İŞTE....
SÖZ'ÜN BİTTİĞİ YERDE SESSİZLİK BAŞLIYOR....
AMA...
''KABULLENME' OLARAK ''KABULLENİLMEMELİ''....
TEKRAR GÖRÜŞÜNCEYE KADAR...
BAKALIM...
NE ZAMAN'mış...
Ege Gezisi _ Ressam Oğuz Aydın
Selçuk müzesinde olaşırken giriş holünde çok hoşumuza giden bir de resim sergisi gördük. Bu gezimiz esnasında rastladığımız en güzel anlardan biriydi. Kendisi ile uzun ve sıcak bir sohbetimiz oldu.
Yıllar boyu verilen emeklerin bizleri geliştirdiği söylenir, sanatçının içindeki var olan cevher de yıllar içinde elmasın işlenmesi gibi değer kazanıyor.
Sayın Oğuz Aydın’la sohbetimizde de bunu bir kere daha anlayıp gördüm.
Güzel sohbeti için kendilerine buradan bir kere daha teşekkürlerimizi iletirken, verdiği eserlerin daha nice sergilerde (ki bu 37.inci sergisiymiş) gün yüzü görmesini diliyoruz.
Saygılarımızla…
23 Ekim 2008 Perşembe
Selçuk Efes Müzesi 3.üncü Bölüm
Bir de iç tarafına çok şirin bir dinlenme mekânı yapılmış, burada oturup dinlenirken çayınızı, kahvenizi ya da soğuk bir içeceğinizi alabiliyorsunuz.
Unutmadan, müzenin yan tarafında da Türkiye’nin ilk hamam müzesi olan Saadet Hanım Hamam Müzesi bulunuyor.
Fotoğrafları diğer bilgiler için:
Selçuk Efes Müzesi
22 Ekim 2008 Çarşamba
Selçuk Efes Müzesi 2.inci Bölüm
Bu müze çoğunluğu Efes’ten derlenmiş eserlerle doluydu. Birbirinden güzel, hayran bırakacak derecede estetik ve tarihi değere sahip birçok antik buluntu vardı. Hele Artemis heykeli, Sokrates Odası, Dünyanın ilk sikkelerinden örnekler, İmparator büstleri, mermer taş üzerine işlenmiş Tavla, Eros’un Afrodit’le heykelleri, mezar buluntuları, lahitler, kültler…
Bir de arka salonlarda gladyatörlerle ilgili hem tarihsel anları, hem de görsel olarak şekilli anlatımlı çok güzel bir ortam hazırlanmış. Bir yandan okurken, görsel olarak seyrediyor daha iyi anlıyor, diğer yandan da antik buluntularla kıyaslama şansınız oluyor.
Fotoğrafları diğer bilgiler için:
Selçuk Efes Müzesi
21 Ekim 2008 Salı
Selçuk Efes Müzesi 1.Bölüm
Sabah kalkıp bu sefer otelin (Meral Otel) giriş salonuna inip çeşitlilik konusunda oldukça zengin menü içinde kahvaltılıklarımızı alıp, bizler çaylarımızı kızlarımız meyve sularını içti. Kahvaltı sonrası bahçesinde çaylarımızı içerken oteli işleten aile ile de sohbeti çaylarımız gibi demledik. Sohbet koyulaştıkça ayrılmak da zor oldu. Bir daha görüşebilmek dileği ile vedalaşıp Selçuk Efes Müzesine yollandık.
Fotoğrafları diğer bilgiler için:
Selçuk Efes Müzesi
20 Ekim 2008 Pazartesi
Selçuk _ Belediye Lokantası
Selçuk ilçesinde yerimizi ayarladığımız oteli (Meral Otel) çalıştıran ailenin de önerisi ile yakınlarında olan Belediye Lokantasında akşam yemeğimizi yiyebileceğimizi söylediler. Gidilebilecek yolu da tarif ettiler. Eşyalarımızı yerleştirip duşlarımızı alıp akşam yemeği için gittik. Gerçekten temiz, aile ortamında sessiz sakin bir yerdi.
Yemek için hemen bol acılı etlerimizi, gene bol acılı salata ve mezelerimizi söyledik. Yanında kızlarımız meyce sularını bizler ise soğuk sularımızı söyledik. Hemen salata ve mezelerimiz yanında da nar gibi kızartılmış ekmek dilimleri geldi. Doğrudan acılılara daldık tabi…
Arkasından gelen etlerimiz de arzu ettiğimiz derecede acılı ve kıvamında pişirilmişti. Bize servis yapan garson delikanlının sıcaklığı, el çabukluğu, hizmette gösterdiği hızı da eklenince yediklerimiz yemeyi düşündüklerimizi geçti !...
Acılı mezelerin ikinci tabağı da istendi, koskocaman bir tepsi (tabak değil ha…), kızlarımıza, içerden patates kızartması de gelince….
Damaklarımızda kalan tadı sizlere nasıl aktarabiliriz ki?..
Biz 1- 2 saatte kalkarız derken, üzerine de demli çaylarımızı kahvelerimizi de içip hesabı isteyelim dedik.
Hesap geldi, hesabı görünce bir servis daha yiyelim deyince beni zor çıkardılar… Anlayacağınız gelen hesap verilen ve yenilenlerin karşılığında bize oldukça düşük geldi. Yolunuza düşerse gözü kapalı gidebilirsiniz. Tabi masada alkollü içecek siparişi de verecek olursanız bu gelen hesap farklılaşır, biz alkollü içecek kullanmadığımızdan bize göre hesap uygundu, hatırlatalım dedik !...
19 Ekim 2008 Pazar
Şirince
Aydın’dan yola çıkıp Selçuk – Kuşadası – Çeşme tarafına gidip, oralardan birinde almayı planladık. Yol üzerinde daha önce çeşitli vesilelerle adını duyduğumuz Şirince yön levhasını görünce, hemen o yola sapıp virajlı ve rampalı yoldan yukarı köye doğru tırmanarak ulaştık, vardığımızda birkaç kişiye kalabilecek yerler hakkında danışalım dedik.
Bize gösterilen yerler ile istenen ücretleri uygun görmedik. Oradaki genç aşağıda Selçuk’ta daha uygunlarını bulabileceğimiz söyleyince iyice vazgeçtik.
Onun üzerine köyde dolaşmaya başladık. Eski evler çoğu yenilenmiş, restore edilmiş, büyük çoğunluğu da ev pansiyonculuğuna uygun şekle çevrilmiş. Yerel olarak farklı ve de çeşitli şarap üretimlerini sergileyip satan yerel lokantalar açılmış.
Kalınabilecek pansiyonlar ile lokantaların bazılarında park yerleri açılmış. Ama köy içindeki yollar çok dar, sıkışık ve rampalı yani yokuştu.
Biz oradan ayrılıp aynı yoldan bu sefer aşağı inerek Selçuk’a yönlendik.
Fotoğrafları için:
Şirince
18 Ekim 2008 Cumartesi
SAMSUN TÜTÜN İSKELESİ
Hayvanat bahçesinden çıktıktan sonra sahil yolunu takip ederek yürüyüş-gezi yolundan yürüyerek havanın da güzelliğinde faydalanmak istedik. Bu yürüyüş esnasında karşılaştığımız bazı dostlarla kısa sohbetlerde bulunduk. Sahil Yürüyüş Yolunun sonlarına doğru denizin doldurulması ile elde edilmiş alanda yapılmış olan yeni iskeleyi de görüntüledik.
Şehrin merkezinde bulunan Cumhuriyet meydanından sahile kadar olan yolda yeniden yapılandırarak oturma yerleri, süs havuzları, yürüme alanları yapılmış. Bu protokol yolu diye de adlandırılan yola girmeden önce yolun sağ tarafında da Samsun Arkeoloji ve Etnografya müzesini de ziyaret edebilirsiniz.
Gene yolu takip ederek sahildeki iskeleye ulaşmadan az evvel yenilenmiş olan Yabancılar Pazarını da gezebilirsiniz.
Bazı bilgiler:
Samsun Büyükşehir belediyesi tarafından yıllar içerisinde dolgu çalışmaları nedeniyle kaybolan tütün iskelesi orijinal ölçülerde yeniden inşa edildi. 45 metrelik bir protokol koridorunun başına Bandırma Vapuru'nun ölçüleriyle aynı olan beton bir iskele yapıldı.
Samsun Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan Mustafa Kemal Atatürk ve 18 silah arkadaşının 19 Mayıs 1919'da Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak üzere Samsun'da karaya çıktığı Tütün İskelesi'nde bulunan Atatürk ve 18 silah arkadaşının balmumu heykelleri yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.
Ulu önder Atatürk' ün 19 Mayıs 1919'da Milli Mücadele'nin ilk meşalesini yakmak üzere Samsun' a ayak bastığı ilk nokta, hak ettiği saygınlığa kavuştu. Atatürk ve Silah arkadaşlarının ayak bastığı Tütün İskelesi'nden, Mıntıka Palas oteline kadar uzanan yol, samsun Büyükşehir Belediyesi Başkanlığınca "Protokol Yolu" haline getirilerek halkımızın kullanımına açılmıştır.
Atatürk' ün karaya çıktığı Tütün İskelesi yeniden yapılarak, önüne temsili Bandırma Vapuru da inşa edilen Protokol Yolu 45 metre genişlikte ve 400 metre uzunluğundadır.
Fotoğrafları için:
SAMSUN TÜTÜN İSKELESİ
Daha fazla bilgi için:
Samsun Belediyesi - Protokol YOLU
TÜTÜN İSKELESİ
17 Ekim 2008 Cuma
Samsun Hayvanat Bahçesi
Gene sahil yolu üzerinde bulunan sevgi kafe ile tren raylarını arasındaki kısımda
bulunan hayvanat bahçesini, uçurtma şenliğinin de vesile olması ile, ziyaret ettik.
Hayvanat Bahçeleri sadece hoş vakit geçirilecek yerler olmaktan ziyade, çevre bilincinin gelişmesini sağlayan yerler olarakta değerlendirilmeli.
Hayvanları sergilemenin başka bir yolu olmadığı sürece kafeslerde seyredeceğiz.. Ülkemizde hayvanat bahçeleri ekonomik zorluklar içerisinde, kaynak aktarılamıyor.
Televizyonlardan başka hiçbir yerde bu hayvanları görme şansı olmayan bizlerin böylesine sosyal boyutu ağır basan bir tesisi de yaşatmanın ve koruyup kollamanın yollarını bulmamız ve desteklememiz gerekiyor.
Ailelerinin elinden tutup hayvanat bahçesine getiren çocuklar, hayvanları daha yakından görmenin mutluluğunu yaşıyor.
Ama ne yazık ki bazı görüntüler bizleri rahatsız ettiği kadar da üzdü. Bazı hayvanlara, uyarı levhaları olmasına rağmen, yiyecek maddeleri verilmesi, bazılarını dış bazılarının yakın tel çerçeveli kafes tellerine vurarak ses çıkartılarak hayvanların dikkatini çekmeye çalışıp rahatsız edilmeleri v.b. gibi…
Bunların yanında kafeslerin önüne konulmuş olan bilgilendirici levhaları okuyup çocukları ile paylaşanlar, farklı yaşam ortamlarında gelmiş olanlar hakkında yorum yapanlar, doğal ortamlarında görebilmenin zorluğunun bilincinde olanların ise bu sosyal paylaşım alanının güzelliği ve faydası hakkında konuşmalar ise, uygulamanın amacına ulaşmasındaki etkiyi gösteren güzelliklerdi.
16 Ekim 2008 Perşembe
Samsun Uçurtma şenliği
Bu sene yapmış olduğumuz Ege bölgesi gezi notlarımıza birkaç gün ara verip hafta sonu yaptığımız kısa gezi notlarımızı paylaşalım.
Çocukluğumuzun anılarının sarı sayfaları arasında çeşitli oyunlarımız yer alır. Bunlardan biri de uçurtma uçurmak…
Önce buna uygun çıtaları hazırlar, yapacağımız şekle göre boylarını ayarlar, en yükseğe çıkartan olmak için bulabildiğimiz ipleri birbirine ekleyip kocaman yumak yapardık. O zamanlar en kolay bulabildiğimiz gazete kağıdı idi. Öyle renkli frapan kaplama kağıtları ya da naylon örtüler bulmak o kadar zordu ki…
Bulupta yapabilenlerin yeri ve havası ayrı olurdu. Yapabilenler diğerlerine yardım eder ekipi hazırlardık çünkü tek uçurtmanın havada zevki olmazdı.
Uçurtmalar hazırlanınca doğru açık bir alan bulurduk ki o zamanlar her taraf uygundu şimdiki gibi apartmanlarla beton yığınları ile doldurulmamıştı.
Bu hafta sonu da Samsun’da Gazi Belediyesi tarafından bu yıl 2.'si düzenlenen 'Uçurtma Şenliği'nde gökyüzü şenlendi.
12 Ekim 2008 Pazar günü Sahil Yolu Sevgi Kafe arkasında gerçekleştirilen, gün boyu süren etkinlikte en yükseğe uçan, en renkli uçurtma, en büyük, en küçük uçurtma ve en yaşlı dallarında dereceye girenlere çeşitli hediyeler verilmesi planlanarak güzel bir hafta sonu yaşanmasına vesile olundu.
Gün boyu zevkli dakikalar yaşayan vatandaşlar, bazen rüzgarın olmaması sebebiyle uçurtmaları uçurmakta zorluk çekse de bazen de fazlalaşan rüzgar nedeni ile de zorlandılar.
15 Ekim 2008 Çarşamba
İzmir _ Efes 3.üncü bölüm
Yolun sağ tarafında bulunan Efes’in kurucusu Androklos’un anısına yapılmış olan Mezar anıtını, yan tarafında da Hadrian Kapısını gördük. Bunların karşısında ise halen devam eden çalışmaların da görüldüğü yol ve çevresi kısa zamanda açılacak gibi.
Yolun bu son kısmında artık simgeleşmiş olan kütüphanesi ile karşılaştık. Arka ilk giriş kısmını da görüntüleyip tekrar aynı yoldan geri yukarı çıkmaya başladık.
Kısa bilgiler;
İzmir İli Selçuk İlçesi sınırları içindeki antik Efes kenti’nin ilk kuruluşu M.Ö. 6000 yıllarına, Neolitik Dönem olarak adlandırılan Cilalı Taş Devri’ne kadar inmekte. Son yıllarda yapılan araştırmalar ve kazılarda Efes çevresindeki höyükler (tarih öncesi tepe yerleşimleri) ve kalenin bulunduğu Ayasuluk Tepesi’nde Tunç çağları ve Hittitler’e ait yerleşimler saptanmış.
Bugün gezilen Efes ise, Büyük İskender’in generallerinden Lysimakhos tarafından M.Ö. 300 yıllarında kurulmuş. Hellenistik ve Roma çağlarında en görkemli dönemlerini yaşayan Efes, Asya eyaletinin başkenti ve en büyük liman kenti olarak 200.000 kişilik nüfusa sahipmiş.
Efes, Bizans Çağında tekrar yer değiştirmiş ve ilk kez kurulduğu Selçuk’taki Ayasuluk Tepesi’ne gelmiş. 1330 yılında Türkler tarafından alınan ve Aydınoğulları’nın merkezi olan Ayasuluk, 16.Yüzyıl’dan itibaren giderek küçülmeye başlamış, 1923 yılında Cumhuriyetimizin kuruluşundan sonra Selçuk adını almış ve bugün 30.000 kişilik nüfusa sahip turistik bir yer olmuş.
Doğu ile Batı (Asya ve Avrupa) arasında başlıca kapı durumunda olan Efes önemli bir liman kentiymiş. Bu konumu Efes’in çağının en önemli politik ve ticaret merkezi olarak gelişmesini ve Roma Devrinde Asia eyaletinin başkenti olmasını sağlamış.
Efes tarihi boyunca birçok kez yer değiştirdiğinden kalıntıları geniş bir alana yayılır. Yaklaşık 8 km²lik bir alana yayılan bu kalıntılar içinde kazı-restorasyon ve düzenleme çalışmaları yapılmış, ziyarete açık olan bölümlerdir.
1- Ayasuluk Tepesi (İ.Ö. 3. bine tarihlenen en erken yerleşim ile Bizans Devrine ait, Hıristiyanlık dünyası için büyük önem taşıyan St. Jean Kilisesi),
2- Artemision (İ.Ö. 9-4. yüzyıllara ait önemli bir dini merkez; dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı)
3- Efes (Arkaik-Klasik-Hellenistik-Roma ve Bizans Devri yerleşimi),4- Selçuk (Selçuklu, Osmanlı Dönemi yerleşimi ve bu yerleşimi barındıran, bugün önemli bir turizm merkezi olan modern kent),
Fotoğrafları için:
İzmir _ Efes Antik Kenti
14 Ekim 2008 Salı
İzmir _ Efes 2.inci bölüm
Yolun sağ ve sol taraflarında birçok zamanın özelliklerini ortaya koyan yapı kalıntıları, heykeller, odacıkların ya da yan yolların açılması ile görüntü zenginliğini ve kültürel birikimlerin yansımasını seyrederek inmeye devam ettik.
Yolun ortalarına doğru Traian Çeşmesini, biraz daha aşağıda ise gene sol tarafta Varius Hamamını, yolun karşı tarafında ise yamaç evlerinin başlangıç kısmı ile bunların ön kısmındaki mozaikli yürüme yolunun güzelliğini resimledik.
Fotoğrafları için:
İzmir _ Efes Antik Kenti
13 Ekim 2008 Pazartesi
İzmir _ Efes 1.inci bölüm
Bu antik kentin ilk kuruluş yılları M.Ö. 6000 yıllarına kadar dayanmaktaymış. Bugün gezilen Efes ise M.Ö. 300 yıllarında kurulmuş.
Daha önce yıllar evvel gittiğimizde alt kapıdan girmiş, kütüphaneden sonrası ise daha kazılmamış, açılmamış ve düzenlenmemişti. Bu sefer yukarı kapıdan elektronik okuyucuların olduğu kısımdan Müze kartlarımızı okutarak girdik. Bizi karşılayan sütunlu yoldan yürüyerek önce Devlet Agorasından geçip, Peristili evi (bazilika taşları ile yapılmış) görüp, meclis binasını gelip orayı gezdik. Oradan çıkıp Devlet sunağının önünden geçip Devlet Sarayına giden Kutsal Rampadan inmeye başladık.
Fotoğrafları için:
İzmir _ Efes Antik Kenti
12 Ekim 2008 Pazar
Aydın _ Meryem Ana
İzmir ili Selçuk ilçesine 9 km. uzaklıkta, 420 m. yükseklikteki Bülbül Dağı üzerinde bulunan Meryem Ana Kilisesi ve Evi Hıristiyan inancına göre kutsal sayılmaktadır. Panaya Kapulu olarak isimlendirilen bu yere Hz. İsa’nın ölümünden sonra Aziz Jean tarafından Hz. Meryem’in getirildiğine inanılmıştır.
Meryem Ananın son yıllarını yaşadığı yer olarak kabul edilen burasını d€€a Efes’e kadar gelmişken görelim dedik. Yön levhasını takip ederek yukarı doğru çıkarken yolun sağ tarafına bir insan boyutunda yapılmış olan Meryem ana heykeli bizleri önden karşıladı. Birçok turist burada resimler çektiriyordu. Yola devam edip giriş ücretini ödeyip park yerinde arabamızı bırakıp, düzenleme yapılarak önceki yıllara göre daha düzgün bir yolla yeşillikler arasında üst yoldan ilerleyerek kapıdan içeri girdik. Birok turist yerlerde sürünerek dua ve ibadet ediyordu. Bir köşede oturan papaz da onları seyrediyordu. Görevlinin biri sağ tarafta bulunan bir tablaya mumları yerleştiriyor, isteyenlere bağış önerisi ile veriyor dışarı çıkıldığında da kum havuzlu camekânlı yere yakılarak adak mumu diye yerleştiriyorlardı. Alt yoldan inerken duvara yerleştirilmiş niyet, dilek kağıt parçacıkları duvarı tamamen kapatmıştı. Orada buluna kaynak su akan çeşmelerden de şifa niyetli millet sırada içmek için birbirini bekliyorlardı.
İnanmanın getirdiği güzelliği olmaması gereken farklı uygulamalarla değişik yollara kanalize etmenin mantığını anlamakta zorlanmakla birlikte, asırlardır neredeyse her inançta uygulanan bu ya da benzeri davranışların ortadan kaldırılmasının zorluğuna bir kere daha şahit olup inandık.
Kısa bir bilgi;
Günümüzde Ephesos Magnesia kapısından Bülbül Dağı’na uzanan yol Panaya Kapulu’ya gelmektedir. Buradaki küçük bir meydanda evin yanında yuvarlak sarnıç, tepenin çevresinde kemerli duvarlar görülmektedir. Ayrıca burada yapılan kazılarda da pişmiş topraktan iki lahit ve bazı mezar hediyeleri ile karşılaşılmıştır.
Hıristiyanların kutsal olarak nitelendirdiği suyun bulunduğu sarnıcın yanındaki yolun sonunda haç planlı, üzeri küçük kubbe ile örtülmüş bir kilise bulunmaktadır. Moloz taş ve tuğladan yapılmış olan bu kilise VII.-VIII. yüzyılda yapılmıştır. Meryem Ana Evi’nin kutsal haç yeri ilan edilmesinden sonra buradaki Meryem Ana Evi’nin kalıntıları üzerine küçük bir şapel yapılmıştır. Eski yapı ile sonradan yapılan şapelin duvarlarının birbirinden ayrılması için her ikisi arasına kırmızı renkte boya ile bir çizgi çekilmiştir. İki tarafında nişler bulunan kemerli bir girişten sonra tonozlu bir sahanlığa gelinmektedir. Buradaki apsiste Hz. Meryem’in heykeli bulunmaktadır. Bu heykelin XIX. yüzyılda buraya konulduğu sanılmaktadır. Bunun önünde gri renkli taban mermerlerinden ayrılan bölümün ocak olduğu saptanmıştır. Nitekim burada yapılan kazılarda MS. I. yüzyıla tarihlendirilen ev temellerinin kalıntıları ile kömür parçaları bulunmuştur. Bu bölümün güneyindeki küçük odanın doğusunda bir niş bulunmaktadır. Bu odada Müslümanlar tarafından namaz kılınmaktadır. Duvarlarında Kuran’da ismi geçen Meryem Ana ile ilgili surelere yer verilmiştir. Bazı araştırmacılar tarafından bu odanın Meryem Ana’ya ait yatak odası olduğu iddia edilmiştir.